www.MizanTefsiri.com

 

AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI

 

el-Kâfi'de Ali b. İbrahim'in, adlarını bildirmediği bazı ravilere

dayanılarak verdiği bilgiye göre ravilerin son halkasını oluşturan

kişi şöyle dedi: "Temim-i Darî, İbn-i Bendî ve İbn-i Ebu Mariye bir

yolculuğa çıkmışlardı. Temim-i Darî Müslüman, İbn-i Bendî ile İbn-i

Ebu Mariye Hıristiyan idi. Temim-i Darî'nin yanında bir heybe ve bu

heybenin içinde bazı eşyalar, altın işlemeli bir kap ile bir gerdanlık

vardı. Bu malları bazı Arap pazarlarında satmaya götürmüştü."

"Yolda Temim-i Darî ağır bir hastalığa tutuldu. Ölümün eşiğine

gelince, heybesindeki malları İbn-i Bendî ile İbn-i Ebu Mariye'ye

teslim ederek onları mirasçılarına ulaştırmalarını istedi. İki Hıristiyan

Medine'ye döndüler. Emanet eşyalar arasında bulunan altın

işlemeli kap ile gerdanlığı çıkarıp aldıktan sonra geride kalanları

Temim'in vârislerine ulaştırdılar."

"Vârisler altın yaldızlı kap ile gerdanlığın kaybolduğunu görünce,

Temim'in yol arkadaşlarına 'Ölen yakınımız uzun süre hastalık

çekti de tedavi için büyük masraflara mı girdi?' diye sordular. Adamlar

'Hayır, hastalığı sadece birkaç gün sürdü' dediler. Vârisler,

'Peki, bu yolculuğu sırasında bir şey çaldırdı mı?' diye sordular.

 

294 ......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6

 

Adamlar 'Hayır' dediler. Vârisler 'Peki, zarar ettiği bir alış veriş etti

mi?' diye sordular. Adamlar 'Hayır' dediler. Vârisler 'Onun yanındaki

en değerli eşyalar olan altın yaldızlı ve mücevher kaplamalı

bir kap ile bir gerdanlığı bulamadık, bunlar ne oldu?' diye sordular.

Adamlar, bize verdiklerini size teslim ettik, dediler."

"Vârisler bu yol arkadaşlarını Peygamberimize (s.a.a) götürdüler.

Peygamberimiz (s.a.a) onlardan yemin etmelerini istedi. Adamlar

da yemin edince, Peygamberimiz (s.a.a) onları salıverdi.

Fakat bir süre sonra o altın yaldızlı kap ile gerdanlık onlarda görüldü.

Bunun üzerine Temim'in yakınları Peygamberimize (s.a.a)

gelerek, 'Ya Resulullah, İbn-i Bendî ile İbn-i Ebu Mariye'nin çaldığını

iddia ettiğimiz eşya onlarda görüldü' dediler. Bunun üzerine

Peygamberimiz (s.a.a) yüce Allah'ın bu konuda bir hüküm indirmesini

beklemeye koyuldu."

"Nitekim bir süre sonra 'Ey inananlar! Sizden birinize ölüm gelip

çatınca vasiyet edeceği zaman aranızdaki gereken şahitlik,

sizden adalet sahibi iki kişinin şahadetidir veya yeryüzünde yolculuk

ederken başınıza ölüm musibeti gelirse, sizden (Müslüman)

olmayan iki kişinin şahadetidir.' ayeti indi. Böylece yüce Allah

sadece yolculukta olunduğunda ve Müslüman şahit bulunmadığı

zaman Ehlikitap'tan olan kimselerin vasiyet konusunda şahit

tutulmalarına izin vermiş oldu."

