PÎR-İ İNTİFADA

 

 

 

                                                                                        

 

                       

 

                

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                                                                                                                          

 

                                           şeyh ahmed yasin                    

 roman

 

 

YAZAN

 

 

Mehmet Ali Gönül

 

 

 

 

 

 

“YASİN BİR ULUSUN İÇİNDE ADAM,

ADAMIN İÇİNDE BİR ULUSTU…”

                                                                                             Prof.Dr.Abdulaziz RANTİSİ

 

 

 

  

 

 

                                                              BİRİNCİ BÖLÜM

 

 

 

      Filistin!..

      Toprağın sahibi ve toprağın işgalcisinin savaş alanı.Çatışmalar,tuzaklar,baskınlar,yıkımlar ve suikastler diyarı… Acının ve sevincin, ölümün ve hayatın yan yana gezdiği mekân… Zulmün asûde bir şekilde kol gezdiği mazlumlar ocağı… Mazlum ve yetim kalmış bir milletin ağıdı… Gönüllerin ve ümmetin kanayan yarası…

      Filistin`deki her yer gibi boynu büküktü Kudüs`ün. Bağrında utancını taşıyordu kirli ellerin. Oluk oluk dökülen kanlarıyla sararmıştı Mescid-i Aksa`nın kubbesi. Can çekişiyordu olanca celadetiyle; direniyordu bütün gücüyle. Esen her lodos; güneyden İsra ve Mirac`ın Sahibi`nden nefes üflerdi hayat damarlarına. Can bulurdu, kan bulurdu beti benzi. Adem misali dirilirdi; tekrar direnmek için lanetli Çıfıt zulmüne.

      Toprağı; acıyla dost olmuş, acıya bağışıklık kazanmış bir milletin toprağı … Direnişi; ümmetin semaya açılan elleriyle dua dua güç kazanan , dua dua direnen bir direniş…

      Bitti denince dirilen, dirildikçe boy boy gelişen işgalci Yahudi`nin kalbine korku salan bir direniş, bir diliş yaşıyordu Filistin. Canlar, kanlar fedaydı. Gönüllere hakim olan, özgürlüğün ilahi aşkıydı.                                           

                                                                     *

                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                       

      20 Mart 2004 Salı!...

      Filistin yasta, Filistin matemdeydi bugün. Şehir şehir büyük ve acı bir haberin hüznü gözlerden billur billur akarken; öfkeler dillerde, öfkeler ellerde yumruk yumruk sloganlara dönüşmüştü :

      “Kahrolsun Israil!”

      “Kahrolsun Siyonist düzen!”

      “Kahrolsun katil Şaron!”

      “Şaron cehennemin kapılarını açtı!”

      “İslami Direniş Hareketi engellenemez!”

      “Lailahe illallah Allah`ü Ekber!”

      Gazze`de başlayan öfke seli el-Halil, Ramallah, Nalus, Cenin derken sıçramıştı tüm Filistin`e. Sokaklarında kin, sokaklarında öfke vardı Filistin`in. İntikam yeminleri çınlıyordu Filistin sokaklarında. Yumak yumak  yüreklere çöken acı, tüm direniş gruplarını sarsmıştı.

      Şehid edilen, ŞEYH AHMED YASİN`di. Özelde İslami Direniş Hareketi HAMAS`ın, genelde tüm direniş gruplarının manevi lideri!.. Bir öncü insan!.. Tüm yeminler, tüm intikam ahitleri onun içindi.

      Fakat Gazze farklıydı bugün. Dün sabah namazından beri Filistin`i sarsan bu haber, Gazze`yi ayağa kaldırmıştı. Şehirde dolaşan araçlardan, hoparlörlerden bir ses yükseliyordu sokak sokak, cadde cadde: “ BİZ BU YOLU SEÇTİK. ARZUMUZ ŞEHİTLİK VE ZAFER İLE SON BULACAK!.. ”

      Kasetlerden, hoparlörlerden dalga dalga yayılan bu ses, Şeyh Yasin`in kaydedilmiş sesiydi. Gönülleri yakan acılara acı katan bir ses!...

      Sabra Mahallesinden Şati Mülteci Kampı`na ve tüm Gazze`ye varana dek gökyüzü siyahlara bürünmüştü. Yakılan lastikler değil; sokaklardan, caddelerden taşan sinelerdeki öfkeydi. Gazze`nin felç olan hayatı, Batı Şeria`nın genel grevleri, tüm kamu  kurum ve kuruluşlarının tatil edilmeleri, cezaevlerindeki mahkûmların isyanları, mülteci kamplarındaki galeyanlar, gösteriler… felç olmuştu Filistin`in sosyal hayatı.

      Gazze`nin kalbinde yüz binlerce insan yürüyordu Şifa Hastanesine doğru. Dün sabah namazı sonrası şehid edilen Şeyh Yasin cenazesi alınırken yüz binlerin gözlerinde hüzün gönüllerinde elem vardı. Kalpler kırgındı. Nefret duygularını anlatmaya kelimeler kifayet etmeye yetmiyordu.

      Şifa Hastanesinden yüzleri maskeli militanlarca alınan Şeyh Yasin`in cenazesi, eller üstünde Sabra Mahallesi`ne / evine götürüldü. Halime Hatun, çocukları, damatları, torunları… Kirpiklerinden hüzün bulutları damlıyordu.

      Bir baba sevgisi, bir aşk, bir sevdaydı dudaklarda dökülen :

      -Allah`a hamd olsun! Babam, sonunda isteğine kavuştu, dedi kızı Meryem.

      -İsteğine ulaştı. Onunla geçirdiğim bu kadar zaman içinde hayırlı yönünden başka bir şey hatırlamıyorum, dedi hanımı Halime.

      -Onu tanıdığım günden beri bizi gücendirecek bir kelime bile işitmedim, dedi gelini Ummü Hüsam.

      Daha sonra yüz binlerin omzundaki cenaze, sehir merkezindeki el-İmare Camii`ine götürüldü. Eller, öğle namazı ardından cenaze namazı için saf saf bağlandı. Dualara kimi ağlamaktan kurumuş, kimi de  nemli gözlerle eşlik etti.

      “Şehitler Kabristanlığı” bir misafiri ağırlıyordu bugün. Şehadete yaraşır bir hayat geçiren bir misafiri… Bir şehidi … Şeyh Ahmed Yasin`i …

      Gözyaşları sel olan yüz binler “ EY HAMAS LİDERİ ELVEDA! ” diyordu; sloganlarla intikam yeminleriyle. Zılgıtlar çeken kadınlar çocuk, yaşlı, genç herkesin dudaklarında ortak hüznün bir adı dolaşıyordu: Şeyh Ahmed Yasin!

      Uzatılan mikrofonlara konuşan biri vardı o gün. Elem dolu haberi duyduğundan bu yana acısı, kederi; kocamış saçına, sakalına tel tel beyaz olup yansımıştı. Mahzundu , üzgündü sesi Abdulaziz Rantisi`nin:

      -Onlar,dedi mikrofonlara;peygamberlerin katilleridirler. Bugün İslami bir sembolü öldürdüler. Bu İslam`a açılmış bir savaştır. Bu cinayetle İsrailliler, Filistin davasını öldürmek istiyorlar. Yasin, bir ulusun içinde adam, adamın içinde ulustu. Bu ulusun intikamı bu adamın boyutlarında olacaktır. Eylem göreceksiniz, söz değil!

                                                                          

                                                                           *

      Gazze!

      Yarasına tuz basmış deniz kokulu şehir… Yahudi/ Çıfıt zulmünden her gün nasip alan bir şehir…. Kıyısı; çocuk kovalamacaları, kuş cıvıltıları ve cevelan yeri… Bağrı; kan ve gözyaşı pınarı…

      Bir yanında fakir gecekondu mahalleleri; bir yanında zengin, kocaman evler, geniş yolları ve meyve bahçeleri…

      Sıcak ve nemin egemenliğini, esen meltemin kararlılığı kırardı bu şehirde. Tıpkı direniş güllerinin esen kararlı kokusu gibi… ümit muştulayan kokular gibi… Kan ve barutun hüznü her gün yankı bulurdu gözlerde. Her kurşun bir tohum olurdu gönüllerde direniş direniş büyüyen . Her can bir adımdı şehadetle süslenen.

      Dallarını her haneye uzatan fakir-zengin demeden her ocakta bir canla, bir kanla sulanan direniş fidanı yeşermişti Gazze`de boy boy özgürlük fidanı… Sokak sokak, mahalle mahalle , şehir şehir… Yaşanan ve yarım asrı geçen bu meş`um zulmün bir adı vardı dillerde: Lanetli Çıfıt zulmü!

     

      Sabra Mahallesi /Şati Mülteci Kampı!..

      Mazlum iklimin süsten uzak derme çatma evleri. Yahudi işgali ve zulmünden kaçışın nihai noktasıydı bu mülteci kampı birçok kamp gibi. Fakirlik ve yoksulluğun buram buram tüttüğü mekân .Kimi evlerin dış cephesi dökülmüş yahut sıvasız, kiminin de içi … Kiminin inşası lalettayin, kiminin kapısız, penceresiz… Hepsinde ortak nokta: zulümden nasipli olmak!

      Sadece insanlar değildi bu topraklarda zulümden inleyen. Evler de insanlar gibi can çekişir, ağlar, sızlardı işgalci İsrail askerlerinin kontrolündeki yıkımlardan. Canavar misali homurdanan demir azmanı tankların, buldozerlerin eseri (!) okunurdu kamplarda.

      Bu evlerin incila mermer merdivenleri, arkaik sütunları, simetrik korkulukları, uzun koridorları, gömme küvetli banyoları, porselen muslukları, alafranga helaları, panjurlu pencereleri, halkari süslemeleri, geniş meyveli bahçeleri, çevresi hercai çiçeklerle donatılmış havuzları ve konforu yoktu. Ama kendileriyle aynı kaderi paylaşan mazlumiyetleri, umutları ve özgürlük davasına adanmış kurbanlık sahipleri vardı.

      Başını sokacak bir hanesi olan şanslı değildi bu topraklarda. Her şey olabilirdi her an.Zulüm rüzgârının / tufanının ne zaman, nereden eseceği meçhuldü. Her an varlık yokluğa, hayat ölüme dönüşebilirdi.        

                                                                   *

      20 Mart 2004 cumartesi gecesi!..

      Suikastten üç gün önce… Sabra Mahallesinde bir ev. Filistinlilerin yaşadığı fakir gecekondulardan biri. Telaş ve endişe okunuyordu yüzlerde. Keder ve gam dolu bakışlar vardı gözlerde. Hüzün  rüzgârları esiyordu yüreklerde.

      Temiz örtüsü altında Halime Hatunun kocası yatıyordu hasta yatağında. Halime üzgün, Halime endişeliydi. Yılların çilesi dantel dantel örülmüştü alnına. Bir şey yapamamanın, çaresizliğin ezikliğini yaşıyordu. Fakat mütevekkil ve teslimiyetçiydi Halime Hatun .

      Gözleri çocuklarına takıldı bir ara. Her yüzde tasa , her çehrede gam okudu. Metanetli görünmeli, güçlü ve iradeli olmalıydı. Nice badireler atlatmıştı kocasıyla. Bunu da atlatacaktı. Allah`a sığındı; yardımını diledi.

      “Ya Şafi!Ya Kafi! Ya Muafi!” yüce isimleri döküldü dudaklarından. Beyaz başörtüsünün ucuyla göz pınarlarını sildi kaçamak kaçamak.

      Kocasına baktı. Durumu oldukça ağırdı. Yıllardır onu terk etmeyen hastalıklardan muzdaripti. Yaşlı olması rahatsızlığını artırıyordu.

      Yarım saat önce aniden rahatsızlanmış tekerlekli sandalyesinden düşmüştü. Sık sık nefes alıp veriyor zorlukla konuşuyordu. Muhabbetle baktı yaşlı kocasına; gözleri kapalı, dudakları hareketliydi. Belli ki Rabbini zikrediyordu.

      Alnında biriken damlaları fark etti. Bir bezle usulca kuruladı. Yaşlı Şeyh gözlerini açtı. Bir ara baş ucunda duran eşine belli belirsiz gülümsedi; kendinden geçti .

      Siması nur yumağıydı. Yıllar çilesini gergef işler gibi çizgi çizgi nakşetmişti anlına. Kaşları gürdü. Gözleri mananın derinliklerine dalan bir gizeme sahipti. Gözlerinin altındaki halkalar ve yüzündeki çizgiler, kutsal bir davanın çilesini yansıtıyordu. Kemerli bir burnu vardı. Beyaz kılları siyahlarından çok olan sakalı, kısa bıyıklarıyla bir başka çekicilik katıyordu sempatik yüzüne. Başındaki beyaz kefiyesi,  heybetini daha bir artırıyordu. Baş ucundaysa zaman zaman giydiği kuzguni renkli, buğday nakışlı aplik sakosu asılıydı.

      Boynundan aşağısı tutmayan, buram buram direniş, buram buram Filistin kokan 66 yaşındaki bu mütebessim, sevimli ihtiyar, bu PÎR-İ İNTİFADA; Filistin halkının umudu , Filistin İslami Direniş Hareketi Hamas`ın manevi lideri Şeyh Ahmed Yasin`di. Aynı kaderi paylaşıyordu Filistin`le: ikisi de mefluç… Ama biri, diğeri için umudun adıydı.

      Bu fakir gecekondu semtinde yasıyordu Şeyh Yasin. Komşularının dertleriyle dertlenir, yetim çocuklar ve dul kadınlar dahi şehitlerin ailelerine sahip çıkardı. Hem yiyeceğini, hem giyeceğini onlarla paylaşırdı. Sahiplenmeyi, yardımlaşmayı severdi.

      İşgalci İsrail`i tüm teçhizat ve imkanlarına rağmen, dudaklarında dökülen bir sözle tir tir titreten biriydi. Gücünü iman dolu yüreğinden alan ve sadece Allah`a dayanan, yüzü; çevresine her zaman tebessüm sadakaları dağıtan bu ihtiyarı, yıllar yorgun düşürmüştü. Bitkin ve hastaydı. Kesik kesik soluyordu.

      Bir ses duydu yüreği yaralı Halime Hatun. Bir serçenin ürkekliğiyle geri döndü aniden.  26 yaşlarındaki oğlu Abdulgani`ydi.  Diğer oğlu Abdulhamid ise tedirgin görünüyordu.

      -Anne! Babam kendinden geçti. Hastaneye kaldıralım.

      Islak gözlerle çocuklarını onayladı. Gelini Ümmü Hüsam ve kızlarından Meryem`inde yardımıyla hemen hazırlıklara başladılar . Şeyh Yasin`i özenle giyindirdiler. Herkes telaşla ve endişe içinde yardım ediyordu.   

      Hazırlıklar bitince, güçlü kollarıyla Abdulgani babasını kucakladı. Kapıda bekleyen fedailerin bakışları arasında usulca taksiye yerleştirdi. Arabanın bagajına babasının tekerlekli sandalyesini de koydu lazım olur diye. Annesi arka koltuğa oturdu. Kocasının başını kucağına aldı. Abdulgani ve Abdulhamid öne geçtiler. Peşlerinden kendilerini takip eden koruma arabası, gönüllü fedailerle doluydu.

      Fakirliğin kol gezdiği mazlumiyetin koktuğu Sabra`nın gecekondu sokaklarından geçen otomobil hastane yoluna çıktı . Endişe dolu yüreklerle hızla yol alırken, karanlıkta bir çift “lanetli göz”ün gözetiminden habersizdi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                               İKİNCİ   BÖLÜM

 

                                                            

 

      21 Mart 2004  pazar. Shikmim Çiftliği /Tel-Aviv!..

      Saray yavrusu bir köşk… Tüm şatafatıyla göz dolduran, 24 saat aportvari korunan,çevresinde kuş uçurtulmayan afili bir yapı.

      Henüz girişteyken panjurlu pencereleri, hazır ve yontulmuş dikdörtgen taşlara örülmüş dış cephesi göz kamaştırıyordu. Giriş basamaklarının sağında ve solunda bulunan iki sütun, arkaik bir görünüm yansıtıyordu. Adeta Olimpus Dağı`ndan alınmış da buraya konulmuşlardı. İçeri girildiği anda göze çarpan ilk şey, tüm ihtişamıyla tavana asılı bulunan kocaman, hercai renkli kristal bir avizeydi. Işık oyunlarıyla bir renk cümbüşü sergiliyordu.

      İç ve dış merdivenler, taban, mutfak ve birçok yer; parlak ,renkli ve dalgalı hârâ /mermerden yapılmıştı. Üst katlara çıkan ve sağa sola kavisli olan iç merdiven korkulukları, simetrikti. Kimi yerlerde altın ve çeşitli madenlerle yapılan halkarî süslemenin zenginliği, iç dekorasyon adına sahibinin zevkini yansıtıyordu. Bazı köşe başlarına sanat eserleri olarak küçük idoller yerleştirilmişti. Gömme küvetli banyoları, porselen muslukları ve alafranga donanımı gibi lüksün nihai noktasıyla murassaydı bu sırça köşk.

      Çok katlı ve oldukça geniş bir araziye kurulu olan  bu çiftlik, etrafı yeşilliklerle çevrili modern  bir irem`di. Bahçedeki büyük ve geniş havuzun çevresi nilüfer, karanfil , mavi menekşe , sardunya ve leylakî çiçeklerle sarılıydı. Yer yer dallarını havuza sarkıtmış akasyalar salkım salkımdı.

      Havuza nazır kurulan çardak, sarmaşıklarla kaplıydı. Bahçe düzenlenmesi gayet muntazam olup, hemen göze çarpıyordu. Düzgün bir şekilde özenle kesilmiş ve köşkün çevresinde dolanan bodur çam ağaçları , iki yanını kuşattığı yollarla ayrı bir güzellik katıyordu çiftliğe. Hele envai meyve ağaçları…

      Mart ayının bu son haftasında bir başkaydı bahar. Canlılığını gösterdiği bu bahçede, türlü türlü kokular saçıyordu etrafa. Tabiat uyanmış, diri ve canlıydı. Manzara, ruha dinginlik veren bir görünümdeydi.