"Ardından şöyle buyurdu: 'Eğer (bu gayrimüslimlerin şahitlikleri

konusunda) kuşkuya düşerseniz, namazdan sonra onları

alıkorsunuz; onlar da 'Akraba da olsa şahitliğimizi hiçbir paraya

satmayacağız ve Allah'ın şahitliğini saklamayacağız, yoksa biz

elbette günahkârlardan oluruz' diye Allah'a yemin ederler.' Bu ilk

şahitliktir ki Peygamberimiz (s.a.a) adamlara yemin ettirdi. 'Eğer

daha sonra şahitlerin günah işledikleri anlaşılırsa' Yani yalan yere

yemin ettikleri ortaya çıkarsa, 'iki başka kişi onların yerine geçer.'

yani davacının yakınlarından olan iki kişi 'vasiyete daha yakın

olan iki kişinin' yani ilk iki şahidin 'haklarına tecavüz etmek

istediği kimselerden olmak üzere iki başka kişi onların yerine

geçer ve Allah'a yemin ederler.' Yani bu davada ilk iki şahitten

daha doğru konuştukları ve onların Allah adına yaptıkları yeminlerin

yalan olduğu yolunda Allah adına yemin ederler. 'Mutlaka bizim

şahitliğimiz onların şahitliğinden daha gerçektir, biz (hakka)

 

Mâide Sûresi 106-109 .................................................. 295

 

tecavüz etmedik, yoksa biz elbette zalimlerden oluruz."

"Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.a) Temim-i Darî'nin yakınlarından

emredildiği gibi yemin etmelerini istedi. Onlar da yemin

edince gerdanlık ile altın yaldızlı kabı İbn-i Bendî ile İbn-i Ebu

Mariye'den alarak Temim-i Darî'nin yakınlarına verdi. Bu, şahitliği

gerektiği gibi yapmalarına veya yeminlerinden sonra yeminlerin

reddedilmesinden korkmalarına daha yakın ve uygundur." [Füru-i

Kâfi, c.7, s.5, h:7]

 

Ben derim ki: Bu rivayetin bir benzerine Tefsir'ul-Kummî'de de

yer verilmiştir. O kitapta, "Onları namazdan sonra alıkorsunuz."

ifadesinden sonra şöyle deniyor: "Yani ikindi namazından sonra..."

Peygamberimizin (s.a.a) "evveleyn=ilk iki şahidin" sözü, anlaşıldığı

kadarıyla tesniyedir ve maksat ilk iki şahittir ve bu söz ayetteki

"evleyani" ibaresinin açıklaması amacını taşır. Anlaşıldığına göre

Peygamberimiz (s.a.a) "istehakke" fiilini malum sıygasında okumuştur.

Hz. Ali'nin (a.s) de bunu böyle okuduğu nakledilmiştir.

Daha önce açıkladığımız gibi bu anlam bu okuyuşa göre muhtemel

anlamların en açık olanıdır.

 

ed-Dürr'ül-Mensûr tefsirinde şöyle deniyor: "Tirmizî -zayıf olduğunu

belirterek- İbn-i Cerir, İbn-i Ebu Hatem, Nasih adlı eserinde

Nuhhas, Ebu'ş-Şeyh, İbn-i Mürdeveyh, el-Marifet adlı eserde

Kelbî'y-le aynı kişiler olan Ebu Nadır'a dayanarak Ebu Nuaym,

Ümmü Hani-nin azatlısı Bazan'dan, o da İbn-i Abbas'tan naklettiğine

göre Temim-i Darî'nin 'Ey inananlar! Sizden birinize ölüm gelip

çatınca vasiyet edeceği zaman aranızdaki gereken şahitlik,

sizden adalet sahibi iki kişinin şahadetidir.' diye başlayan iki ayet

hakkında şöyle dediği nakledilir:

"Bu iki ayet benden ve Adiyy b. Bedda'dan başka hiç kimse ile

ilgili değildi. Bu iki kişi Hıristiyan'dı ve Müslüman olmadan önce

sık sık Şam'a gidip gelirlerdi. Bir seferinde ticaret amacı ile Şam'a

gitmişlerdi. Yanlarında yine ticaret amacı ile Sehm kabilesinin azatlı

kölesi Bedil b. Ebu Meryem de vardı. Adamın yanında gümüş

bir sürahi vardı. Onu hükümdara vermek istiyordu. En değerli ticaret

malı bu idi. Adam hastalandı ve o iki kişiye geride bıraktığı

malları ailesine teslim etmelerini vasiyet etti."

"Temim-i Darî devamla diyor ki: Adam ölünce o sürahiyi aldık

ve bin dirhem bedelle satarak parasını ben ve Adiyy b. Bedda a

 

296.......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6

 

ramızda bölüştük. Adamın ailesinin yanına vardığımızda, yanımızda

getirdiğimiz eşyasını kendilerine verdik. Ailesi sürahiyi aradı ve

bizden ne olduğunu sorunca, 'Bize bunlardan başka bir şey bırakmadı,

bize başka bir şey vermedi' dedik."