      Aynı günün akşamına doğruydu. Koruma eskortunu arkasında bırakan siyah zırhlı mercedes, çiftliğin girişine doğru hızını düşürdü. Demir parmaklı otomatik kapı, sağa sola kendiliğinden açıldı. Kapının her iki tarafındaki nöbetçiler, korkuyla karışık bir telaş içinde selama durdular.

      Siyah mercedes, yolu çevreleyen ağaçların gölgesi altında hiç durmadan içeri süzüldü. Köşkün basamaklarına yanaşan şoför direksiyonu sola kırıp durdu. Basamaklardan koşarak inen hizmetkârlardan biri, büyük bir saygıyla mercedesin kapını açtı.

     Tıknaz, şişmanca bir adam,ağır ağır indi makam aracından. Kibir ve gurur dolu bakışlarla çevresini süzdü.

      Kısa, beyaz saçlı, iri kafalı ve çirkinceydi. Geniş alnında üst üste binmiş kırışıklar vardı. Bakışları mat ve donuktu. Kaşlarının ve gözlerinin altı, yüzünün her iki tarafındaki yanakları yaşlı bir buldok gibi sarkıktı. Çenesinin altı ise gırtlağını kapatırcasına pörsümüştü. Nursuz, ölgün, dünyanın tüm nefretinin yüzünde toplandığı bu adam, gaddarlığıyla meşhur, işgalci İsrail hükümetinin Başbakanı Ariel Şaron`du.

      İsrail parlamentosu /Knesset`te geçen yoğun bir çalışma gününün ardından, yaşadığı çiftliğe dönmüştü.

      Mermer basamakları ağır ağır çıktı. Karşısında el pençe divan duran hizmetçilerinin “Hoş geldiniz efendim!” deyişlerine sessiz kaldı. Düşünceli görünüyordu. Girişteki büyük kristal avizenin altında dalgın dalgın geçti. Sola dönen merdivenleri çıktı . Büyük ve geniş olan oturma salonuna geçti. Ceviz kaplama mobilyalarla Avrupaî tarzda döşenmiş salonun bahçe manzarasını gösteren puf koltuğa yöneldi. Pelte gibi yığılırcasına oturdu.

      Derin bir nefes çekip meyve ağaçlarıyla dolu bahçeyi uzun uzun seyretti. Kimi ağaçlar beyaz gelinlik giymiş gibi çiçekler açmış, kimileri de yeşile bürünmüştü.

      Güneş guruba yakındı. Birazdan karanlığa gömülecekti dünya. Oturduğu yerden düşüncelere daldı: Hayat ızdırap veriyordu ona. Eşi öldüğünden bu yana Menahem Begin gibi yalnızdı. “Begin gibi davranmayacağım” dedi kendi kendine. “Son nefesime kadar yalnız kalsam da inzivaya çekilmeyeceğim. Daha İsrail için yapacağım çok şey var.”

      Kısa bir nefes alıp tekrar mırıldandı: “Hiç olmazsa bu uğurda gayreti elden bırakmayacağım. İnzivaya çekilmeyeceğim! Münzevilik bana göre değil!”

      Bu son sözler 1977-82 yılları arasında İsrail`in başbakanlığını yapmış Menahem Begin ile ilgiliydi. Begin, 1982 kışında eşi Eliza`nın ölümüyle başbakanlıktan istifa edip inzivaya çekilmiş ve ölümüne kadar topluma katılmamıştı.

      Oğullarını hatırladı Şaron: Dimri ve Gilad.Kendisi gibi siyasetle uğraşıyorlardı. 1999 seçim kampanyasında onlarla beraber  yasadışı yollardan maddi çıkar sağlamakla / rüşvet almakla itham edilmesi canını sıkmıştı. Bu yolsuzluk; basının kendisini ve aile şerefini (!) diline dolamasına yetmiş, iki yolsuzluk yapan bir başbakan diye manşetlere taşınmıştı. Günlerce çarşaf çarşaf haberleri Yediot Aharonot, Maariv , Haaretz, Jarusalem Post gibi gazetelerde boy boy yer almıştı.

      Canı sıkıldı. Kalkıp televizyonu açtı. Siren sesleri arasında koşuşturan ambulanslar belirdi ekranda. “Yine bir intihar eylemi yapmışlar anlaşılan” dedi kendi kendine. “ Kahrolasılar! Öldür öldür bitmiyorlar. Nedir çektiğimiz su Filistinlilerden! Adamlar ne ailelerini, ne de evlerini düşünüyorlar. Eylemlerinden sonra evlerini buldozerlerle yıkıyor, ele geçirdiğimiz aile fertlerini tutukluyor, dünyayı yakınların zindan ediyoruz. Yine de nafile!.. Her gün eylem,  her gün ölüm haberleri !.. Vazgeçmiyorlar bir türlü.” Aklına bir şey gelmiş gibi ansızın durdu. Birden köpürerek: “Şehadet eylemiymiş (!) Pöh !..” dedi küçümseyerek.

      Sinirlenmişti. Hışımla elini televizyona uzatıp kapatıverdi. Salona hizmetçilerden biri girdi o anda. Saygılı bir şekilde :

      -Efendim, dedi. Akşam yemeğiniz birazdan hazır olur. Bu arada hafif bir aperatif alır mıydınız ?

      - İyi olur, dedi asabi asabi. Belki biraz olsun sinirlerim geçer.

      Hizmetçi bu tavırlara alışıktı. Salonun köşe tarafında bulunan bara yöneldi. Biraz oyalandıktan sonra elinde bir tepsiyle servis yaptı. Ardından saygılı bir şekilde salondan çıktı.

      Elinde kadeh, salonun camekânından meyve bahçesine baktı Şaron. Aklına sinirli anlarında rahatlamak için uyguladığı bir taktik geldi : Geçmişteki başarılarını (!) düşünerek rahatlamak!... Nedense bundan zevk alır , tarif edilmez bir haz duyardı

      Güneş aheste aheste guruba yönelmişti. Gölgesi bahçeye düştüğü an, zihni mazinin derinliklerine uzanmıştı bile…

      O zamanlar 14 yaşlarındaydı. İsrail henüz kurulmamıştı. Her taraf karışıktı. Haganah`a[1] katıldığı günleri anımsadı. Birçok eylemler ve gizli faaliyetler dolu günleri: 1948` deki Arap-İsrail savaşını, 1953` teki binlerce Filistinliyi öldürdükleri operasyonları, 1956`da Mısır`a karşı yapılan savaşı , Camberley Kurmay Okulundaki günlerini, 1967`deki Altı Gün Savaşını, 1973`deki 25 yıllık hizmetinden sonra tüm general rütbesiyle ordudan ayrılışını , aynı yıl Kneset`e milletvekili seçilmesini, yine aynı yılın ekim ayında Yom Kippur Savaşına zırhlı tümen komutanı olarak çağırılıp Süveyş kanalını geçmesini, 1982`deki Lübnan işgalini, Etiyopya`daki Falaşaların[2] Sudan yoluyla İsrail`e nakledilmesindeki rolünü , 90 lı yıllarda Filistin topraklarında birçok Yahudi yerleşim yerleri açmasını, Eylül 99` da Likut Partisi`ne genel başkan olmasını, 28 Eylül 2000` deki Mescid-i Aksa`ya yaptığı kanlı ziyareti , 6 Şubat 2001`de başbakan olarak İsrail`in başına geçmesini ve 29 Mart 2002`de Batı Şeria`ya orduyla girip yaptığı zulümleri bir bir hatırladı:“Bir dakika” diye durdu. “Hımm!” dedi. “Şu an başbakanlığımın dördüncü yılına girmiş olmalıyım.”

      Mazisinde unutmadığı hatırladıkça zevkten dört köse olduğu katliamlar ve zulümler o kadar çoktu ki… Haganahtaki gençlik günlerini tekrar hatırlamadan edemedi. Irgun [3] ve Stern`e [4] bağlı dindaşlarının yaptığı katliamları düşündükçe ruhu rahatlıyor, tatlı bir rehavet çöküyordu üzerine. Hele hele 9 Nisan 1948 günü her iki örgütün ortaklaşa düzenledikleri Deir Yasir katliamı ne muhteşemdi (!). 254 Filistinli bir çırpıda katledilmişti. Çocuk, kadın, yaşlı demeden…

      Ya 1982`deki “ Galile için Barış Operasyonu ”na ne demeliydi! Savunma Bakanı`ydı o zamanlar. Başbakan ise Menahem Begin`di. Galile için barış operasyonu altında Lübnan`ın güneyine saldırılar gerçekleşiyordu İsrail tarafından. Yani işgal ediliyordu Lübnan.

      O zamanlar Filistinlilerin Lübnan`ın güneyinde mülteci kampları vardı. Bu saldırıların amacı oradaki Filistinlilerin yok edilmesi, direnişlerinin kırılmasıydı. Fakat bu iş planlı bir şekilde olmalıydı. Bunun için Lübnan`ın güneyindeki Falanjistlerden,[5] emrinde birçok militan bulunan Eli Hubeyka ile gizli bazı görüşmeler gerçekleştirdi. Askeri ve lojistik destek ile bazı vaatler neticesinde bu falanjistler, İsrail ordusu desteğinde Filistinlere ait Sabra-Şatilla  mülteci kamplarına acımasızca saldırıp katliamlarda bulundular. Bu işin mimarı olmakla her zaman övünmüştü.

      Neticede kadın çocuk demeden 3.500 `ü aşkın birçok Filistinli, bir kilometrelik kampta kuşatma altında bombalanıp öldürülmüştü. Filistin direnişinin Lübnan`daki alt yapısı da böylece çökertilmişti. Hatta başta Yaser Arafat olmak üzere birçok Filistinli gerilla, Tunus`a sürgüne gönderilmişti.

      Dünya basını ise onun bu başarısını (!) katliam olarak değerlendirdi. Onu “ Beyrut Kasabı” olarak ilan etti. Artık o bir kasaptı!.. Çoluk-çocuk, genç-yaşlı, kadın-erkek demeden insan doğrayan bir kasap!.. Gözü dönmüş bir cani!..

      Sabra-Şatilla katliamına karşılık kamuoyu baskısı sonucu hakkında göstermelik de olsa birtakım  soruşturmalar açıldı. Savunma Bakanlığından azledildiğini hatırlayınca buruşan yüzü, önünde durduğu camekâna yansıdı. “Önemli değil” dedi kendini teselli edercesine.  “Her şeyin bir bedeli var. Değerdi o günlere!”

      Sonra 28 Şubat 2000 gününü hatırladı. Yüzüne sinsi bir gülümseme yayıldı. Yaptığıyla gurur duyuyordu: O gün Mescid-i Aksa`ya gitmişti. Görünürdeki gayesi ; Filistinlileri tahrik etmekti. Fakat gizli bir gayesi de vardı : Yaklaşmakta olan genel seçimler öncesi aşırı sağcı Yahudilerin oylarını böylelikle almaktı. Bu provokatif ziyareti, ikinci intifada[6] diye bilinen “Aksa İntifadası”nı başlatmıştı. Binlerce Filistinlinin hayatını kaybettiği bu gelişme, kendisine başbakanlık yolunu açmıştı. Önemli olan da buydu!

      Hatırladıkça yüzünde gülücükler açan, katı yüreğini neşeye boğan mazisindeki hatıralarındaki biri de “terörün kökünü kazımak(!)” bahanesiyle yakın tarihte 29 Mart 2000 günü, Batı Şeria`daki tüm Filistin kentlerine ve mülteci kamplarına İsrail ordusunu katliam için sokmaktı. Öyle ki Amerika`nın baskısı olmasaydı Ramallah`taki bürosunda Arafat`ı da halledecekti. Fakat hallolmaktan da beter olmuştu. Bürosundan dışarı çıkmaz hale gelmiş, elektrik ve su iletişimi kesilmişti.

      Ramallah , Beytullahim, Nablus, Tulkarim, ve diğer mülteci kamplarında ise binlerce Filistinliyi öldürmüştü. Kimi Filistinlileri esir aldı bu baskında. Kiminin de evlerini başlarına yıktı buldozerlerle. Binlerce kadın, çocuk, genç kız toplama kapmalarına alındı. İşkenceler gördü. Yıkılan evler yerle bir edildi. Sokaklarda çürüyen cesetlerin gömülmesine, yaralıların tedavi edilmesine izin verilmedi. Öyle ki ambulanslar dahi askeri hedef olarak görüldü. Herkes, hatta hareket eden her şey hedefti. Binlerce insan aç , susuz ve ilaçsızdı. Evler basılıyor, insanlar sebepsiz,sorgusuz, sualsiz kurşuna diziliyordu. Hastanelerin, evlerin bahçeleri ve açık araziler toplu mezarlığa dönüşmüştü.

      Cenin ise 300 tank ve buldozer ve zırhlı araçlarla, binlerce askerlerle kuşatma altına alındı. F-16 savaş uçakları, Apaçi helikopterleri; kadın, çocuk ayrımı yapmadan lalettayin füzeler ve bombalar yağdırdı masum Filistinlilerin üzerine. Camiler, yollar, evler, resmi daireler yıkılıp yok edildi. Bir ulustu aslında yok edilen. Yarım asrı geçen kanayan bir yara, bir direnişti yok edilmeye çalışılan. Filistin`in mazlum ve mustazaf halkı, Yahudi zulmü altında inliyordu .

      Dünya kamuoyu mu, tepkiler mi? Suspustu. “Vız gelir!” dedi, karanlığa gömülen dışarıya bakarak. “Hıh! Dünya kamuoyuymuş(!) Hiçbir halt edemezler.”

      Kanın gövdeyi götürdüğü mazisinin bu zulüm tablolarını hatırlamakla sıkıntıları dağılmıştı Şaron`un. Ruhunun derinliklerinde sadistçe bir hazzı hissedercesine bir zevk histerisine tutulmuş gibi sarsıldı vücudu. Hafiflemiş, rahatlamıştı. “Güzel bir rahatlama metodu” diye mırıldandı sadist bir ruhla. “Güzel anıları hatırla, sıkıntılarından kurtul ; ne güzel (!)”

      Ansızın bir ses duydu arkasında:

      -Telefonunuz var efendim, dedi yaşlı hizmetkâr kibar sesiyle. Sizi arıyorlar.

      Hemen hızlı adımlarla çalışma odasına yöneldi. Çalışma masasının arkasına geçti. Kırmızı ışığın yandığı özel irtibat telefonuna baktığı ahizeyi kaldırdı.

      -Alo!

      Karşısındaki ses saygılı ve ölçülü konuşuyordu :

      -İyi akşamlar efendim.

      -İyi akşamlar.

      Telefondaki sesi tanımıştı.

      -Efendim! Şeyh Yasin`nin izini bulduk. Ajanlarımız takipteler. Emirlerinizi bekliyoruz.

      Sevinçten ne diyeceğini şaşırdı önce. Soğukkanlılığını korumalıydı. Kısa bir suskunluktan sonra;

      -Neredeymiş o felçli? diye sordu.

      -Ajanlarımızın bildirdiğine göre cumartesi gecesi aniden rahatsızlanarak hastaneye kaldırılmış efendim. Durumu ciddiymiş galiba. Hâlâ hastanede.

      -Çok güzel! Çok güzel! Tebrik ederim ekibinizi komutan! Yalnız işimiz henüz yeni başladı. Takipler devam etsin. Yakalayacağınız en uygun bir fırsatta hemen işini bitirin o ihtiyarın.-Birden durdu – Hayır  hayır!Bana haber vermeden sakın operasyonu başlatmayın. Bu defa önceki operasyon gibi olmasına izin veremem. Gelişmelerle ilgili haberlerinizi bekliyorum. Haydi komutan! Göreyim seni.

      -Emredersiniz efendim!.

      Ahizeyi usulca bıraktı. Sabit bir noktaya bakarken, aklına yaptığı son “bakanlar kurulu toplantısı” geldi. Şeytanca gülümsedi. Sayıklarcasına konuştu:

      -Eveet, Şeyh Ahmed Yasin! Bakalım bu defada şansın yaver gidecek mi?

 

                                                                           *

      Knesset!.. Son yapılan “bakanlar kurulu toplantısı!”

      Nümayişli geniş bir salon.Orta boşluğu çiçeklerle süslü, dikdörtgen şeklinde dizilmiş masalar…Masaların üzerine konan erguvanlar,salona ayrı bir hava vermekte.                                                                                                      

       İçeride çok seslilik hakimken aniden iri yarı,kır saçlı bir adamın içeri girmesiyle ortalık süt liman oldu.Bu adam işgalci İsrail`in  Başbakanı  Ariel  Şaron`du.Salondaki  tüm bakanlar,  saygıyla ayağa kalktılar.

       Masasına yerleşir yerleşmez Şaron:

       -Buyurun beyler!Lütfen oturun,dedi.Eliyle oturmalarını işaret etti.

       Sağ tarafında oturan bir bakan,Şaron`un önüne bir dosya koydu.Kırmızı klasör kabarıktı.Ağır ağır dosyayı açtı.Bir yandan önündeki raporlara bakıyor, bir yandan da konuşuyordu:

       -Beyler!11 Eylül olayından sonra siz de biliyorsunuz ki, dünyanın birçok ülkesi bundan faydalanma yolunu seçti.Rusya;Çeçenleri,Amerika;Irak`ı ve Afganistan`ı,Çin;Türkistanlıları terörist ilan etti.Elimize bu vesileyle Filistinli teröristlere karşı daha güçlü kozlar geçmiş oldu.Neticede Rusya`nın  Çeçenlere, Amerika`nın Irak ve Afganistanlılara,hatta dünyanın birçok bölgelerindeki Müslüman direnişçilere karşı hareket ve operasyonları,bizi de bu konjonktürden faydalandırmaya itti.

       Nitekim Filistinlileri daha çok ezeceğimizi düşündük.Dediğim gibi bu bir fırsattı ve istifade etmeliydik.Filistin direnişçilerinin önde gelenlerini terörist olarak lanse edip öldürmek için alınan kararlarımız, bugüne kadar başarıyla yürütülüyor. Adım adım planlarımızın uygulandığını görmek beni mutlu ediyor. Ancak daha dikkatli olmalı, operasyonlarımızı daha caydırıcı bir şekle sokmalıyız.Aksi halde intihar eylemlerinin önünü alamayız.Peyderpey artan bu eylemlere karşı stratejimiz; saldırılmadan saldırmak olmalıdır.Bunun içindir ki şu anda yapımı hâlâ devam  eden ve birçok intihar eylemine engel olacak “Güvenlik Duvarı”nın(!)  faydalarını muhakkak ki göreceğiz.Dünya kamuoyu ve Araplar “Berlin”

veya  “Utanç  Duvarı” diyormuş.Umurumda bile değil! Ne derlerse desinler!Yeryüzünün seçkin ulusu İsrail halkını, onlar mı koruyacak?Filistinlileri ezmek,bağ ve bahçelerinden,arazilerinden ayırmak  pahasına da olsa  bu duvar, şimdi olduğu gibi devam  edecek 2005`te de bitecektir.

        Ayrıca;  gerek Hamas, gerek İslami  Cihad,gerek el-Fetih,gerek irili-ufaklı tüm direniş örgütleri olsun; mücadelemizde hepsinin önde gelen birçok liderlerini önceki yıllarda da olduğu gibi-11 Eylül fırsatından istifadeyle-ortadan kaldırdık / kaldırmalıyız.

       Nitekim önümdeki raporlardan görebildiğim kadarıyla 1988`den bu güne kadar ortadan kaldırılan bazı önemli simaları,hatırlatmakta fayda mülahaza ediyorum:

       *Ebu Cihad ve Ebu İyad   :Filistin Kurtuluş Örgütü ileri gelenlerinden olup Cezayir`de öldürüldüler.

      *Dr. Fethi Şikaki                :İslami Cihad Örgütünün lideri.Malta adasında ajanlarımız tarafından ortadan kaldırıldı.

       *Yahya Ayyaş                   :Hamas`ın askeri kanadının İştişhadi Eylemler Birim Başkanı.Çok tehlikeli bir adamdı.

       *Cemal Mansur                  :Hamas`ın Nablus Sorumlusu.

       *Cemal Selim                     :Filistin Alimler Birliği Genel Başkan Yardımcısı.

       *Selahaddin Derveze          :Hamas`ın Nablus kenti ileri gelenlerinden.

       *Abdullah Kavasime           :Hamas`ın el-Halil Sorumlusu.

       *Mahmud Ebu Henud         :Hamas`ın askeri kanadının Batı Yaka Bölgesi Sorumlusu.

       *İsmail Ebu Şenneb             :Hamas`ın siyasi liderlerinden olup aynı zamanda Şeyh Yasin`in yardımcısıydı.Ayrıca bu operasyonda Şeyh Yasin`in damatlarından Hani Ebu Ömereyn`in ölmesi bizim için ayrı bir sevinç oldu.

       *Salah Şehade                      :Hamas`ın askeri kanadı olan İzzeddin Kassam Tugayları`nın lideriydi.

       Evet beyler!Gördüğünüz gibi hava, kara, istihbarat ve paraşütçülerimizin işbirliğiyle meydana getirdiğimiz bu ekip çalışması neticesinde,birçok başarılara ulaşıyoruz.Bizden önceki hükümetlerin de –Fethi Şikaki örneğinde olduğu gibi-başarılarını inkar etmiyoruz.Peki, bu yeterli mi?Elbette hayır!

       Yine malumunuzdur ki operasyonlarımızın bazılarında muhtelif şansızlıklar yaşadık.Sıralamak gerekirse:

       *1997`de Netanyahu hükümeti döneminde Hamas`ın Politbüro Şefi Halid Meş`al`in Ürdün`deki operasyonumuzdan kurtulması.

       *Hamas`ın askeri kanadı İzzeddin Kassam Tugayları komutanlarından Muhammed Deif`in 2002`de yaptığımız füzeli saldırı sonucu ağır yaralı olarak kurtulması.

       *Haziran 2003`te Hamas`ın siyasi liderlerinden Abdulaziz Rantisi`ye karşı yürüttüğümüz operasyondan Rantisi`nin sadece ayağından yaralanarak kurtulması.

       *Hamas`ın kurucularından Mahmud Zahar`ın Eylül 2003`te evine düzenlenen F-16`lı saldırıdan hafif yaralı olarak kurtulması…Fakat bu operasyonda Zahar`ın 24 yaşındaki oğlu Halid ile Şeyh Yasin`in 30 yaşındaki oğlu Abdi`nin ölümleri de sevindirici bir gelişmeydi.

       *Yine geçen yıl içinde Hamas`ın siyasi kanadında görev yapan İsmail Haniye`nin düzenlenen saldırıdan hafif yaralı olarak kurtulması.

       *Ve son olarak 6 Ekim 2003`te Hamas lideri Şeyh Yasin`e Gazze`de yapılan operasyondan Şeyhin kurtulması.

       Her neyse; bunlar yaşadığımız şansızlıklardı.Gelelim asıl meselemize:Öncelikle belirtmek isterim ki, Şeyh Yasin bir daha bu kadar şanslı olmayacaktır. Özellikle Hamas!..Çünkü yaptığımız tüm operasyonlara rağmen;üç-beş çapulcu,hele hele Hamas ve İslami Cihad,intihar eylemlerinden vazgeçmiyorlar.Arafat ise onlara diş geçiremeyecek kadar zayıflamış zaten.Daha bir hafta önce Ashdot limanında on kişinin ölümüyle sonuçlanan ikiz bir intihar saldırısı yaşadık…

       Bu esnada toplantıdaki bakan`lardan biri  bir soru yöneltti:

       -Sayın başbakanım!Müsaadenizle sormak istiyorum:Bu şansızlıkların içinde istihbaratımızın payı nedir acaba; öğrenebilir miyiz?

       Bu soruyu beklercesine sol tarafına baktı.Gözleri aradığı şahsa takılınca;

       -Sayın bakanımızın bu sorusuna,toplantımıza davet ettiğimiz İstihbarat Müsteşarımız  cevap verecektir, dedi.

       -Güzel bir soru,dedi istihbarat müsteşarı gayet rahat bir ses tonuyla. Doğrusu birimlerimiz bu konuya oldukça özen gösteriyorlar.Fakat bizimle işbirliğine yanaşanlar,daha çok iki yüzlü olup maddi çıkar gözetenlerdir. Her ne hikmetse onlar da kısa bir müddet sonra ya öldürülüyor, ya  cesetleri herhangi bir sokakta infaz edilmiş olarak bulunuyor yahut ortadan kayboluyorlar.Yaşadığımız son olaylarda ajanlarımızı yanlış bilgiler vererek maalesef pusuya düşürme girişimleri de oldu.Bu sebepledir ki istihbarat birimlerimiz çok dikkatli davrandıklarından, halktan işbirlikçilere pek güvenmiyorlar.Dolayısıyla bu tür işbirliğini daha çok Özerk Yönetim`in içindeki adamlarımızın yardımıyla sürdürmeye çalışıyoruz.Zaten Özerk Yönetimle aramızdaki “Güvenlik İşbirliği Anlaşması,” bize bir çok kolaylıklar sağlıyor.Mesela, Özerk Yönetim`in içindeki bazı üst düzey işbirlikçilerimizin yardımıyla önde gelen birçok simalara operasyonlar düzenledik / düzenleyebiliyoruz.

       Hamas`ın askeri kanadının Batı Yaka Sorumlusu Mahmut Ebu  Henud`un arabasının Nablus yakınlarında dağlık bir bölgede, bu işbirlikçilerimizden gelen bilgiler tespit edilmesi, bu güvenlik işbirliğinin örneklerindendir. Havadan yaptığımız operasyonla on adet roket yağdırdık Ebu Henud`un arabasına. Böylece ondan da kurtulmuş olduk.Takdir edersiniz ki hükümetlerdeki politikada –özellikle güvenlikte – süreklilik esastır. Bizden öncekilerin bu konudaki girişimlerini bıraktıkları yerden daha sert ve daha caydırıcı bir şekilde devam ettiriyoruz. Bu sebepledir ki şu an Şeyh Yasin`in  de bu yolla yerini tespit edip ortadan kaldıracağız. Bu konuda işbirlikçilerimizden itaatkâr olanları faydalı oldukları müddetçe ödüllendiriyoruz. Zira bizim için dost-düşman önemli değil. Önemli olan, bir kimseden faydalanmamızdır. Şayet zarar verecek konuma gelirse, yani ölmesi faydalıysa ölür. Tıpkı Ocak 2002`de Eli Hubeyka`nın onca yıldan sonra ulusal davamıza ve İsrail`in menfaatlerine zarar verecek açıklamalarda bulunacağı ortaya çıkınca,üç adamıyla birlikte ortadan kaldırılması gibi.Bu, Eli`nin yapmaması gereken bir hareketti. Onun konumunda olan tüm işbirlikçilerimize de bu olay,bir mesaj oldu. Kısaca bu mesele üzerinde ilgili birimlerimiz titizlikle duruyorlar.Unutulmamalıdır ki kendi milletine ihanet eden,yarın bize de ihanet eder.              

       -Teşekkürler sayın müsteşarım,dedi Şaron. Gayet güzel ve faydalı açıklamalarda bulundunuz. Gelelim toplantımızdaki asıl amaca:Sayın istihbarat müsteşarımızın da satır aralarında belirttiği gibi,direnişçilerin önde gelenlerini yok etme konusundaki iktidar politikamıza bakanlar kurulumuzun da ortak bir karar alarak resmen destek çıkmasını istiyorum.Böylelikle operasyonlar için özel ekibimizin ve ordumuzun motivasyon gücü artar.Bu doğrultuda da Şeyh Yasin`in öldürülmesi konusunda özel gayretlerin,alacağımız resmi kararlarla artacağına inanıyorum.

        Aslında Arafat`ın da ortadan kaldırılması taraftarıyım.Ama Birleşik Devletler`e (Amerika) verilmiş sözümüz / güvencemiz var.Şimdilik bu anlaşmamız çerçevesinde bu güvencemiz devam edecek.

       Bir de dikkatinizi çekmiştir umarım.Gündemimizde daha çok Hamas ve bir de İslami Cihad var. Arafat ise bir bakıma anlaşabileceğimiz bir yapıdadır. Ama bu iki örgüt varlığımızı ortadan kaldırmayı amaçlayan, Arz-ı Mev`ud idealimizden vazgeçmemizi hedefleyen bir politika sahibidirler.İşte bu nedenlerle Hamas`ı başsız bırakıp dağılmasını sağlamak için, Şeyh Yasin`in bir an önce öldürülmesi gerektiği düşüncesindeyim.Zira bu aşırı radikalleri ortadan kaldırdığımızda, istediğimiz zaman lehimize kullanabileceğimiz anlaşma planlarımızı Amerika, Avrupa Birliği ve Rusyalı dostlarımızın baskısıyla Özerk Yönetim`e ve Arap ülkelerine kabul ettirebiliriz.Böylece güdümümüzde olan bir yönetimle Filistinlileri sindirmiş oluruz.Aksi halde Şeyh Yasin  ve onun gibi radikaller, önümüzde büyük bir engel olarak her zaman var olacaklardır.

       İşte bu sebeple görüşlerinizi öğrenmek için burada toplanmış bulunuyoruz.Zira Filistin meselesi dünya gündeminde gittikçe daha çok yer bulmaktadır.Bu iş daha fazla ilerlemeden önünü kesmemiz zaruret oldu.Çünkü yapacağımız her türlü operasyon milli menfaatlerimiz için elzemdir…

       -Sayın başbakanım, dedi bir ses aniden.İçişleri Bakanı Abraham Poraz`dı seslenen.İçişleri Bakanı olarak Şeyh Ahmed Yasin`e operasyon yapılmasını bu aşamada ve bu şekilde onaylamadığımı belirtmek isterim.Birleşmiş Milletler`den aşırı tepki alacağımızı düşünüyorum.Böylesi bir operasyonun bize faydadan çok, zarar getireceği aşikârdır.Yine Şeyh Yasin`in bulunduğu konumdan çok, boynundan aşağısının felçli olması ve yapılacak operasyonun şekli, uluslar arası menfaatlerimiz açısından negatif sonuçlar doğuracağı kanaatindeyim.

       -Aynı görüşteyim,dedi Adalet Bakanı Yosef Lapid. Şahsen bu işin olmasını ulusumuzun yüce menfaatleri açısından herkes gibi ben de isterim.Lakin Bakanlar Kurulu kararı ile operasyonun resmi devlet politikası hüviyetine büründürülmesi; âli menfaatlerimizi, Şeyh Yasin`in fiziki durumu itibarıyla Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği, yanı sıra Arap alemi, kısacası tüm dünya kamuoyu karşısında zedeler.Daha tepkisiz bir formülden yanayım.

      Birden gözleri beklemediği bu tepkiler karşısında kan çanağına dönen Şaron küplere bindi:

       -Pöh! dedi epriyen sesiyle.Âli menfaatlerimizi zedelermiş.Birleşmiş Milletler,Avrupa Birliği, dünya kamuoyu, hele hele Arap alemi de kim oluyormuş?Bugüne kadar Birleşmiş Milletlerin aleyhimize aldığı 200`ün üzerindeki kararların hangisine olur verdik?Söyler misiniz beyler?Cenin, Refah, Tulkarim gibi birçok mülteci kamplarına yaptığımız operasyonlara biz istemediğimiz için, gözlemci bile gönderemediler.Peki, sonuçta ne oldu?Aldıkları onca kararlar kâğıt üzerinde kalmadı mı?Avrupa Birliği ise Birleşik Devletler, vetosu ve desteğiyle yanımızda olduğu müddetçe hiçbir halt edemez.Zaten Almanya Hitler`den dolayı bize karşı tarihsel bir mahcubiyet duyduğundan, ömür boyu bir suçluluk hissetmektedir.Dolayısıyla çıt çıkaramaz.Lobilerimiz de Avrupa Birliği ülkelerinin bize karşı tavır almalarına göz yummazlar.Ant-i semitizm[7] duyguların gelişmesi kabul edilemez.Operasyonlarımıza karşı bir-iki kınama –siyaset icabı -  elbette olacak. Bunu da halklarına ve ticari ilişkiler içinde oldukları Arap alemine karşı yapacaklarından, önemsememek gerek.

       Dünya kamuoyuna gelince; bundan Arap alemini kast ediyorsanız, malumunuz tüm yöneticileri sadece koltuklarını düşünüyor.İpleri ve karanlık işleri Birleşik Devletler`in elinde olduğu sürece hiç korkmayınız.Şayet diğer dünya ülkelerini kast ediyorsanız, onlar için de aynı düşüncedeyim.Birkaç kınamanın ötesine geçeceklerini zannetmiyorum.

       Şeyh Yasin`in boynundan aşağısının felçli olması,tehlikeli bir düşmanımız olduğu gerçeğini değiştirmez.O,felçli ve oturak bir adam.Ama onun felçli ve oturak olmayan aklı var.Aynı zamanda bit teşkilat adamı ve lider konumunda.Etkinlik sahibi ve İsrail açısından güvenilmez biri. Aklı ve dili çalıştığı müddetçe, o bizim için çok tehlikeli. Dünya Yahudilerinin Kudüs`te bir araya gelmesine dayanan kutsal davamıza,fikirleriyle en büyük engeldir.Ortadan kaldırılırsa, Hamas büyük bir darbe alır inancındayım.Dağılma sürecine girecektir.Bu amaca yönelik siz değerli bakanlarımın onayını da bir destek olarak görüyorum.Başka bir itirazı olan var mı?

       Salonda kısa bir sessizlikten sonra onay  sesleri yükseldi. İki gerekçeli itiraza rağmen Bakanlar Kurulunca ortak bir kararda konsensüs sağlandı:Boynundan aşağısı felçli olan Filistin İslami Direniş  Hareketi Hamas`ın manevi lideri Şeyh Ahmed Yasin,öldürülecekti.

       Tarih,devlet onaylı bir terör hareketine şahitlik ediyordu.Yarım asırlık bir zamanı aşan şanlı ve şerefli bir direnişe karşılık, dünyanın gözü önünde süregelen yarım asrı aşkın bir Yahudi terörü!..İnsanlık suçu, savaş suçu, ırkçılık, katliam ve terör bir arada!..

       Buna karşın bu vahşete karşı duran tek güç, gittikçe güçlenen kutsal direniş intifada`ydı.

                                                                        

                                                                      *

       Çalışma odasındaki koltuğuna gömülmüş bir şekilde daldığı düşüncelerden, zevk sarhoşluğuyla kendinden geçen Şaron; yine hizmetkârının sesiyle kendine geldi:

       -Akşam yemeği hazır efendim, buyurun!

       Masada muhteşem görünümü ve garnitürüyle duran yemeğin çeşnisini damağında hissetti.Obur bir iştahla oturdu masaya.

          

        

       

                     

       

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

     

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                         

     

    

 

 

 

 

                                                  ÜÇÜNCÜ   BÖLÜM

 

 

     

      21 Mart 2004 Pazar gecesi. Gazze`de bir hastane!

      Babasının baş ucundaydı Abdulgani. Geçen gecende bu yana hastanedeydi. Doktorun ilk müdahalesi olumlu sonuç vermiş , babasının nefes alışları düzene girmişti. Fakat durumu hâlâ ciddiyetini koruyordu. Oksijen, kontrollü olarak veriliyordu. Sürekli takılı olan serum bünyesine iyi geliyordu.