"Peygamberimizin (s.a.a) Medine'ye gelmesinden sonra ben

Müs-lüman olunca, bu günahtan dolayı vicdan azabına kapıldım

ve ailesine giderek durumu anlattım ve kendilerine almış olduğum

beş yüz dirhemi geri verdim. Ayrıca bir o kadar daha paralarının

yol arkadaşımda olduğunu kendilerine söyledim. Bedil'in ailesi

yol arkadaşımı Peygamberimizin (s.a.a) yanına götürdü. Peygamber

onlardan iddialarına dair şahit istedi. Onlar şahit getiremediler.

Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.a), yol arkadaşıma

dininin kutsal değerleri üzerine yemin verdirilmesini emretti. Adam

da yemin etti."

"Bunun üzerine, 'Ey inananlar! Sizden birinize ölüm gelip çatınca

vasiyet edeceği zaman aranızdaki gereken şahitlik, sizden

adalet sahibi iki kişinin şahadetidir... Bu, şahitliği gerektiği gibi

yapmalarına veya yeminlerinden sonra yeminlerin reddedilmesinden

korkmalarına daha yakın ve uygundur.' ayetleri indi. Bu

ayetin arkasından Amr b. As ile bir başka kişi ayağa kalkarak yemin

ettiler ve böylece Adiyy b. Bedda'dan beş yüz dirhem geri alındı."

 

Ben derim ki: Açıkça görülüyor ki bu rivayet, zayıflığının yanı

sıra ayetle de tam olarak bağdaşmıyor. İbn-i Abbas ile İkrime'den

yukarıda Tefsir'ul-Kummî'de yer alan rivayete yakın bir başka rivayet

nakledilmiştir.

 

Yine aynı eserde belirtildiğine göre, Faryabî, Abd b. Humeyd,

Ebu Übeyd, İbn-i Cerir, İbn-i Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, Ali b. Ebutalip'ten

(a.s) şöyle rivayet ederler: "O, ayeti şöyle okurdu: Minellezîne'stahakka

aleyhim'ul-evleyani."

 

Yine aynı eserde, İbn-i Mürdeveyh ve -sahih olduğunu belirterek-

Hâkim, Ali b. Ebutalip'ten (a.s) şöyle rivayet ederler:

"Resulullah (s.a.a), ayeti, 'minellezîne'stahakka aleyhim'ulevleyani'

şeklinde okurdu."

 

Yine aynı eserde İbn-i Cerir'e dayanılarak verilen bilgiye göre

İbn-i Abbas bu ayetin neshedildiğini söylemiştir.

 

Mâide Sûresi 106-109 .............................................. 297

 

Rivayette belirtilen ayetin neshedilme olayını ispatlayan bir

delil yoktur.

 

el-Kâfi adlı eserde Muhammed b. İsmail'den, o da Fadl b.

Şazan ve Ali b. İbrahim'den, o da babasından, babası da İbn-i Ebu

Ümeyr-den, o da Hişam b. Hakem'den, o da İmam Cafer Sadık'tan

(a.s) "veya sizden olmayan iki başka kişidir." ifadesiyle ilgili olarak

şöyle rivayet edilir: "Eğer bir kişi hiçbir Müslüman'ın bulunmadığı

bir beldede olursa, yapacağı vasiyete Müslüman olmayan şahitler

tutması caizdir." [Füru-i Kâfi, c.7, s.4, h:3]

 

Bu rivayetin anlamı ayetten anlaşılıyor.

 

Yine aynı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Yahya b. Muhammed'den

şöyle rivayet eder: "İmam Cafer Sadık'a (a.s) 'Ey inananlar!