      Annesi, Abdulhamid`le beraber , babasının birtakım ihtiyaçları için eve uğramıştı. Birazdan gelecekti. Babasının bir ulusun umut çiçeği oluşunu düşünürken, akşam namazı geldi aklına. Kıbleye doğru patiska bir bez parçası serdi yere. Bir daha babasına bakıp namaza durdu. Selamdan sonra elleri; yüreği ve sema arasında rAhmed dilenciliği için açıldı:

      -...Filistin`in şerefli ve yiğit Müslümanlarını muvaffak ve muzaffer eyle Allah`ım! Senin kutsal haremin olan Kudüs`ümüzün ve Mescid-i Aksa`mızın daha fazla şu Çıfıtların postalı altında çiğnenmesine izin verme. Halkımıza direniş gücü, direniş ruhu ve direniş beraberliği aşıla. Dininin izzeti, bu kutsal beldenin şerefi ve bu mazlum milletin azatlığı için kendini feda eden şehitlerimize, ailelerine rahmetinle muamele et. Bu lanetli kavmin başına, direnişimizin izzetini musallat kıl. Geçmişte onları zelil ettiğin gibi, bugün de ellerimizle onları zelil et. Bizi de dergahında şehitlerden yaz. Hastalarımıza şifa ver. Sıkıntılarımızı azalt. Merhametinle yardım et biz aciz kullarına Allah`ım!

      Odayı bir sükûnet kaplamıştı. Hafiflediğini hissetti. Doğrulup babasına döndü. İhtiyar babasının gözlerini açmış kendisine baktığını gördü. Babasının kıpırdayan dudaklarını görünce, kulağını ağzına yaklaştırdı. Dua ediyordu yaşlı babası.

      Tam o esnada kapı açıldı. Arkasında annesiyle beraber doktor içeri girdi. Kapıda karşılaşmışlardı. Şeyh Yasin`i gözleri açık görünce hem doktor, hem de annesi sevindiler.

-   Sizi iyi gördüm efendim,dedi saygıyla. Umarım en kısa zamanda iyileşirsiniz.

      Göz işaretiyle teşekkürlerini  ifade etti Şeyh Yasin. Hanımına baktı. Gözleri sevincinden  parlıyordu hayat arkadaşının. Aniden gözlerini yumdu ihtiyar Şeyh. Derin bir uykuya dalmıştı anlaşılan.Anne -oğulda hafif bir telaş sezdi doktor:

-   Endişe edilecek bir şey yok; uyudu, dedi.

-   Doktor bey, dedi Abdulgani. Dünden bu yana bir sürü tetkik yaptınız. Babamın nesi var?

      Gülümseyen çehresiyle doktor, Abdulgani ve annesine baktı. Tane tane konuştu:

      -Açık konuşacağım Abdulgani. Baban her ne kadar şu anda kontrol altında olsa da,  yapabileceğimiz bu kadar. Astım; yani nefes darlığı onu oldukça zorlamaktadır. Boynundan aşağısı tutmayan bir insan için bu aşınmanın, vücudu çeşitli sorunlara maruz bırakması kaçınılmazdır.  Buna bağlı olarak konuşma zorluğu çekmesi, işitme ve görmede nisbi bir kayba uğraması da normaldir. Nefes darlığını, oksijen tüpleriyle muvakkat olarak tedavi etsek bile, durumunun ciddiyetini hâlâ koruduğunu inkâr edemeyiz. Bunun yanı sıra yaşlılığı ve üzerindeki manevi sorumluluğun etkisini de düşünmek lazım. Büyük başlar büyük sorunlarla boğuşur… Benim görüşüme göre hastanede kalmasının bir anlamı yok. Eve götürmeniz daha iyi olur. Fakat Allah`tan ümit kesilmez. Yine de burada kalmasını arzu ediyorsanız bir sakıncası yok. Ona bol bol duadan başka elimizden bir şey gelmiyor. İnşaallah şifa bulur. Söyleyebileceğim bunlardır. Müsaadenizle…

      Kapıya yönelen doktor aniden geri döndü:

      -Şayet hastamızı eve götürecekseniz sabah vakti uygundur. Taburcu işlemlerini de o zaman yaparız.

      Kapıyı hafifçe kapatıp çıkan doktordan sonra canı sıkılan Abdulgani de odadan çıktı. Koridorda hava almayı düşünüyordu.

      Halime Hatun ise kocasının sararmış yüzüne bakıyor, bir yandan da doktorun söylediklerini düşünüyordu.  Ulu bir çınar gibi olan bu yaşlı adama, yıllar yılı bir ulusla beraber sırtını dayamıştı. Direnişle büyüyen, eli kalem yerine taş tutan bir neslin umuduydu Şeyh Yasin.İsrail,in her türlü hile ve oyunlarına rağmen devrilmeyen bu ulu çınar, şimdi hastalıklarla, yılların yorgunluğuyla boğuşuyordu.

      Aklına evden getirdiği temiz elbiseler geldi. Hemen çantasından çıkarıp özenle dolabın raflarına dizmeye koyuldu. Bir yandan da düşünüyordu. Acaba ne yapmalıydı? “Doktor ümitsiz vaka olarak durumu özetlediğine göre, sabah taburcu etmek en doğrusu” diye düşündü. “Mevla görelim  neyler…”

      İşini bitirip sandalyeye oturmuştu ki, oğlunun telaşla içeri girdiğini gördü.

-   Anne!.. dedi Abdulgani

-   Yavaş ol oğlum babanı…

      Annesinin sözünü bitirmesine fırsat vermeden atıldı.

-   Çabuk ol anne. Pencereye gel!

-   Ne oldu oğlum, neden telaşlanıyorsun?

     Oğlunun ardından pencereye yöneldi. Pencereden bakınca Gazze kıyılarında olağan dışı bir hareket gördü. Hızla geçen bir F-16` nın sesini, Apaçi helikopterlerinin gürültüsü takip etti. Kıyıda telaşla  sağa sola koşuşturan   işgalci İsrail askerleri vardı. Birkaç askeri ve zırhlı araç da göze çarptı.

      Gün görmüş devran geçirmişti Halime Hatun. Bu hareketliliği hayra yormadı. Geçen eylül ayında Hamas`ın ileri gelenlerinin bir toplantısında kocasına yapılan acımasız suikastı hatırladı.Bir F-16 uçağından atılan füze, hedeften sapmış toplantının yapıldığı binanın yanındaki apartmana isabet etmişti. Harap olan bina, enkaza dönmüştü. Toplantının da bulunduğu binanın zarar görmesine rağmen, kocası sadece eli yaralı olarak kurtulmuştu.

      Yine 15 Aralık 2001` de  İsrail işgal ordusunun yaptığı geniş çaplı bir saldırıda da kocasının içinde bulunduğu camii, İsrail ordusunun füzelerine hedef olmuştu. Yüce Allah`ın lütfuyla Şeyh Yasin yara almadan bu saldırıdan da o zamanlar kurtulmuştu.

      Bir süredir İsrail`in kocasını ve Filistin direnişinin önde gelenlerini hedef alan suikastlerde endişe duyuyordu. Birçok önemli şahsiyet, bu devlet terörüne kurban gitmişti. Bu nedenle Hamas, son olaylardan bu yana Şeyh Yasin`in yerini sürekli değiştiriyor, gözlerden ırak tutmaya çalışıyor, silahlı fedaileri ve milisleriyle koruyordu.

      Tüm bunları düşündükçe bir hareketlilik, Halime Hatunu işkillendirdi. Ani bir kararla;

-   Babanı hemen eve götürmeliyiz oğlum, dedi.Abdulgani şaşkınlıkla annesine

bakarken;çabuk ol oğlum, dedi annesi.Kapıdaki fedailere haber ver. Ortalık iyi görünmüyor.

      -Babamın tedavisi ne olacak anne?

      -Evde devam ederiz. Haydi durma arabayı kapıya getir!Ben de elbiseleri toplayıp babanı

hazırlayayım.

      - Ya doktor!..

      - Doktor mu? dedi. Kısa bir duraksamadan sonra hemen aklına geleni söyledi : iyi ki hatırlattın oğlum. Odasına uğrayıp sabah taburcu işlemleri için uğrayacağını söyle. Hadi çabuk ol! Ne duruyorsun öyle?

      -Peki anne hemen gidiyorum.

      Abdulgani annesinin önsezilerine güveniyordu. Annesi basiret ve feraset bir kadındı. Doğruluğuna inandığı şeyi yapmaktan çekinmezdi. Hayat, onu olayların gölgesinde tecrübeyle yoğurmuştu.

      Acele merdivenleri inen Abdulgani, kapıda bekleyen birkaç fedaiye durumu anlattı. Fedailerden biri arabayı çıkış kapısına getirmek için koşarken, Abdulgani soluğu doktorun odasında aldı.

                                                                          *

      Kardeşleri gecenin bu saatinde babalarını sessiz sedasız karsılarında görünce hem sevindiler hem de sarsıldılar Abdulhamid ve Meryem hemen babalarının yatağını  alelacele hazırladı. Şeyh Yasin üzerindeki örtüsüyle birazdan hasta yatağındaydı.

       Az sonra kapı çalındı. Gelen damatlarından Hamiş Müştehi`ydi. Kaynanasından sonra hasta yatağındaki Şeyh Yasin`inde elini hürmetle öptü. Durumunu sordu. Usulca geri çekilip Abdulgani ve Abdulhamitle sohbete daldı.

      Halime Hatun çocuklarına fark ettirmemeye çalışıyordu; ama kulağı sürekli dışarıdaydı. Uçak ve helikopter seslerine kulak kabartıyor , bir yandan da soğukkanlılığını korumaya gayret ediyordu

      Yatsı ezanına az bir zaman kalmıştı. Dışarıdan gelen İsrail keşif uçaklarının sesi onu telaşlandırdı. Uçakların bu bölgedeki hareketleri akşamdan beri kuşkularını arttırmıştı. “Şeyh Yasin`ini daha emniyetli  bir yere nakletmek gerek” diye düşündü.

      Bu düşünceler içindeyken, yatsı ezanının sesi dalga dalga yankılandı Sabra Mahallesinin semanında. Zihni kuşkular deryasında yüzerken, dudaklarından ezan duası dökülüyordu:

“Allahümme Rabbe hazihi da`veti-t tammeh..”[8]

      Aniden kocasının kısık sesiyle kendine geldi:

      -Beni yatsı namazına yetiştirin!

      Anlaşılan Şeyh Yasin camiye cemaatle namaz kılmaya gitmek istiyordu. “ Hep böyle yapar zaten. Birazcık olsun kendine geldi mi namazlarını camide cemaatle kılmaktan vazgeçmez” diye düşündü.

      Israrın boşuna olduğunu biliyordu Halime Hatun. Üstelemedi. Kocasını evden daha güvenli bir yere nakletmek için, bunun olduğunu düşündü.Bir yandan kocasını hazırlarken diğer yandan da oğullarını tembihliyordu. Gelişmeler hakkındaki fikrini kocasına da söyler gibi konuştu:

      - Akşamdan beri ortalıkta bir hareketlilik var. Askerler, uçaklar, helikopterler…biri gidip diğeri geliyor. Hastaneyi güvenli görmedin; ama burası da güvenli sayılmaz. Namazdan sonra babanızı daha emin bir yere götürün oldu mu çocuklar?

      Abdulgani ve Abdulhamid babalarına baktılar. Sessizlik vardı Şeyh Yasin`in üzerinde. Bu hal söylenenleri onaylandığına yorumladı. Halime Hatun buna sevinmişti.

      -Peki anne, dediler çocukları. Namazdan sonra güvenli bir yere gideriz inşallah.

      Yüreği rahatladı kadıncağızın. Hemen kocasının sakosunu üzerine geçirdi. Kefiyesini başına oturttu. Arttık gitmeye hazırdı Şeyh Yasin.

      Abdulgani babasını kucaklayacağı esnada;

      -Dur, dedi babası fısıltıyla.

      Hayat arkadaşı Halime Hatunu anlamlı anlamlı süzdü. Çocuklarını, evini… sonradan anlaşılacak mana yüklü bakışlarla son bir defa süzüyordu Şeyh Yasin. Bir veda gibi, bir hoşça kal gibiydi bakışları. Allah`a ısmarladık dercesine…

      Daha sonra Abdulgani`nin kucağında bir ömrün çilesini birlikte omuzladığı iffet timsali hanımının bakışları arasında kapıdan süzüldü . Kaderine yürüyen garip bir kuldu.

      Yol boyunca babasını gözledi Abdulgani. Abdulhamid ve Hamiş de garip bir atmosferin otomobile dolduğunu fark etmişlerdi. Farklı bir halet-i ruhiye taşıyordu bu akşam Şeyh Yasin sanki bir yolcuydu. Uzak, çok uzak bir diyarlara giden bir yolcu… Bakışları, annesini, kardeşlerini, evlerini süzmesi… “Hayır hayır! Belki bana öyle geliyor” diye düşündü Abdulgani.

      Birazdan arkalarında fedailer caminin kapısındaydılar. Aralarında Şeyh Yasin`i görmek, cami cemaatini sevindirmişti. Zira son zamanlarda pek göremez olmuşlardı ihtiyar şeyhlerini. Ayrıca hasta olduğunu duymaları daha bir üzmüştü onları.

      Hemen çevresini sevgi halkalarıyla sardılar. Gönülden gönüle yayılan bir sevgi yumağı sarmıştı camiyi. O bir semboldü, umudun nişanesi… Bir güven, bir dayanaktı. Görünce gözlerin aydınlandığı, yüreklerin şenlendiği ve Allah`ın hatırlandığı bir mü`min… Ellerde değil; yüreklerde taşındı. Hürmetle, saygıyla, sevgiyle… Zira yürek sultanları makamlara koltuklara sığmazdı.

      Namaz bitti ve cemaat yavaş yavaş dağıldı. Abdulgani annesinin sözlerini hatırladı: Babasını güvenlik için daha emin bir yere götürecekti. Sağına soluna bakınca Abdulhamid`i ve eniştesi Hamit Müştehi`yi hazır gördü. Babasına yaklaştı. Saygıyla gideceklerini hatırlattı.

      Bakışlarını kendisine çevirirken yine sessizdi babası. Fakat bir başkalık vardı bu bakışlarda, bir tuhaflık… Sanki ta öteki aleme uzanan bir hasret, bir özlem okudu babasının gözlerinde. Ne oluyordu, neler oluyordu? Bu kuzgunî gecede bir tuhaflık vardı. Tekrar babasının gözlerine baktı. Hayır, bu bakışlar hasta bir insanın değil; sır dolu, aşk dolu bir insanın bakışlarıydı. Gizem kokuyordu. Aynı his, aynı duygulara yolda namaza gelince de şahit odlunu hatırladı. Demek ki yanılmamıştı.

      “Nasıl tarif etmeli?” diye düşündü. “Özlem ve vuslat karışımı garip bir sevinç mi desem, gülşen-i cenneti gören neşeli bir sima mı?” Kararsızdı Abdulgani. Babasına hayran hayran bakakaldı.

      Oysa bilmiyordu babasının ruhunda kopan fırtınaları. Bir med cezir yaşıyordu Şeyh Yasin. Hissi kalbe`l vuku muydu neydi? Uğrunda bir ömür harcadığı “Canlar Cananı”na Rabbine kendini daha yakın hissetmişti bu gece. Manevi bir sofranın çeşnisini dimağında hissediyordu. Sanki atlas bir iklimin meltemi esiyordu camide. Rayihalar, miskuamberler geliyordu burnuna.

      Burnunda tutuyordu gülşen-i ilahi. Hiç bu kadar özlem duymamıştı ukbaya. Sanki bir davet vardı. Sanki bir gel deyişi meleklerin. Bir davet, bir vuslat… Gül kokusunu, yeşil kursaklı kuşun sesini mi duyuyordu ne? Yasemin yüzlü, nergis bakışlı bir gözetim hissetti. Manevi bir devinim yaşıyordu . Bir hoştu bu gece Şeyh Yasin.

      İçinden yüreğinin ta derinliklerinden “gitme kal bu gece” diye feryatlar yükseliyordu. Bu geceyi tefekkürle, ibadetle geçirmeyi arzulayan ruhunun çığlığıydı bu feryatlar. Dimağındaki bu manevi lezzeti bırakmayı kabullenemedi

      Sır kokan gözlerini yine oğluna çevirdi. Karşısında saygıyla bekliyordu. Ağır ağır

      -Fikrimi değiştirdim oğlum, dedi usulca. Bu geceyi camide ibadet ederek geçirmek istiyorum.

      Abdulgani biraz şaşkın, biraz da tuhaf oldu. Ne olduğunu bilmiyordu. Ama gönlünde bir burukluk hissetti. Abdulhamid ve Hamiş`ten yana baktı. Kalıyoruz manasında başıyla işaret etti. Edeple oturdu bir köşeye sessiz sedasız.

      Şeyh Yasin uzun uzun ilahi nağmelerle ruhunu yıkadı. Kuran okudu önce… Manevi hazzın şahikasını yasıyordu. Dudakları ilahi kelamda, yüreği; müjdelenen atlas iklimin coşkusundaydı. İlahi kelamı yudum yudum özümlüyordu:

      “Şüphesiz ki iyiler(elbette cennette nimet ve) refah içindedirler.

      Yüzlerinde refahın (sevinç ve) pırıltısını tanırsın.

      Onlara (cennete mahsus) mühürlü, halis bir şarap sunulur.

      Ki onun sonu misktir.

      Artık buna (nefis şeyleri tatmak konusunda)imrensin imrenenler!

      Ve (o şarabın) katığı “tesnim”dendir.

      (O da cennette) bir pınardır ki, Allah`ın yakın kulları ondan içer.”[9]

      Bir hoş oldu ihtiyar yüreği bu ayetler karşısında. Rabbini arzuladı aniden; nimetlerini… Felçli ellerini değil; ama yürek ellerini açtı dergah-ı ilahiye… Vuslat için, Kudüs için, Filistin için, halkı için, mazlum ve mustazaf dünya Müslümanları için… gözyaşlarıyla suladı dua ağacını sessiz sessiz.

      Sonra bir ömür sermayesini tefekkür etti. 66 yıllık bir ömrün çilesi kare kare canlandı gözünde. Dalıp gitti Şeyh Yasin yıllar öncesine…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

     

                                                       DÖRDÜNCÜ   BÖLÜM

 

 

 

      2 Kasım 1917. Birinci Dünya Savaşı yılları…

      İngiltere`nin Filistin topraklarını işgal ettiği yıllardı. Sömürgeci ruhun sızdığı bir başka toprak oldu Filistin. Dünyanın birçok bölgesinde mazlumların kanını emen emperyalist zihniyet neşvünema bulmaya çalışıyordu bu topraklarda.