Sizden birinize ölüm gelip çatınca vasiyet edeceği zaman

aranızdaki gereken şahitlik, sizden adalet sahibi iki kişinin

şahadetidir veya yeryüzünde yolculuk ederken başınıza ölüm

musibeti gelirse, sizden (Müslüman) olmayan iki kişinin şahadetidir.'

ayetinin anlamını sordum. Bana şu cevabı verdi: 'Sizden olan

iki kişi'den maksat Müslümanlar ve 'Sizden olmayan iki başka

kişi'den maksat Ehlikitap olan kişilerdir. Eğer Ehlikitap olan kişiler

bulunmazsa, Mecusîlerden şahit tutulur. Çünkü Resulullah (s.a.a)

cizye konusunda Ehlikitab'a yaptığı uygulamanın aynısını Mecusîlere

de uygulamıştır."

"Şöyle ki, bir Müslüman kişi eğer yabancı bir yerde ölür de iki

Müslüman şahit bulamaz ise, Ehlikitap'tan olan iki kişiyi şahit tutar.

Bu şahitler ikindi namazının arkasından alıkonur ve kendilerine

'Akraba da olsa, şahitliğimizi hiçbir paraya satmayacağız. Allah'ın

şahitliğini saklamayacağız, yoksa biz elbette günahkârlardan

oluruz.' diye yüce ve aziz Allah'a yemin ettirilir. Bu yemin verdirme

uygulamasına, ölünün velisinin şahitlerin şahitliklerinden

şüphelenmesi hâlinde başvurulur."

"Bu şahitlerin yalan söyledikleri ortaya çıktığı takdirde, şahitliklerinin

geçersiz sayılabilmesi için onların yerine başka iki şahit

bulunması ve bu iki şahidin, 'Mutlaka bizim şahitliğimiz onların

şahitliğinden daha gerçektir, biz (hakka) tecavüz etmedik, yoksa

biz elbette zalimlerden oluruz.' diye Allah'a yemin etmesi gerekir.

Eğer yeni şahitler böyle yemin ederlerse, ilk iki şahidin şahitlikleri

 

298 ..................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6

 

geçersiz olur ve sonrakilerin şahitlikleri geçerlilik kazanır. Yüce Allah

bu konuyu 'Bu, şahitliği gerektiği gibi yapmalarına veya yeminlerinden

sonra yeminlerin reddedilmesinden korkmalarına

daha yakın ve uygundur.' şeklinde bağlıyor." [Füru-i Kâfi, c.7, s.4, h:6]

 

Ben derim ki: Görülüyor ki, bu rivayet yukarıda açıkladığımız

ayetin anlamı ile uyuşuyor. el-Kâfi'de ve Tefsir'ul-Ayyâşî'de İmam

Cafer Sadık (a.s) ile İmam Kâzım'dan (a.s) bu anlama gelen başka

birçok rivayet nakledilmiştir. Rivayetlerin bazılarında, "sizden olmayan

iki başka kişi" ifadesi kâfirler anlamında tefsir edilmiştir

ki, bu yorum Ehlikitap ile birlikte diğer bütün kâfirleri de kapsar.

Nitekim el-Kâfi-de Ebu's-Sabbah Kenanî aracılığı ile İmam Cafer

Sadık'tan (a.s) böyle bir rivayete yer verilmiştir.1

 

Tefsir'ul-Ayyâşî'de de Ebu Üsame'den şöyle rivayet edilir: "İmam

Cafer Sadık'a (a.s) 'sizden olmayan iki başka kişi' ifadesinin

ne demek olduğunu sordum. 'Bunlar iki kâfir şahittir.' cevabını

verdi. 'Sizden olan iki adil kişi' ifadesinin anlamını sorunca da,

'Bunlar iki Müslüman şahittir.' karşılığını verdi."2

Bu iki rivayet birbirleri ile uyumlu ve olumlu nitelikte (icabî) oldukları

için itlak ve takyit kurallarına göre Ehlikitap'la kayıtlı olan

ilk rivayetin ikinci rivayeti kayıtlandıracağı söylenemez ise de ilk

rivayetin içeriği ikinci rivayetin mutlaklığını kayıtlandırma işlemi

ile örtü-şecek şekilde tefsir etmektedir.