      O tariht İngiltere Dışişleri Bakanı Balfaur İngiliz Siyonist derneği federasyonuna yazdığı manidar bir mektupta şu sözü vermişti: “ Majestelerinin hükümeti Filistin`de Yahudi halk için milli bir yurt kurulmasını uygun görmektedir. Bu gayenin gerçekleşmesi için her türlü çaba harcanacaktır.”

      1920 yılında ise Birleşmiş Milletler Cemiyeti İngilizlerin Filistin üzerindeki mandasını resmen tanıdı. İşgal eylemi yasallaşmıştı. 1948`in 14 Mayıs`ına kadar sürecek olan manda yönetimi Yahudilere devlet olma zeminini hazırladı.

      Birinci Dünya Savaşı sonunda Filistin`deki nüfus 700 bin civarındaydı. 50 binin üzerinde de göçmen vardı. Takriben 65 bin civarında ise Yahudi topluluk bulunuyordu. Bunların bir kısmı 16. yüzyılda İspanya`dan kaçanların soyundan gelen eski yerleşimcilerdi. Geri kalanlar da 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında Filistin topraklarına yerleşen Siyonist yerleşimcilerden  oluşuyordu.

      1897`de İsviçre`nin Bacel kantonunda Siyonizm`in babası sayılan Theodore Herz`in başkanlığında yapılan Birinci Dünya Siyonist Kongresinde alınan kararlar gereğince İngiliz manda yönetimi altındaki Filistin`e bu yıllarda dünyanın birçok bölgesinden göçler başladı. Amaç; Filistin`i yurt edinmekti.

      Bu gayeye binaen kaçak yollardan Filistin`e – özellikle deniz yoluyla- akın akın göçler oldu. Bu göçleri hızlandıran “Mossad Laliyah Beth” ve “Haganah” gibi Siyonist örgütler yoğun bir şekilde Filistin`e Yahudi göçmenleri taşıyordu. Teknelerden, balıkçı, botlarından ve büyük yolcu ve armatör gemilerden faydalanıyorlardı.

      1936 yılında 400 bini geçen Yahudi nüfusu 1944`e gelindiğinde 600 bine yaklaşmıştı. Nitekim bu hızla 1948 yılından sonra Filistin`e yerleşen göçmenlerin nüfusu 1951 yılına gelindiğinde  bir buçuk milyonu bulacaktı.

      Başta Kudüs, Tel-Aviv ve Nablus olmak üzere birçok yerde Siyonist yerleşimcilerin artması yerli Filistin halkını tedirgin etti. Halk bu göçe karşı koyunca İngiliz Manda Yönetimi 1920`den beri gittikçe artan ve kesintisiz süren bu Yahudi göçün durdurulmasına karar verdi. Fakat zaman zaman çeşitli kısıtlamalara artan tepkilerden dolayı gidilse de, Yahudi göçü İngiliz manda yönetiminin temel politikasıydı.

      Manda yönetiminin Yahudi göçünü sözde engelleme girişimlerine bile tahammülü olmayanların başında 1930`ların başında kurulan Haganah adlı  aşırı radikal askeri Yahudi yeraltı örgütü geldi. Hem İngiliz manda yönetimine hem de yerleşik Filistin halkına karsı terör eylemlerine girişti. Artık çatışmalar başlamıştı. Filistin, silahların konuştuğu bir toprak olmuştu. Öte yandan Haganah, hâlâ kaçak göçmen seferleri düzenlemekten  geri durmuyordu

      Filistin`i yurt edinme emelini ihya etmek için yerleşik olan Müslüman Filistin halkını yıldırmak; evlerinden, köylerinden sürmek adına Yahudi göçmenlerin yaptıkları katliamlar hızla artıyordu. Kimi köyler basılıyor, kimi yerleşkeler yerle bir ediliyordu. Ateşe verilen evlerde diri diri öldürülen nice Filistinli Müslüman, sessiz sedasız Yahudi zulmüne kurban oldu. Köylerin yanı sıra kasabalar ve şehirler de bu menfur zulümden nasipsiz kalmadı. Halk fevc fevc başka diyarlara zorlanıyor, evleri yağma ediliyordu. Bu katliamı yapanlar Arz-ı Mev`ud ideali için Filistin`e gelen Yahudi göçmenlerdi. Kimi doktor, kimi hemşire, kimi mühendis, kimi sanatkâr, kimi ev kadını, kimi de mevki-makam sahibi güya medeni (!) kimselerdi. Bir şehirden bir şehire katar katar cephane taşıyor, Siyonist emelleri için sivil kimliklerini askeri kimliğe dönüştürüyorlardı. Çünkü her Yahudi, kadını-erkeğiyle birer askerdi Siyonist öğretisince. Fark gözetilmezdi aralarında.

                                                         

                                                                    *

 

      Yahudi çetelerinin yaptığı bu mezalimler gölgesinde 1938 yılıydı. Yer Filistin`in Askalan şehrinin el-Cevra köyü… Bir doğum yaşanıyordu bu şirin köyde. Doğan çocuk ailenin sevinci, göz bebeği oldu. AHMED YASİN dendi adına. Mazlum coğrafyanın mazlum bebeği… Üzerinde bunca Yahudi zulmü varken kalbin meyvesi olan bu çocuk el-Cevra`nın bu şirin köy evini her şeye rağmen sevince boğdu.

      Ağlıyordu bebecik ağlıyordu Ahmed Yasin. Yaşanılan zulme, yaşanılan mazlumiyete… Bu vahşete bir şahit daha doğmuştu; bir mazlum daha… Hissetmiş miydi acaba bu zulmü bebecik? Yoksa ağlaması mazlumiyetine miydi; kim bilir? Her şeye rağmen hayat sürüyordu zulmüyle, çilesiyle…

      Küçük Yasin`in köyü Yahudi çetelere inat direndi toprağında. Terk etmedi bir karışını vatan bellediği yurdunu. Fakat terk eden oldu evini, köyünü…. Küçük Yasin`in muhterem babası bu şirin el-Cevra köyünden ebedi aleme irtihal etti. Yasin yetim, Yasin babasızdı. Henüz 3-4 yaşlarındaydı.

      Artık annesinin himayesindeydi. Aileye kol-kanat geren bu Müslüman Arap kadını hem aile reisi, hem annesiydi. Yılmadı, yıldırılmadı. Anaç tavuk misali zulmün gölgesinde çocuklarını büyüttü.

      Öte yandan işgalci Yahudiler dünya kamuoyunda da siyasi ve politik faaliyetini durmaksızın sürdürüyordu. Kimsesiz Filistin kendi iç sorunlarıyla boğuşan Avrupa güdümlü Arap ülkelerince uluslar arası arenada güya savunuluyordu. Filistin topraklarında bir Siyonist devlet kurmayı gaye edinen Amerika ve İngiltere danışıklı dövüşüyordu. Planlar, programlar, görüşmeler, uluslar arası konferanslar… biri diğerini kovalıyordu.

      İngilizler sorunun içinden çıkamayacaklarını anladıklarında ikinci dünya savaşı sonrası Amerika`nın desteğiyle Filistin sorununu Nisan 1947`de Birleşmiş Milletler`e götürdüler. Adeta başlarından savdılar. Sorun, Amerika güdümündeki Birleşmiş Milletler`e havale edilince uluslar arası platformda farklı bir boyuta büründü: Filistin topraklarının %42`sini Araplara, %56`sını Yahudilere devlet kurma hakkına binaen veren bir “Birleşmiş Milletler Taksim Planı” devreye girdi. %2` lik Kudüs ve çevresi ise Birleşmiş Milletler denetiminde uluslar arası bölge olacaktı. Bu taksim planı, kuzulara şah olsa kurdun yapamayacağı bir plandı

   Nitekim gidişat bu yönde ilerliyordu. Filistin sorununu sahiplenen Arap ülkeleri ve Amerika

anlaşamadı. Bu karar  Filistin`de  dalga dalga  protesto ve gösterilere sebep oldu. Birleşmiş Milletler`in temel kuruluş ilkeleriyle çelişki arz eden bu taksim kararı, Filistin`de nüfusun üçte ikisini oluşturan Müslüman Arap çoğunluğunun kendi kaderini tayin (self  determination) hakkını engelliyordu. Amerika, İngiltere ve uluslar arası siyasi çevreler tarafından bu hak ,fiili (de facto) bir redde maruz kalmıştı. Bu ortamda Birleşmiş Milletler, İngiltere`nin de bir yıl sonra   15 Mayıs 1984`de Filistin`den tamamen çekileceğini belirtti.

      Bu karar üzerine Yahudi işgalci çeteler, örgütlü ve düzenli bir yapıya büründüler. Müslümanlar Filistin halkına karşı İngiltere çekilmeden “ taksim planında ” kendilerine ayrılan bölgeleri ele geçirmeye  çalıştılar. Böylece bir Müslüman – Yahudi çatışması başlamış oldu.                                        

       Şiddetli çatışmalarda bir tarafta işgalci Siyonist Yahudiler, diğer tarafta da toprağın sahibi Müslüman Filistinliler vardı. Düzenli ve silahlı Yahudi olan çetelerin dehşetengiz baskıları ve katliamları kulaktan kulağa  yayılıyor, halkta panik meydana getiriyordu. Haganah,Irgun ve Stern  örgütleri desteğinde gün gün katliamları artıyordu.

          1947`nin 9 Nisan`ında bu örgütlerin liderliğinde Filistinliler, yürekleri ağlatan bir katliam yaşadı. Deir Yasir Katliamı… Çoğu çocuk ve kadından oluşan 254 Filistinli acımasızca bu köyde katledildi. Halk paniğe kapıldı. Kitlesel göçler başladı. Gözlerini kan bürümüş işgalci Yahudi çeteleri, zülüm ve katliamlarını ileride devletlerine “ başbakanlık ” edecek kimselerin kontrolünde yapıyorlardı. Vahşet çetelerinin reisleri onlardı: David Ben Gurion, İzak Rabin, Menahem Begin, İzak Şamir, Şimon Peres, Ariel Şaron… Kuzu postuna bürünmüş kurtlardı. 

          Birleşmiş Milletler`in Filistin üzerine aldığı bu yanlış karar neticesinde başlayan iç savaş, tüm hızıyla devam etti. Yahudi mezaliminin dozu gittikçe artıyor, Filistinlilere kan kusturuyordu. İngiliz Manda Yönetimi`nin Filistin`deki yönetim müddetinin bitimine birkaç saat kala Tel–Aviv`de toplanan Yahudi Milli Kongresi yayınladığı bir deklarasyonla İsrail Devleti`nin kurulduğunu ilan ettiğinde, tarihler 14 Mayıs 1948`i gösteriyordu. Bu geçici işgal hükümetinin başbakanlığına getirilen David Ben Gurion, Theodore Hertz`in siyonist rüyasını ilan etti:“ Biz Halk Konseyinin üyeleri Eretz israil`de İsrail Devleti olarak bilinecek Yahudi Devleti`nin kuruluşunu ilan ediyoruz…”

          Bu ilandan 11 dakika sonra bu emelin gerçekleşmesinde ve işin içinde parmağı olan Amerika, işgalci Siyonist hükümetini fiilen tanıdı.

          Son İngiliz askeri birliklerinin 15 Mayıs`ta Filistin`den ayrılmasıyla Mısır, Ürdün, Suriye, Irak, Lübnan hükümetleri işgalci hükümete savaş açtı. Bu işgalci hükümet hem bir ulusun toprağını işgal etmiş, hem Siyonist  bir devlet ilan etmiş, hem de Filistin`de katliamlar yapmıştı. Bir yıl kadar sürecek olan meşhur 1948–49 1. Arap–İsrail Savaşı, böylelikle başlamıştı.

        Her çeşit uluslar arası destek ve güçle gayet nizami ve düzenli askeri birlikler kuran Yahudiler, bu günleri düşünerek çok  önceleri düzenli ordu girişimine koyulmuşlardı. Savaş için donanım ve askeri hazırlıklarını önceden sürdürüyorlardı. Oluşturdukları çeşitli tugaylar, polis gücü, Haganah, ırgun, ve Stern gibi illegal yeraltı terör örgütleri bu düzenli ordunun esas güçleriydi.

          Haganah`ın seksen bin askeri feshedilip diğer güçlerle beraber düzenli askeri güce dönüştürüldü. Bir Yahudi seferberliği başlamıştı. Öyle ki bir kısım silahları, geri çekilen İngiliz Manda Yönetimi`nden, bir kısmını da kaçaklılıkla elde ettiler. Hatta geri çekilen İngilizlerden tanklarını da aldılar.

          Yahudilerden farklı olarak Filistinli Araplar, askeri eğitimi olmayan gönüllü Müslüman halk yığınlarından meydana geliyordu. Yürekleri Filistin için atan; ama savaş güçü ve donanımından yoksun, uyumsuz, dağınık bir  kuvvet…Silahları; çekilmeden önce İngiliz Mandasınca toplatılmış, dişleri sökülmüş pençesiz aslanlar…

          Modern donanımlı silahları ve Amerika desteğiyle Siyonist ordusu savaş uçakları, toplar ve ağır askeri araçlar eşliğinde beş Arap devletini de  yendi. Birleşmiş Milletlerin               “taksim planı ” çerçevesinde % 56`lık olan Filistin topraklarındaki payını, % 77`ye çıkardı. İşgal daha da artmış; Filistin`in 3 / 2`sini sarmıştı bu alevli ateş topu .

        Artık Filistin sorununda belirleyici olan; güç politikası olmuştu. Şimdi ise güç, Siyonist terör devletindeydi.

        Bu savaşta Filistinli dağ gerillaları büyük yararlılıklar göstermiş,işgalci  Yahudileri zor durumda bırakmıştı. Bunun çaresini düşünen Yahudi güçlerinin lideri, ilerde bu terör devletinin başbakanı olacak genç bir komutan olan İzak Rabin`di. Emrindeki seçkin Palmaçh Harel Tugayıyla [10] Filistinli dağ gerillalarını ve onlara yardımcı olan dağ köylerini              /köylülerini acımasızca yok  etti.Bu, bir katliamdı. Bugüne kadar süregelen tüm katliamlar gibi bir katliam… Tıpkı kendinden öncekiler gibi tarihin sessizliğine gömülüp kayboldu. Gittikçe cesaretlenen, vahşileşip barbarlaşan Yahudiler,  Amerika ve yandaşlarının desteğiyle semizleniyorlardı.        

       1984 yılının bu meş`um savaşında Filistin`in büyük bir bölümünün işgali, büyük bir felaketi de beraberinde getirdi. Siyonist işgali altıda kalan birçok yerleşim yerindeki insanlar, daha güvenli bölgelere göçe başladılar. Kendi vatanında dağdan gelenler tarafından bağında dövülmek misali, göçmen olmakta vardı Filistinlilerin alınyazılarında. Kendi toprağında muhacir, kendi toprağında göçmen olmak…

        Askalan`ın  el–Cevra  köyü!..

        Bir anne ve çocukları hazırlıklar içindeler. Doğup büyüdükleri topraklardan ayrılmak, ata yadigarı diyardan göç etmek zor geliyordu Yasin ailesine. Gözler buğulu, diller beddualıydı Yahudi işgaline. Bir ömrün harcandığı  el–Cevra`yı terk etmek, ne zordu gönüllere. Ya Askalan?.. Meşhur hadis alimi İbnu Hacer Askalani`nin diyarı Askalan… Birçok ilim erbabının yerleşkesi…

          Bir kafile yola koyuldu Askalan`ın el–Cevra köyünden. Çoluk-çocuk, genç-yaşlı demeden yüklü hayvanlar, at arabaları ve taşıtlardan oluşan bir göç kafilesi… Filistin`in güneyine yol aldılar. O zamanlar Mısır`a bağlı olan sınır kenti Gazze` ye … Kafilenin içinde henüz on yaşlarında olan küçük Ahmed Yasin, ağabeyi Şihde, kardeşleri ve annesi vardı. Toplam yedi kişiden oluşan bu aileyi yeni bir hayat ve zorluklarla dolu bir gelecek bekliyordu. Birçok Filistinli aile gibi…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                             BEŞİNCİ    BÖLÜM

 

 

        

          Gazze!..

          İmam Şafii diyarı… Denizle dost, güzel şehir… Umutların filizlendiği ana kucağı… Yığın yığın Yahudi zülmünün muhacirlerini ağırlayan umudun mekanı…

       - Hey!.. Ahmed Yasin! Bizi de bekle!..

       Durup arkasına baktı. Peşinden koşan arkadaşları soluk soluğa yetiştiler. Öndeki :

       - Nereye Ahmed Yasin ? diye nefes nefese sordu.

       - Bakın! dedi küçük Ahmed Yasin ileriyi arkadaşlarına işaret ederek. Haydi! Onları karşılamaya gidelim.

       Yeni bir kafile geliyordu. Hep beraber kafileye doğru koşmaya başladılar. Çocuklardan kiminin ayakları çıplak, kiminin üstü başı perişandı. Arkalarında bir toz bulutu bırakarak koştular.

       Fakirliğin kol gezdiği bu yer, Gazze`nin Şati semtiydi. İleride burayı, Yahudi zülmünden dolayı köylerini terk eden Filistinli göçmenler yerleşerek genişletecek ve burası Şati Mülteci Kampı diye anılacaktı. Bir yerleşim yerinden çok, varoşları andırıyordu. İki kerpiç bulan üst üste koymış, üzerine birkaç ağaç koyup bir gecekondu yapmıştı. Durumu iyi olanlar biraz daha muntazam bir eve sahip olmuşlardı.

       Her geçen gün artan göçmenler. Şati`yi büyütüyor, nüfusunu artırıyordu.Gazze`ye en yakın Mısır ve diğer Arap ülkelerinden gelen yardımlar, muvakkat ve anlık sevinçler yaşatıyordu. Birleşmiş Milletler Mültecilere Yardım Yüksek Komiserliği (UNRWA) gözetiminde burası, Nuseyrat, Han Yunus ve diğer göçmen kamplarda yapılan eğitim, sağlık ve gıda yardımları da yeterli değildi. Buram buram mazlumiyet  kokan Şati, diğer yerleşkelerden farklı bir manzara arz etmiyordu.

       Uzaktan silueti görünen göçmen kafilesi gittikçe yaklaşınca, küçük Ahmed Yasin ve arkadaşları da durdular. Gelenlerin üzerinde okunan; sadece çile,  sadece zülümdü. Yorgunluk akıyordu simalarından; gözlerde ise çaresizlik … Bulabildikleri yükte hafif, pahada ağır üç-beş kap-kaçak ve canlarıydı bu zulümden kaçırdıkları. Hüzün bulutları dolaşıyordu kafilenin üzerinde.

       Sessizlik çökmüştü ortalığa. Kucaklarda ağlayan bebeklerin, yükleri taşıyan hayvanların ve taşıtların sesi  kafilede canlılığın belirtileriydi. Herkes üzgün, herkes kızgındı. Kabaran bir öfke sineleri  körüklüyor, dudaklarda lanetlere dönüşüyordu.

       Kafileye bakan çocuklardan biri sayıklar gibi sordu :

      - Acaba kim bunlar?

      Beyaz entarisi ve başında kefiyesiyle ihtiyar bir Arap cevapladı soruyu :

      - Kim olacak evlat! Benim, senin gibi öz yurdunda garip düşmüş göçmenler bunlar, göçmenler… Yahudi zulmünün mazlumları…

      Çocuk bön bön baktı ihtiyara. Pek anlamadıysa da, küçük hafızasına “ göçmenler, Yahudi, zülüm ” kelimeleri bir şeyler anlatmaya yetmişti. Kuruyan boğazına bir şeyler takılmışçasına yutkundu. Neden bilmiyordu; ama üzülüyordu.

      Kafilenin son bineği de çocukları geçip Şati`ye girince, üzerlerine çöken durguluğu bir ses bozdu:

      -Arkadaşlar!... Haydi yüzmeye gidelim.

      -Haydi gidelim!..

      -Evet, gidelim! Yüzmeye gidelim!

      Sanki çileye ve ızdıraba bağışıklık kazanmışçasına az önceki manzaraya şahit olanlar değilmiş gibi, sevinçle haykırdılar. Birden durdular. Bakışlar Ahmed Yasin`e odaklandı. Herkesin sevdiği, kendisiyle arkadaşlık kurduğu zeki bir çocuktu. Yüzme konusunda  en iyileri olduğu için, onsuz girilmezdi denize.Yapılan yüzme yarışlarında da kimse onunla boy ölçüşemezdi. Yaşından umulmayan bir hareketlilik, bir çeviklikle kıpır kıpırdı.

      Bir suçlu gibi gizlene gizlene köşeyi döndü. Annesinin kızacağını biliyordu. İzin almadan yüzmeye gitmemeliydi. Ama arkadaşlarının ısrarı karşısında dayanamamış gitmişti. Annesine doğruyu söyleyecek, yalana tenezzül etmeyecekti. Hem dememiş miydi annesi; yalan söyleyeni Allah da , Peygamberimiz de sevmezmiş diye ? Annesi, hatta ağabeyi Şihde bile kızsa , doğruyu söyleyecekti. “Evet, evet ! Doğruyu söylemelim” dedi kendi kendine.

      Evlerinin bulunduğu sokağa gelmişti. Aniden ağabeyi Şihde`yle karşılaştı.

      -Merhaba kardeşim, dedi ağabeyi. Nereden böyle?..

      Cevap beklerken kardeşinin yüzü, saçları, teni dikkatini çekti. Kırmızımsı yüzü, büzülmüş cildi…

      -Sen! dedi Şihde kızarak. Denizden geliyorsun değil mi? Annem çok kızacak. Dua et iyi bir zamanına denk gelesin. Çabuk eve gidelim.

      Başını önüne eğmiş bir halde suçlu suçlu kapıya geldiklerinde, annesiyle bir başka kadını sohbete dalmış gördüler. Annesinin bakışlarıyla karşılaştığında her şeyi anladığını belirten manalı manalı ifadeler karşısında, adeta erircesine bir gölge gibi içeri süzüldü. Bu badireyi de atlattığını düşünüyordu ki ağabeyi Şihde`nin sorusuyla karşılaştı:

      - Derslerin nasıl gidiyor?

      İlk öğrenimini Gazze`ye geldiklerinden beri İmam Şafi İlköğretim okulunda tamamlamaya çalışıyordu. Zeki ve başarılı bir öğrenciydi. Derme çatma bir yapıda akrabalarının ve çeşitli yardım kuruluşlarının da desteğiyle okuluna devam ediyordu.

       Köyden göç ettiklerinin ikinci yılında ailesinin çektiği şiddetli fakirlik ve yoksulluktan dolayı, okuluna bir yıl ara vermiş, bir lokantada çalışmıştı. Aile ekonomisine yardım etmiş, katkıda bulunmuştu. Gece gündüz bulaşık yıkamak, masaları temizlemek ve yerleri süpürmek, onu hem yormuş, hem düşündürmüştü. Bu deneyimden bir yıl sonra yine okuluna devam etmiş, azimle, gayretle çalışmıştı. Okuyacak, ailesine bakacaktı. Onları fakirlikten, yoksulluktan kurtaracaktı.

       Varsın okulunun sıraları olmasındı. Varsın lüksten ve donanımdan yoksun olsundu. Yine de okuyacaktı. Yaşıtlarının varlığı ve öğretmenlerinin gayreti, teşviği her şeye değerdi.

       Yokluk insanı olgunlaştırır, ağırbaşlı ve sorumlu yaparmış ya! Böylesi bir hayat küçük olmasına rağmen Ahmed Yasin i dersleri hususunda başarılı kılıyordu.

       Cevap bekleyen ağabeyine baktı:

       -İyi, dedi. Derslerim gayet iyi ağabey. Yalnız…

       -Yalnız ne?

       -Yalnız öğretmenimiz bize sık sık “ çok çalışın, çok!.. Sizler bizim yarınlarımız, umutlarınız, istikbalimizsiniz ” diyor. Ağabey! Sence neden böyle diyor?         

       Şihde gülümsedi:

       -Biz, neden o güzel, o şirin köyümüzden buraya göçtük?dedi. bu yoksulluğu, bu çileyi bu insanlar neden çekiyor? Vatanımızı, toprağımızı kimler, niçin işgal etti?  Nerden geldi bu işgalci Yahudiler? Hiç bunları düşünmedin mi sevgili kmardeşim? Yine insanlarımızın neden ve niçin öldürüldüğünü de mi hiç düşünmedin? Öğretmeniniz çok doğru söylemiş. Sen ve senin yaşıtların çok okuyacak, bizi bu hale sokan, insanlarımızı katleden, köylerimizi ve evlerimizi basan, toprağımızı işgal eden Allah ın laenetlediği bu Siyonist ve zalim Yahudilere karşı umudumuz, istikbalimiz olacaksınız. Vatanımızı kurtaracak, insanlarımızın yaralarını saracaksınız… Belki şimdi anlamıyorsun beni, aema büyüdükçe daha iyi anlayacaksın sevgili kardeşim.

       Şihde nin son sözleri titrek bir şekilde çıkmıştı boğazından. Babasının ölümü ve Gazze ye göçlerinden sonra, Şihde babalık yapıyordu kardeşlerine. Hayat, ona erken bir olgunluk vermişti.

       Birden Aksaldan yakınlarındaki köyü el-Cevra canlandı gözünde. Cevra yı hiç unutmadı. Bahçelerini, evlerini, arkadaşlarını, Gazze ye göçe zorlanışlarını… O görüntüleri nasıl unutabilirdi ki ” Demek ki tüm bunlara sebep…”diye düşündü. “Yahudilermiş!.. Allah`ın laneti üzerinize olsun. Büyüyecek ve hepinizi öldüreceğim!”               

       Kızgın ve öfkeliydi küçük Ahmed Yasin. Kulağına gelen sesler dikkatini celb etti. Kapının önünde annesiyle oturan kadının sesiydi duyduğu:

       -...Civar köyleri işgal ettiklerini duyuyorduk. Hazırlıklarımızı görmüş, güneye-Gazze` ye gelecektik. Erkeklerimiz sürekli tetikteydi. O gece köyümüze doğru geldiklerinin haberini alınca, biz kadınları ve çocukları acilen köyden uzaklaştırdılar. Köyümüze nazır bir tepeden arkamızı döndüğümüzde gecenin siyah örtüsünü, köyümüzü yakan alevler tutuşturmuştu. Kızıl kızıl göğe yükselen alevler… Top ve ağır makineli silahların seslerinden çatışmanın şiddetli olduğunu anladık. Erkeklerimize ne oldu, bilmiyorduk. Sabahın ışıklarıyla kendimizi zor kurtarmıştık o lanetlilerden. Uğradıkları her yeri yerle bir ediyor, yakıyor, kadın-çocuk, ihtiyar demeden katlediyorlar.

       -Ya kocan?.. Kocan ne oldu? Haber alabildin mi? Hıçkırıklara boğuldu misafir kadın. Can evinden vurulmuştu. Sesi ürkek bir ceylan misali çıktı.

       Bir müddet sonra şehadet haeberini aldım Salah` ımın. Ne acıydı Allah` ım! Ne acı… Allah bizi onun ve şehitlerimizin şefaatine nail etsin.

       -Amin bacım, amin. Zor bir dönemden geçiyoruz. Metin olmak lazım. Allah için sabretmek ve direnmek gerek. Erkeklerimiz çatışırken şehit düştü. Biz kadınlara düşen de erkeklerimizin bize emanet bıraktıkları çocuklarımızı, babaları gibi birer mücahit, birer direnişçi olarak Allah için yetiştirmektir.

       Sürüp gidiyordu kapı önü muhabbeti. Konusu dedikodu olmaktan çok, bir coğrafyanın kaderi, bir ulusun kederiydi.

       Çocuk aklıyla Ahmed Yasin` in söylenenlerden çıkardığı sonuç: “ okumak, büyük bir adam olup vatanını lanetli Yahudilerden kurtarmak oldu.

       Şati mülteci kampında hayatın tüm ızdıraplarına rağmen, zaman su misali akıp girdiyordu. Her gün gelişine şahit olunan bir göçmen kafilesini, bir diğeri unutturuyordu. Ardık küçüğüyle-büyüğüyle herkes bağışıklık kazanmıştı acıya, ızdıraba. İnsanlar acılarla yaşamayı öğrenmiş, yaşanan realiteyi kabullenmişti.

       Ahmed Yasin 14-15 yaşlarındaydı. İlköğrenimini tamamlayarak, er-Rihal ortaokulunda öğrenimine devam edecek bir döneme girmişti. Gözünde yüksek idealler tütüyor, küçük aklı büyük şeyler düşünüyordu. Kamptaki yaşantıyı, yoksulluğu, fakirliği ve yaşanılan zulmü gördükçe sımsıkı sarılıyordu kitaplarınıa. Umuda sarılır gibi.

       Yaz mevsiminin sıcaklığı, o gün kendini iyice hissettirmişti. İçinde sabahtan beri tarif edemediği bir sıkıntı vardı. Nedendir bilmiyordu, ama canı sıkılıyordu. Sabah evden çıktığında annesi nasıl da sarılmıştı sebepsiz sebepsiz. Kucaklamış, bağrına basmış, dualarla üstünü başını okuyup üfleyerek uğurlamıştı. “Ne oluyor?”dercesine bakmıştı annesine. Sevgisini doya doya seyrettiği bir çift ceylan gözüne şahit olmuştu karşısında.

       Bu duygular içindeyken arkadaşlarıyla karşılaştı. Yüzmeye gittiklerini öğrenince gitmekte tereddüt etti önce. Sıcak havayı düşündükten sonra, sıkıntısı dağılır ümidiyle istemeye istemeye aralarına katıldı. Sanki ayakları onu kaderine sürüklüyordu. Ölümüne dek sürecek kaderine.

       O gün akşama doğruydu. Yasinlerin evinden ölü çıkmışcasına feryatlar-figanlar yükseldi semaya. Konu-komşu toplandı. Eve giren-çıkan artıyordu durmadan.

       İçeri yeni giren telaşlı bir komşu kadın:

       -No`luyor? Dedi. Allah aşkına!

       -Yüzerken, dedi Ahmed Yasin`in annesi. Kafasının üstüne düşmüşb Çocuklar haber verdiler. Şihdem hemen koşup hastaneye kaldırdı. Kim bilir şimdi nasıl? Zaten sabahtan beri yüreğimde, aha şuramda bir sıkıntı, bir endişe dolaşıyordu. Ah oğlum! Ahmed`im! Vah, yetimim! Vah, başıma gelenler!

       Çevresinde açısını paylaşan, üzüntüsünü hafifletmeye çalışan sesler yükseliyordu:

       -Geçmiş olsun! Allah şifalar versin komşu!

       -Allah onu korusun!

       -İnşaallah kötü bir şey olmamış!

       -Evhamlanma komşu!

       Aradan bir-iki saat geçti. Ahmed Yasin eve getirilmiş, hasta yatağında sırtüstü yatıyordu. O gün eve henüz getirildiği için ziyaretçilerin biri kalkıyor, diğeri oturuyordu.

       Akrabaları Yasin ailesini yalnız bırakmamış, hastanede tedavisine kadar hep yanlarında yer almışlardı. Sürekli maddi ve manevi yardımlarda bulunup onları himaye etmeyi ihmal etmemişlerdi. Zaman Yasin ailesini yalnız bırakmayıp, koruyup kollama zamanıydı.

       Hastande oldukları süre içinde ağabeyi Şihde ona sürekli bakıcılık yapmış, doktorlarla konuşmuş, ilaçlarını vermiş, ihtiyaçlarını görmüştü. Bu sebeple ziyaretçiler gelişmeleri hep ona soruyorlardı. O da bıkmadan-usanmadan anlatıyordu olan biteni:

       -Kaefasının üstüne düşmüştü. Arkadaşları sahile çıkardıklarında yetiştim. Baygındı. Yuttuğu suyu çıkardım. Hastaneye getirdiğimizde uzun uzun tetkikler, muayeneler oldu. Hatta bazı ecnebi doktorlar da muayene ettiler. Neticede boyun kemiğinin kırıldığını söylediler. Bu yüzden tüm vücudu felç olmuş.Yapılan tüm tedavilere rağmen, felcinde düzelme olmadı.

       Yatağında yatan kardeşine baktı Şihde üzgün üzgün.

       -Sağlam bir adam gibi uzanmış yatıyor, dedi. Ama boynundan aşağısı filçli. Vücudunu hareket ettiremiyor. Birazcık kıpırdamalar olsa da yaşı ilerledikçe…

       Konuşmadı Şihde. Boğazında düğümlenmişti sözcükler.Yatağındaki kmardeşine gözleri takıldıkça böyle olurdu hep. Kardeşi artık bir yatalaktı. Ömür boyu hep böyle kalacaktı.

       Üzüntüyle tekrar konuştu:

       -Halbuki o gün!.. O gün yüzmeye gitmeseydi tüm bunlar olmayacaktı.

       Ziyaretçilerden yaşlı biri teselli etti Şihde` yi:

       -Şihde! Evladım! Bu Allah` ın takdiridir. Elimizden Ahmed Yasin için, ancak dua gelir. Şu saatten itibaren pişmanlık fayda etmez. Unutma ki her türlü tedbir.takdire zemin hazırlayan bir sebeptir. Olmuşa ve ölmüşe çare olmadığını herkes bilir. Şimdie bu olayı kabullenmek ve kardeşine yardımcı olmak senin ve bizlerin görevidir. Bizler akrabaların olarak her zaman yanındyna olacağız inşallah. Sen de, annen de böyle bilin.

       -Allah razı olsun, dedi Şihde memnun bur şekilde.

 

 

Bu hali ilk zamanlar zor gelmişti Ahmed Yasin`e kabullenemiyordu hareketsiz yatmayı. O aktif, hareketli, yerinde durmayan, kıpır kıpır çoçuk şimdi zorunlu bir sukunete mecbur kalmıştı.  Rüyalarında koşarcasına yürüyor; Şati`yi, Gazze`yi sokak sokak adımlıyor; el – cevra`yı dağlarıyla, tepeleriyle ucarcasına geziyor, sahilde de arkadaşlarıyla oyunlar oyunlar oynuyordu. Gözletrini açınca, acı gercek yüzüne tokat gibi iniyordu.

       Alışması kolay olmadı bu hayata. Annesi sürekli  moral veriyor; eli ayağı oluyordu. Çevresi, akrabaları hep yardımcı olmaya çalışıyorlardı. Hele yaşıtları, arkadaşları etrafında pervaneydi.

       Yavaş yavaş bu halini büyük bir olgunlukla kabullenen Ahmed Yasin, arkadaşlarının getirdiği kitapları okumaya başladı. Bu onun hayatının dönüm noktası oldu. Okudu, okudu, hep okudu… Yeni bir alemi keşfedercesine okuyor, gün geçtikçe birikimi artıyordu.

       Yılmadı Ahmed Yasin, Hayata küsmedi. Bir vesileyle sahip olduğu tekerlekli sandalyesini ne çok sevmişti. Uzun bir müddet göremediği Şati`nin sokakları daha farklı görünüyordu. Gözlerine, Okulu, arkadaşları… “Ne çok özlemişim “ dedi kendi kendine.

        Er – Rihal Ortaokulu derken, 1958 yıllarında da Filistin lisesini bitirdi. Üç yıldan buyana ihvan-ı Müslimin hareketinin içinde yer almış.  Sohbet ve derslerine katılmıştı.  Mısır` ın dört bir yanına yayılmış. Köylerine kadar uzanmıştı. İhvan hareketi. Halk islami şuur ve bilinçle tanıştıkça uhrevi bir mesuliyet duyuyor; ders halkalarına, sohbet halkalarına koşuyordu. Henüz bu yaşındayken Ahmed Yasin, bu sohbetlerden faydalanıyor, İslami bilincini artırmaya calışıyordu. Azim ve gayreti bitmek bilmiyordu. Bilgiye susayan bir insan olup çıkmıştı. Kim bilir beklide vucudunun üçte ikisi işlevsiz olunca, zihni bir daha kuvvetlenmişti. Çalışmayan bedeninin enerjisi beynine kaymışcasına üstün bir performans gösteriyor, okuduğu kaydolurcasına belleğine yerleşiyordu.