 

el-Burhan tefsirinde belirtildiğine göre, Şeyh Saduk, Ebu Zeyd

Ayyâş b. Yezid b. Hasan'a vardırdığı rivayet zinciriyle, o da babası

Yezid b. Hasan'dan şöyle rivayet ettiği belirtilir: İmam Musa Kâzım

şöyle dedi: "İmam Sadık (a.s) 'Allah'ın elçileri toplayacağı

gün(den korkun ki, Allah) 'Size ne cevap verildi?' diye soracak.'

ayeti hakkında şöyle buyurdu: 'Peygamberler; senden başkası

hakkında bir bilgimiz yok, şeklinde cevap verirler.' İmam daha

sonra şöyle buyurdu: Kur'ân'ın tümü takridir ve batını takrib (yakınlaştırma)

dir."

el-Burhan tefsirinin sahibi sözlerine şöyle devam ediyor: "İbn-i

Babeveyh: İmam, bu sözleri ile azar ve tehdit içerikli ayetlerin öte-

1- [Füru-u Kâfi, c.7, s.3, h:1]

2- [Tefsir'ul-Ayyâşî, c.1, s.384, h:216]

 

Mâide Sûresi 106-109 ................................................ 299

 

sinde rahmet ve af içerikli ayetlerin olduğunu kastetmiştir." şeklinde

açıklama yapmıştır.

 

Ben derim ki: el-Burhan tefsiri yazarının Şeyh Saduk'tan İmamın

"Kur'ân bütünü ile takridir ve batını takribdir" sözüyle ilgili olarak

naklettiği yorum hadis ile uyuşmaz. Bu yorum bir kere rivayetin

başlangıcı ile uyuşmaz. Çünkü peygamberlerin "senden başkası

hakkında hiçbir bilgimiz yok." şeklindeki cevapları ile

Kur'ân'ın vaat ve tehditten oluşan iki tür ayetlerden oluşması görüşü

arasında bir bağlantı yoktur.

 

Ayrıca bu yorum İmamın "Kur'ân bütünü ile takridir ve batını

takribdir." cümlesinin içeriği ile de uyuşmaz. Çünkü bu sözün açık

an-lamı şudur: Kur'ân'ın bütünü takri ve aynı zamanda takribdir.

Farklılık, batınîlikten ve zahirîlikten kaynaklanıyor. Kur'ân batını

ile takrib ve zahiri ile takridir. İmamın söylemek istediği budur.

Yoksa Kur'ân'ın iki kısma ayrıldığını, bir kısmını takri ayetlerinin

oluşturduğunu ve öbür kısmının da takrib ayetlerinden meydana

geldiğini söylemek istemiyor.

 

Eğer rivayetin baş tarafını göz önünde bulundurarak İmamın

bu sözünü incelersek şu sonuca varırız: İmamın takri teriminden

kastettiği anlam, bu terimi takrib teriminin karşıtı olarak kullandığını

göz önüne aldığımız takdirde, takri kelimesinin anlamının gerektirdiği

anlam olduğunu ve bu anlamın da takribin karşıtı olan

teb'id (uzaklaştırma) olduğunu görürüz. Kur'ân bütünü ile bilgilerden

ve gerçeklerden oluşur. Zahiri ile bu gerçekleri birbirinden uzaklaştırıyor,

parçalarını birbirinden ayırıyor. Batını ile ise bu gerçekleri

birbirine yaklaştırıp pekiştiriyor ve birleştiriyor.

Buna göre İmamın sözünün maksadı şudur: Kur'ân, zahiri ile

birbirinden ayrı ve kopuk bazı gerçekler ifade ediyor. Fakat bu

gerçekler çokluklarına, aralarındaki kopukluğa ve birbirinden uzak

olmalarına rağmen batın hasebiyle birbirlerine yaklaşırlar, farklı

olan anlamları bütünleşir ve sonunda bir tek gerçek hâlinde birleşirler.

Bu tek gerçek Kur'ân'ın bütününü saran bir ruh gibidir ve

tevhit gerçeğinden başka bir şey değildir. Şu ayette buyrulduğu

gibi: "Bu Kur'ân, her işi yerinde ve her şeyden haberdar olan Allah

tarafından muhkem, uyumlu cümleler ile örülen, sonra ayrıntılı

biçimde açıklanan ayetlerden oluşmuş bir kitaptır." (Hûd, 1)

 

300 ............................. El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6

 

O zaman bu sözün, İmamın rivayetin başında söyledikleri ile

uyuştuğu ortaya çıkar. Bilindiği gibi İmam, rivayetin başlangıcında

peygamberlerin "Bizim bir bilgimiz yok." şeklindeki cevaplarının

"Bizim senden başkası hakkında bir bilgimiz yok." anlamına geldiğini

söylemişti. Çünkü insan veya herhangi bir âlim bildiğini Allah

aracılığı ile bilir. Şu anlamdaki, sadece yüce Allah bizzat bilinir,

O'nun dışındakiler ancak O'nun aracılığı ile bilinir.

Başka bir deyişle bilgi herhangi bir şeyle ilgi kurduğu zaman

önce lâyık olacağı şekilde yüce Allah ile ilgi kurar. Çünkü her şey

hakkındaki bilgi Allah katındadır ve O, bilginin dilediği kadarını dilediği

kuluna nasip eder. Nitekim "Onlar O'nun bilgisinin sadece

O'nun dilediği kadarını kavrayabilirler. O'nun kürsüsü gökleri ve

yeri içine alır." (Bakara, 255) ayetinde ifade edilen gerçek budur. Âli

Sam'ın azadlısı Abdula'la'nın İmam Sadık'tan (a.s) naklettiği ve

yukarıda aktardığımız rivayet ile başka bazı rivayetler bu anlamı

dile getirmektedir.

Buna göre peygamberlerin, "senden başkası hakkında hiçbir

bilgimiz yok. Şüphesiz ancak sen gaybleri bilensin." şeklindeki

cevaplarının İmamın tefsirine göre anlamı şöyledir: Biz senin dışında

hiçbir şey bilmiyoruz. Bildiklerimizi seni bilmemiz ciheti ile

biliyoruz. Çünkü ilmin bütünü sana aittir. Dolayısıyla sen onu bizden

daha iyi biliyorsun. Bizim herhangi bir şeye ilişkin bilgimiz senin

dilemenle ve armağan etmenle o şey hakkında kavrayabildiğimiz

orandaki senin bilgindir.

Buna göre, "Şüphesiz ancak sen gaybleri bilensin." ifadesinin

yu-karıda ifade edilenden daha yüksek başka bir anlamı ortaya

çıkıyor ki, o da şudur: Her varlık diğer varlıklardan ayrı olduğu için

diğerlerine göre gayptır. Bu yaratıkların varlıkları sınırlı ve belirli

olduğu için sadece Allah'ın dilediği oranda bilgiyi kavrayabilirler.

Oysa Allah her şeyi kavrayan ve bütün gaybları bilendir. Herhangi

bir varlık ise diğer bir varlığı ancak her türlü noksanlıktan münezzeh

olan Allah ciheti ile bilebilir.

Böyle olunca, meseleleri gayb olanlar ve bilgimize açık olanlar

diye ikiye ayırmak, aslında onları yüce Allah'ın kavramamızı istediği

meseleler ile bizden saklanan meseleler şeklinde ikiye ayırmak

demektir. "O, gaybı bilendir. Kendi görünmez bilgisini kim

 

Mâide Sûresi 106-109 ........................................................ 301

 

seye göster-mez. Ancak razı olduğu elçilerine gösterir." (Cin, 27)

ayetinin zahiri belki de bu anlamı destekliyor. Çünkü gayb kelimesi

Allah'ın yerini tutan zamire izafe edilmiştir. Bu inceliği bu noktada

iyi düşünmek gerekir.

 

Tefsir'ul-Ayyâşî'de Yezid-i Künasî'den, o da İmam Bâkır'dan

(a.s) "Allah'ın elçileri toplayacağı gün..." ayeti hakkında şöyle rivayet

edilir: "Allah peygamberlere, 'Yerinize halife bıraktığınız

kimseler hakkında ümmetleriniz size ne karşılık verdiler?' diye

soracak. Peygamberler de 'Bizden sonra onların ne yaptıklarını

bilmiyoruz.' diye cevap verecekler." [c.1, s.349, h:220]

 

Bu rivayet Tefsir'ul-Kummî'de Muhammed b. Müslim aracılığı

ile İmam Bâkır'dan (a.s) nakledilmiştir.

 

el-Kâfi'de de Yezid aracılığı ile İmam Cafer Sadık'tan (a.s) gelen

bu anlamda bir rivayet vardır. Bunlar bir uyarlama, ayetin anlamı

ile ilgili bir örnek gösterme kabilindendir veya ayetin batınî

anlamıdır.