      Liseyi bitirdikten sonra bazı İslam alimlerinden özel dersler aldı. Yanı sıra şahsi çalışmalarıyla da kendisini çok iyi yetştirdi. Zaten buna istidadı vardı. Özel öğrenimiyle beraber Arap edebiyatı ve İslam kültürü üzerine iyi bir şekilde gelişti.

      Eğitimini tamamladıktan sonra genç Ahmed Yasin bir camide imam- Hatip olarak görev aldı. Camilerde halka vaazlar verdi. Siyonist İraile karşı halkı mücadeleye çağırıp şuur aşılımaya çalışıyordu.

      Tekerlekli sandalyesinden haykırıyordu:

       - Kardeşlerim! Silkinin ve kendinize gelin. Evlerimiz, ocaklarımız ve vatanımız işgal edildi. Köylerimiz talan edildi. Halkımız kendi vatanında göçmen oldu. Hala Yahudi`nin zülmü ve hakareti devam etmekte. Nice köylerimiz, nice insanlarımız sürgün yaşamakta. Mazlumlar diyarına döndü Filistinimiz. Yahudi`ye karşı mazlumlar safında ne diye yer almayalım. Bugünden sonra hayat direnmek olmalıdır. Kardeşlerimize, insanlarımıza yardım etmek olmalıdır. Savaşmak olmalıdır. “Size ne oluyor ki Allah Yolunda ve `Rabbimiz! Bizi bu zalim kavimden kurtar! Bize katından bir sahip, bir yardımcı gönder. “ diye Feryat eden kadın, çocuk ve mustazaflar adına savaşmıyorsunuz?”(1)  demiyor mu yüce Rabbimiz? Üzülme günü değil, mücadele günüdür bugün. Filistin için, vatamız için…

      Ahmed Yasin aynı zamanda bir müddet öğretmenlik de yaptı. Öğrencilere dini dersler verdi. Gözleri Filistin diye çakmak çakmak yanan öğrencilere…

      İnsan eğitmek, insan yetiştirmek… Hamura şekil verir gibi insana şekil vermek, doğru ve güvenilir  bilgiyle mücehhez kılmak… Öğretmek kutsal bir meslekti. Körpe dimağlara bilgiyle yön ve istikamet vermek ayrı bir lezzeti.

      Günlerden bir gün!..

       Öğrencilerine tekerlekli sandalyesinden ders veriyordu. Cıvıl cıvıl, hareketli, bakışları sevgi kokan çocuklara baktı. Yokluk ve yoksulluk içinde bir şeyler öğrenme hevesinden bu körpe dimağ sahibi çocuklara, İslami şahsiyet aşılıyordu. İstikbale yatırım yapıyordu bu eğitimiyle, bu gayretiyle. Fıtratlarına yöneltiyordu taze beyinleri. Kur`an`a, İslam`a Allah`a ve Resülüne…

       Aklına çocukluğu geldi. Öğretmeninin sözlerini hatırladı:”çok çalışın,çok!...Sizler bizim yarınlarımız, umutlarımız,istikbalimizsiniz”diyordu öğretmeni sık sık. Bu duyguyu aşılamak için didinen yaşlı         öğretmenini minnetle andı.

       -Öğretmenim!

       Karşısında sevimli bir öğrenci vardı. Gözlerinde Filistin, gözlerinde mazlumiyet, gözlerinde umut vardı.

       - Evet Yavrum! Bir şey mi söyleyecektin?

       - Öğretmenim! Ben sizi çok seviyorum, dedi çocuk masum masum.

       Bu ani gelişmeye hem şaşırdı, gem sevindi. Gülümsedi.

       - Ben de seni çok seviyorum Yavrum!

      - Allah`a dua etsem iyileşir misiniz öğretmenim ?

      Yüreğinde bir şeylerin titrediğini hissetti. Ne kadar samimi, ne kadar masum sözlerdi. Arı, duru, gösterişten uzak, içten sözler…

       Öğrencisinin bu sözleri üzerine ortamı bir sessizlik kapladı. Herkesin kulağı olanlardaydı. Aniden kuş cıvıltıları gibi sesler yükselmeye başladı sınıfta.

       - Biz de, biz de öğretmenim! Dua edelim Allah sizi iyleştirsin.

       Konuşacak takat bulamadı önce. Çocuklara bakakaldı. Öğrencileri onu çok seviyordu. Felçli olması onlarla daha bir yakınlaştırmıştı onu. Etrafında pervane misali kelebek kelebek uçuyor, yardıma uğraşıyorlardı. Hele sohbetlerinde peygamberimiz aleyhisselatü vesslammın çocuklarla olan özel ilişkilerini anlatırken, sınıftan çıt çıkmazdı. “Bir keresinde Sevgili Peygamberimiz aleyhisslelatü vesselem…” diye başladı mı ortalık sütliman olurdu sınıfta.

       Onlara benliklerini, ahlakı, edebi, Allah ve Resulünü aşılamakla bir şuurlu toplum inşa etmeyi amaçlamıştı. İçinde yaşadıkları cehaletin karanlığını, İslam` ın nuruyla aydınlatmalıydı. Yaşanılan Yahudi zulmüne direnecek yeni bir nesil yetiştirmek için çabalıyordu. Tebliğ ve irşad!.. Bu gayeyi unutmadı Ahmed Ysin.yaşadığı bu tabloyu tefekkür etti mutlu mutlu.

       Masumiyetin pür ve taze olduğu bu sözleri güzel bir dua olarak kabullendi. Çocuklara bakarak sevgiyle konuştu:

       - Sevgili çocuklar! Beni çok duygulandırdınız. Umarım bu güzel sözleriniz, dilek ve temennileriniz Allah Teala katında nazlı bir dua olur. Yüce Allah`a dua etmeyi ihmal etmeyin. Ben de sizler için dua edeceğim. Hem iyi birer Müslüman, hem de çalışkan, zeki, ahlaklı ve… ve yaşadığımız bu sıkıntılardan halkımızı ve vatanımızı kurtaracak insanlar olmanız için. Vatanımızı işgal edenlere karşı kalplerinizde hep bir kin, hep bir öfke taşıyın çocuklar. Bugün kiminizin babası, kiminizin annesi, kiminizin kardeşi yoksa, sebebi; vatanımızı işgal eden, evlerimizi ve köylerimizi basıp insanlarımızı öldüren işgalci Yahudilerdir. Çok okuyacak, çok çalışacak ve onları topraklarımızdan kovacaksınız. Bakın! Benim ellerim, ayaklarım hareket etmiyor. Fakat çok çalıştım, çok okudum. Sonunda çok şey öğrenerek size faydalı olmaya çalışıyorum.sakatlığımı bahane etmedim. Siz de gayretli olun. Çok okuyup, çok çalışın. Daha iyi mertebelere gelerek insanlarımıza hizmet edin. Sözlerimi şimdi anlamasanız da ileri de daha iyi anlayacaksınız. Ama şunu hiçbir zaman unutmayın:İyi bir Müslüman ve Allah`a iyi bir kul olmak birinci hedefimizdir. Aksi taktirde onun rızasını kazanamayız. Bunu unutmayın tamam mı çocuklar?..

          Ruhunda sükünet rüzgarları esiyordu. Öğrencileriyle beraber olmak, onlara bir şeyler öğretmek mutlu kılıyordu Ahmed Yasin`i kendisini de ihmal etmiyor, müsbet ve menfi ilimlerde özel gayretlerini artırıyordu.

       İslami ilimlerin yeri bir başkaydı hayatında. “İslam Tarihi” ona siyaset ilmini sevdirmiş, yaşadığı zulmün nedenlerini öğretmişti. Öyle Ya! Filistin`in işgali, küdüsün esareti… Hayber ve Selahaddin Eyyubi`ye nazireydi. Yahudi intikam alıyordu asırlar sonra…

       Sonra “Hadis” ilmiyle şahsiyet oluşturmanın canlı örnekliğini “En Büyük Öğretmeni” Resulullah aleyhisselatü vesselamın  vahiyle şekillenmiş, yoğrulmuş ve yönlendirilmiş kişiliğini müşahede etti. “Tefsir” ile ilahi emirlerin hazzına, Allah tealanın kutsal öğretisinin çeşnisine vardı. Hasıl`ı kelam gün oldu Fıkıh, gün oldu Akaid, gün oldu Tasavvuf okudu. Bir potada eriterek, bir şahsiyet oluşturacak…

       Manen bir olgunluk dönemi geçiren Ahmed Yasin, özel gayretleriyle de okuduğu ilimlerde derinleşmeyi düşünüyordu. Aynı zamanda müsbet ilimlerde de gelişmeyi, akademik bir eğitime ve sistematik bir donanıma sahip olmayı istiyordu.

       Önceleri gizliden gizliye fısıldasa da, sonraları gönlü Nil`in ilim havzası el-Ezher`i dile getirdi. Bilgiyle mücehhez olmayı ve insanlarına şuur, bilinç aşılamayı diliyordu. Rabbinden. Şu yaşadıkları zulme boyun eğmenin tek sebebi, halkı kuşatan cehalet değil miydi? Panzehiri, halkı aydınlatmak, islami şuur ve direniş ruhu aşılamaktı. Halkının maküs talihini geleceğin silahı olan ilimle, eğitimle kırmaktı. Zafer, cehaletle elde edilemezdi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                      

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                           ALTINCI   BÖLÜM

 

 

        

         Mısır!..

         Nil`in hayat verdiği diyar… Firavunlara yar olmayıp mezar olan memleket… Musa peygamberin şehri… Yahudi nankörlüğünün çezasının çekildiği  Tih Çölünün mekanı Ezher gibi ilim havzasının bağrı…

         Nihayet öğretmenlik hayatına ara veren Ahmed Yasin özlemiyle tutuştuğu ilim deryasındaydı. Daha ortaokul yıllarında 1955` ten beri tanıştığı ihvan hareketinden bazı tanıdıkları yardımıyla Kahire`ye yerleşti. Buradaki yılların hayatına ve geleceğine damga vuracağını nereden bilebilirdi ki?

          Üzerinde güneşin parladığı bu eğitim yuvası, onu mıknatıs gibi çekmişti, fiziki şartları ve sağlık sorunlarına rağmen iki yıl boyunca eğitimine devam etti. Hem okula devam ediyor hocalarından İslam bilimlerini ve hukukunu okuyor, hem de çevre ediniyordu. Tanıştıklarının çoğu ihvan hareketlerinden olup, onu toplantı ve sohbetlerine davet ediyorlardı.

       Muhtelif camilerdeki ders halkalarından da faydalanıyordu. Özel gayretler göstererek meşhur alimlerin sohbet ve derslerini ihmal etmiyordu. İlim ve gayretini elden düşürmemenin bu iki yıllık Mısır hayatında faydasını çok gördü. Arzuladığı kadar olmasa da bir seviye tutturmaya çalıştı.

       Kurduğu dostluklar ve islami duyarlığı sonucu çocukluğundan beri yabancısı olmadığı bir yapılanma içinde buldu kendini. İhvan-ı Müslimin-in teşkilatsal faaliyetlerinde zamanı, gücü ve imkanı nisbetinde yararlılıklar göstermeye çalıştı.

       O yıllarda Mısır karışıktı. Şubat 1984`de İhvan-ı Müslimin Hareketi`nin önderi Hasan El-Benna`nın şehit edilmesinden bu yana Müslüman kardeşler sürekli tutuklanıyor, zindanlarda Yusufi bir direnişte bulunuyorlardı. Mısır hükümeti ihvan teşkilatına mensup herkesin evini, iş yerini basıyor, sorgusuz, sualsiz  yıllarca zindanlarda tutuyordu. Birçok ileri gelen ihvan liderleri idam edilmiş, faili meçhullere gitmişti. Zindanlarsa dolu doluydu.

       Fakat fıtratlardaki İslam aşkı, durmak bilmeyen bir şevkle, bir aşkla gizli gizli, sohbet sohbet yeşeriyor, diriliğini muhafaza ediyordu.

       Hasan El-Benna`yı düşündü: Bir öğretmen, yalnız başına bir adam… Azmi, gayreti ve samimiyeti neticesinde ne muhteşem bir direniş, ne güzel bir tebliğ ve irşad hareketi doğmuştu. Kent kent, mahalle mahalle…

       Kahvehanelere giderdi. Köylere uğrardı. Uğradığı yeri bir daha ziyaret eder, unutmazdı. Tek tek, fert fert, birebir muhatap alırdı halkı. Gecesi gündüzü Allah için, İslam içindi. Vakıflar kurar, fakiri, yoksulu gözetirdi. Muhtaçları arayıp sorar, okullar yaptırıp, fabrikalar kurardı. Kısaca hareketi hakla, halkla olan; kendini islam`ın nurunu yaymaya adamış bir insandı Hasan El- Benna.

       Geldiğinden beri şu Mısır`a neler duymamıştı ki o iyi insan hakkında. Tek başına bir kartopu misali yuvarlanıp çığ çığ zalimin başına gümlemişti. “İdeal bir Müslüman, ideal bir mümin, ideal bir hareket!” diye mırıldandı Ahmed Yasin.

       Böylesi bir şahsiyetle vücut bulan ve şerha şerha yayılan ihvan hareketi; ümmetin gaflatten uyanışı için bir basamak, bir menbaydı. Ümitti, ilham kaynağıydı.

       Ahmad Yasin tüm bunları düşündükçe zihninde kıvılcımlar çakan düşünceler şekillenmeye başlıyordu:Filistin, direniş, göçmenler, İsrail… Henüz yerli yerine oturmayan, düzene girmeyen bu düşünceler cirit atıyordu belleğinde. Ama İhvan hareketi bir mebdeydi, bir çınardı. Dalları ümmete uzanan, tohumunun düştüğü her toprakta filiz veren bir ulu çınar…

       Ertesi gün kampüsteydi. Aniden bir sima çarptı gözüne. Kaçıncı defadır bu adamı görüyordu. Yanılıyor muydu? Bu adamı bugün bir çok yerde, bir çok defa görmüştü. Dershanede, kütüphanede, kampuste… İçine bir kurt düştü. Tekerlekli sandalyesini iteleyen arkadaşına baktı. İçkilendiği adamı başıyla işaret ederek:

       -Şu giden adamı tanıyor musun? Diye sordu.

       Arkadaşı gösterilen adama baktıktan sonra cevap verdi:

       -Hayır! Çıkartamadım. Yoksa tanıdık mı geldi?

       -Hayır, hayır! Tanıdık değil. Lakin bugün birçok yerde onu gördüm. Sanki bizi takip ediyor gibime geldi.

       -Takip mi?..

       Ogün yaşadığı bu küçük olaydan sonra Ahmed Yasin`i başka düşünceler sardı. Son zamanlarda çevresinde gelişen olayları tefekkür etti. Uzun zamandan beri takip edildiğinin sonucuna vardı.

       Mısır yönetimi üniversitelerde de öğrencileri takip ediyor, faaliyetlerini izliyordu. Kimi zaman bu işte bir öğrenciyi kullanırken, kimi zaman da bu öğretim görevlisi olabiliyordu. Fakat yine de çığ gibi bir ilgi, bir alaka vardı İhvan`a. Engellenemeyen, sürekli gelişen bir hareketti. Özlerine, yaradılışlarına doğru, ilahi bir saika ile insanlar şuur ve bilinç sahibi oluyordu.

       Bir akşam kaldığı eve baskın düzenlendi. Ellerinde silahlarla kapıyı kırarak içeri giren polisler, sanki savaş meydanındaymışcasına donanımlıydılar.

       İki ev arkadaşını da yere yatırıp hakaretlerde bulundular. Kendisi zaten yatalaktı. Ardından başta kitaplık olmak üzere her yeri dağıtıp, kırıp döktüler.

       Uzun boylu, iri yapılı biri yanaştı Ahmed Yasin`e.

       -Sen! Dedi. Ahmed Yasin sen misin?

       -Evet! Ahmed Yasin benim. Yalnız siz kimsiniz? Neden ortalığı dağıtıyorsunuz?

       -Soruları biz sorarız. Sen sadece cevap vereceksin.

       O sırada biri yaklaştı:

       -Amirim! Her şey tamam, dedi.

       Amir denilen insan azmanı tekrar Ahmed Yasin`e döndü:

       -Ba Ahmed Yasin! Hareketlerine dikkat et! Gazze` den buraya sadece okumak için geldiğini unutma! Başka şeyler için değil! Bu sözlerimi unutma! Aksi halde felçli melçli demem…

       Cümlesini tamamlamadı. kısa bir duraksamadan sonra devam etti:

       -Her neyse! Umarım ne demek istediğimi anlamışsındır. Gözümüz üzerinde olacak!..Şimdilik paçayı kurtardın.

       Etrafına baktı. Yerde yüzüstü yatırılmış iki gence bakarak arkadaşlarına seslendi:

       -Haydi çocuklar gidiyoruz. Onları da bırakın. Bu defalık almayacağız.

       İkinci yılını tamamlamaya az kalmıştı. Son bir yıldır sürekli gözetleniyor, Kahire` yi terk etmesi için baskı yaşıyordu. Yaşanılanları düşündü: Müslüman bir halk, bir İslam beldesinde bir cenderedeydi. Avrupai yaşam tarzı, fuhuş ve eğlencenin başını aldığı bir hayat revaçtaydı. Hatta devlet kendi eliyle insanlarını buna itiyor, teşvik ediyordu. Fakat ahlak ve iffetini koruyan, ilim ve sohbet meclislerine devam edenlere baskı, eziyet, işkence ve zindan vardı. Revamıydı?

       Bu, bir işgaldi. Manevi bir işgal!.. “Ne fark eder?” dedi Ahmed Yasin kendi kendine. Yahudiler Filistin`imi silahla, topla, tankla işgal ederken, Yahudi zihniyetliler bir İslam beldesini manen işgal ediyorlar. Ne fark eder?”

       Dalga dalga yayılan ezan sesiyle kendine gelen Ahmed Yasin, ikindi namazı için mahalle camisinin yolundaydı. Cemaat dağıldıktan sonra, bir ses duydu arkasından:

       Es-selamü aleyküm!

       Başını çevirdi. Evet, oydu. Kıymet verdiği değerli bir dostu. Uzun zamandır görmemişti.

       -Aleykümü`s-selam ve rAhmedullah. Sen ha! Nerelerdesin yahu? Kendini özletiriyorsun.

       - Ahmed Yasin! Nasılsın kardeşim?

       - Hamd olsun. İyiyim, sen nasılsın?

       - Her zamanki gibi maşallah her halükarda hamd ve şükrü dilinden düşürmüyorsun. Sana imreniyorum biliyormusun? Her namazda cemaatlesin. Tabii seni burada bulacağımı bildiğim için hemen damladım.

       Ciddileşti Ahmed Yasin. Yüz hatları durgunlaştı.

Önemli bir şey mi olmuştu yoksa? Arkadaşı bunu sezince, hemen konuştu.

       - Ne o? Hemen durgunlaştın Ahmed Yasin?

       - Yoksa yine tutuklanmalar mı var?

      

       - Hayır! Tutuklanma falan yok. Sadece seninle biraz konuşmak için burdayım.

       Rahatladı ve memnun memnun gülümsedi.

       - İyi, sevindim. Olağanüstü bir şey olmasın da…

       - Duyduğuma göre seni sıkıyorlarmış. Gazze`ye dönmen için polis baskı yapıyormuş.

       - Önemli değil. Onlar görevlerini yapıyorlar. Ben de kulluğumu…

      Hazır cevaplılığına bayılırdı Ahmed Yasin`in.

       - Bu yıl ikinci sınıf  bitecek öyle mi? Dedi.

       - Allah nasip ederse bitecek.

       Arkadaşı düşünceli düşünceli konuştu:

       - Ahmed Yasin! Kardeşler düşünüyor ki: Gazze`ye dönmende bir sakınca olmasa gerek.

       - Anlamadım! Yani…

       - Evet! Düşündüğün gibi. Burada yalnızsın. İşin sonunda da memlekete dönüş olduğundan, buraya da bu baskılar altında tam adapte olmak mümkün olmuyor. Doğrusu sen, konumunda olan birçok kardeşten daha çok emek sarfediyor, gayret gösteriyorsun. Yalnız unutmamak gerekir ki irşad, bir tohum atma eylemidir. Herkes kendi tarlasına, kendi memleketine bu tohumu ekmelidir. Şartlar senin için biraz erken olgunlaşmış olsa da, Gazze seni bekliyor. Bu konuda, yani gitmende bir sakınca yok. Sana gelişinde olduğu gibi gidişinde de yardımcı olunacaktır. Baskı gittikçe artsada burada sünetullah gereğince mücadele devam edecektir. Dualarını eksik etmezsin umarım.

        Ahmed Yasin üzgün üzgün;

        - Demek yol göründü ha! Dedi

       Arkadaşı üzüntüsünü bastırmaya çalışıyordu.

        - Artık gitmem lazım. Belki görüşmeyebiliriz bir daha. Hakkını helal et. Senin gibi bir insanı tanıdığım için çok mutlu oldum. Rabbim yardımcın olsun.

       Sarıldı Ahmed Yasin`e. Hüznün ve dostluğun, dahası kardeşliğin kokusu yayıldı mescide. Kenetlenen kollar çözüldü önce. Gözler, boşalmamak için direniyordu. Fakat bakışlarda gönülden gönüle yol vardı.

       Sessizce uzaklaşan arkadaşına bakarken bir düğümün boğazına oturduğunu hissetti. Gönlü buruktu.Arkadaşını kapıda kaybolana dek arkasından bakakaldı.

       Ahmed Yasin, Mısır yönetiminin baskısı ve arkadaşlarının tavsıyesiyle eğitiminin ikici yılı sonunda Gazze`ye döndü. Eğitimi açısından büyük bir mesafe katetmesine rağmen, branşındaki nisbi eksikliklerini özel çalışmalarıyla tamamlamayı düşünüyordu.

       Nitekim eskiden olduğu gibi tekrar böyle alimlerinin dizi dibine oturdu. Aldığı dersler sonucu eksikliklerini tamamlayıp İslam Hukuku`nda uzmanlaştı. Bir hayat nizamı olan İslam fıkhına, bireye ve topluma leh ve aleyhlerine olanları öğreten kurallar bütünü olarak bakıyordu.

       Ahmed Yasin aynı zamanda Abbasi camiinde imamlık da yapıyor, insanları irşad ediyordu. Halka iman, ahlak, direniş gibi konularda sohbetlerde bulunuyor, irşad halkasını genişletiyordu.

       O dönemde halkı cahiliyeden arındırıp islami şuur kazandırmaya yönelik ilmi faaliyetler yapan başka alimler de vardı. Şati gibi Nuseyrat  mülteci kampında da Hammad el-Hasenat gibi tanınmış davetcilerin sohbet ve nasihatleri de etkili oluyordu.

       Camiden çıkan Ahmed Yasin, tekerlekli sandalyesini süren kardeşiyle beraber ilerliyordu. Uzun zamandır kahrını çeken tekerlekli sandalyesinin cantını tamir etmeye niyetlenmişti.

       Uygun bir tamirci arıyordu. Tam köşeyi dönecekleri esnada, ne oluyor demeye fırsat kalmadan bir çocuğun, elindeki kahveci tepsisiyle üzerine kapandığını gördü. Çarpışmışlardı. 3-5 bardak sağa sola düşüp kırıldı. Tepsi ise çocukla arasına sıkışıp kaldı.

       -Ne oluyor evladım? Dur hele…

       - Amca ben…

       Birden duraksadı. 15 yaşlarındaydı. Toparlanıp Ahmed Yasin`e baktı.

       - Şey! Ben, ben.. özür dilerim. İstemeyerek oldu.

       Ahmed Yasin delikanlının yüzüne baktı. Onu iyice süzdükten sonra,

       - Delikanlı! seni tanıyor gibiyim.Evet, evet! Sen, İsmailsin değil mi?

       Adını karşısında adamdan duyunca heycanlandı. Daha dikkatle bakmaya başladı tanımıştı. 3-4 yıl önce öncesiydi. Sohbetlerine ve derslerine katılırdı. Öğretmeniyle karşılaşmak onu heycanlandırmıştı.

       - Siz! Dedi şaşırmış bir halde. Aa! Hocam siz ha! Kusura bakmayın istemeyerek oldu.

       - Yo hayır İsmail! Suç biraz da bizde. Daha dikkatli olmalıydık.

       Küçük İsmail tepsisini aldı. Kırılan bardaklara baktı. Üstüne başına çeki düzen verdi. Saygıyla:

       -Hocam! Dedi. Kahireden döndüğünüzü duymuştum. Ama çalıştığım için ziyaretinize gelemedim. Kusura bakmayın.

       -Önemli değil İsmail. Bir şeyin yok ya?

       - Yok hocam, iyiyim.

       - Demek çalışıyorsun, dedi ismail`in elindeki tepsiye bakarak.

       - Yazları  kahvede çalışıyorum. Aileme yardım için..

       - Ya okul?.. okuyor musun?

       - Evet hocam! Seneye orta okula devam edeceğim.

       Ahmed Yasin biraz düşündü.

       - Arkadaşların ne yapıyor İsmail, dedi. Kimseyi ortalıkta göremiyorum.

       - Arkadaşlarım mı? Şey! Siz gittikten sonra hocam, kimi benim gibi çalışıyor, kimi de Gazze sokaklarında serseri serseri geziyor. Biraz daha büyük olanlardan da hırsızlık yapan, çetelere karışan, kötü işlere bulaşanlar oldu.

       - Anlıyorum İsmail. Ben Abbasi camiindeyim. Boş zamanlarında gelirsen sevinirim.

       - Gelirim hocam!

       Sevinmişti İsmail. Tam uzaklaşacağı esnada, Ahmed Yasin tekerlekli sandalyesini süren kardeşine işaret etti. İsmail`in cebine bir miktar para koydu.

       - Ama hocam… diyecek oldu İsmail.

       - Kırılan bardaklarına karşılık dedi Ahmed Yasin. Patronun kızmasın sonra.

       Hocasının tebessüm eden yüzüne İsmail de tebessüm ederek ayrıldı. O günden sonra Abbasi caminin ve Şati kampının sohbet halkalarının müdavimlerinden oldu.

       Tekrar yola koyulan Ahmed Yasin,kimi tanıdıklarca selamlanıyor, soruluyor, hürmet görüyordu. Sokaklarda ve caddelerde halkı gözlemleyen Ahmed Yasin, özellikle gençlerin sokak ahlakı ve kültürünün tesirinde olduğunu müşahede ediyordu.

       Duyduğu kadarıyla çeşitli oyun ve eğlence yerleri gittikçe artıyor, gençler buralara iltifat ediyormuş. İşgal altındaki Filistin, Yahudi zulmü altında inlerken, genç neslin bir bataklığa doğru sürüklenmesine gönlü razı değildi. Özellikle Gazze şehir merkezinde oyun ve eğlence yerlerinin artması ve yoksul halkın olduğu varoş mahallelerine sıçraması, manevi bir tahribattı. Gazze ve sokaklarına düşüp Filistinli göçmenlerin çocuk ve gençleri başta olmak üzere, onları eğitmek için bir şeyler yapmalıydı. İstikbalin olan bir neslin, göz göre göre heder olmasına izin vermemeliydi. Fıtratlarına hitap etmeli, yaratılışlarına onları döndürecek faaliyetlere girişmeliydi. Hatta bu konuda düşüncelerini İhvan-ı Müslimin`e götürmeli, o çatı altında bir girişimde bulunmalıydı.

       O gün havanın karardığı bir saatte Ahmed Yasin,  kardeşiyle eve dönüyordu. Fakir ve yoksul dan Sabra mahallesi`nin ara sokaklarında ilerlerken gözüne bazı evler ilişti. Kardeşine sordu:

       - Şu ışığı sönmeye yüz tutan ev kimin?

       - Kocası Siyonistlere esir düşen ihtiyar Hüda  Hanımın evi, dedi. Altı çocuğuyla barınıyor orada.

       - Nasıl geçiniyorlar?

       - Çevrenin ve akrabalarının yardımıyla…

       - Ya şu köşe başındaki ev?..

       - O da kocası 48 savaşında şehit düşen Sariye Hatunun evi. Aynı şekilde altı çocuklu ve fakir bir aile. 18 yaşındaki oğlu bir lokantada bulaşıkçılık yaparak geçimini sağlıyor.

       - Bildiğim kadarıyla diğer mahallelerde de birçok esir ve şehit aileleri varmış.

       - Doğru ağabey, Bir çoğunun maddi sıkıntı içinde olduğunu herkes biliyor. Komşularının yemeklerini onlarla paylaşması ve çeşitli yardım kuruluşlarının yardım etmesiyle iyi- kötü geçiniyorlarmış çoğu.

       Yatağında o gece huzursuzdu Ahmed Yasin. Esir ve şehitlerin aileleri, gençlerin gittikçe bozulması toplumsal bir sorunu doğuruyordu. El atılmaz ve çözüm üretilmezse azıtacak bir yara gibiydi durum. Ama o tek başına ne yapabilirdi ki? “Yine de bir şeyler yapmalı, uğraşmalı” dedi içinden.

       Sonraki günler bu soruna çözüm için girişimlerde bulundu. Önce tanıdığı esir ve şehit aileleri için şahsi birtakım yardım toplama girişimlerine başladı. Kendi yiyeceğinden olsun, tanıdık zenginlerden olsun, çeşitli yardım kuruluşlarından olsun bu ailelere Yönelik bir yardım kampanyasına girişti. Kısa zamanda kendisini tanıyanların ona güven duymasını sağladı. Topladığı ayni ve nakdi yardımları, başta esir ve şehit aileleri olmak üzere muhtaç ailelere mahalle mahalle dağıttı. İhtiyar ve çaresiz kadınların duaları, çocukların gözlerindeki ışıl ışıl sevinç tüm yorgunluğunu unutturuyordu.

       Kampanyası biraz daha büyümüş, genişlemişti. Ufak bir büro ve bir depo kiraladı. Toplanılan ayni yardımları sınıf sınıf depoluyor, ihtiyaç sahiplerine dağıtıyordu.

       Ulaşmadığı veya haberdar olmadığı başka ihtiyaç sahiplerininde olabileceğini düşündü. Onları da tespit etmeli, esir ve şehit aileleri öncelikli olmak üzere dul ve yetimleri, kimsesiz, hasta, yatalak ve gelirsiz aileleri bulmalıydı.

       Bu niyetle yakın ve uzak mahallelerden tanıdığı ve güvendiği eşraf kesimin yardımıyla işe koyuldu. Onları ziyaret etti. Yardım yapılabilecek aileleri liste liste derledi. Hatta bazı aileler hakkında tanıdığı ve güvendiği kimseler aracılığıyla bilgiler topladı. Bunları sınıflandırıp bir dosya halinde bürosunda sakladı. Şimdi yardım edilecekler daha da çoğalmıştı.

       Çevreden onun bu işle uğraştığını duyanlar hayır dualarını eksik etmiyordu. Gittikçe daha çok tanınır, daha çok bilinir olmuştu.

       Tüm bu faaliyetlerine rağmen Abbasi camiindeki görevinden ve eğitim çalışmalarından geri durmuyordu. Tanındıkça cemaati artıyor, tanındıkça sohbet halkası genişliyordu. Kimi felçli olmasına rağmen onun bu gayretini dualarla taktir ederken, kimi de yardım talep ediyordu.

       Sohbetlerinde infaktan, sadaka vermenin faziletinden, yardımlaşmaktan bahsederken, bunların birlik ve beraberliği pekiştiren/perçinleştiren, Müslümanları birbirine yaklaştıran şeyler olduğunu anlatıyordu. Ensar-Muhacir dayanışmasını, İslam tarihinden örneklerle cemaatine aktarıyor, onları heycanlandırıyordu.

       Bu arada yardımda bulunduğu ailelere gerek kendisi, gerek gönderdiği kimseleri tembihleyerek hayır dualarını almalarını söylüyordu. Bu yardım vesilesiyle İslam ahlakını, yaşanılan mazlumiyeti, Yahudi zulmünü ve benzeri tebliğvari kısa sohbetlerde bulunmalarını da ihmal etmemelerini salık veriyordu. Sadece kuru bir yardımdan çok, manevi bir yardımı da gerçekleştirmeye çalışıyordu.

       Çevreden ve Gazze`nin diğer bölgelerinden      muhtaç ailelerin yeni yeni adresleri ulaştıkça, sorumluluğunun ağırlığını daha çok hissetmeye başladı.

       Yapılan yardımların yeterli gelmediğini gördü. Gazze`nin zenginlerine ve eşraftan ileri gelenlere müracaat e etme gereği hisseti. Gidemediklerine tembihlediği ve güvendiği olgun kimseleri gönderiyor, bazılarına da kendisi gidiyordu. Kimi zenginler kibarca yardım etmeyi reddederken, kimi de ayni ve nakdi yardımlarını esirgemiyordu.

       Bir defasında gittiği bir eşrafla Yaşadıkları hoşuna gitmişti.

       - Bir şartla yardım ederim, demişti.

       Bu durumdan hoşlanmamış, gitmeye davranmıştı.

       - Kusura bakmayın. Şartlı yardımı kabul edemem. Karşılığı sadece Allah`tan beklenecek yardımları ancak kabul edebilirim. 

       Ev sahibi şaşırmış bir halde,

       - İyi de şartımı henüz dinlemediniz, dedi. Size benim akrabam olan fakirlerime yardım edin demiyorum ki!.

       O zaman biraz rahatlamış.

       - Peki dinliyorum, demişti.

       Ev sahibinden samimiyetini ve ihlasını taktir edeceği sözler işitince, ne çok sevinmişti:

       - Yapacağım her türlü yardımın kimseye benden olduğunu söylememeniz ve beni kimseye “yardımsever” olarak deşifre etmemeniz şartıyla yardım edebilirim. Hem de düşündüğünüzden de fazla…Zira sizi ve çalışmalarınızı uzun zamandır takip ediyorum. İşin İçin de Birleşmiş Milletler Yardım Ajansı ve bazı çıkarcı çevreler gibi şartlara ve konuma göre yardım etmiyorsunuz. Hatta akrabalarınızı öncelikle gözetmiyor, onlara da herkes gibi davranıyorsunuz. Bu, çok hoşuma gitti. Zaten böyle olması gerekiyordu. Siz olması gerekeni yaptığınız için, ilahi rızayı gözettiğinizden kuşku duymuyorum.

       Gerçekten de oldukça iyi bir şekilde nakdi ve ayni yardımda bulunan bu hayırseverin yardımları, sürekliliğini hep korudu.

       Kimi iyi halli kimseler de zekatlarını, nezir ve sadakalarını, kurbanlık hayvanlarının etlerini bağışlıyor, kurulan bu fakirler fonuna yardımlarda bulunuyordu.

       Bir yardım demeği hüviyetinde olan çalışmaları Gazze`de herkes tarafından duyulmuştu. Felçli olması, Ahmed Yasin`in her işe koşmasını engelliyordu. Fakat müthiş bir koordinasyon, planlama, iş bölümü ve eş güdümlü çalışmalar gibi güzel ve uyumlu bir teşkilatlanmayla her zorluğu aşıyordu. Tüm çalışmaların merkezinde o vardı. Her şeye, bir sorun ve zorluğa bir çözüm buluyor, en güzel şekilde hallediyordu.

       Bu mali çalışmalarda kendisine yardımcı olanları, sohbetlerinde güvendiği ve itibar ettiği kimselerden seçiyordu. Eski öğrencilerinin yardımlarını da görüyordu.

       Bu arada ders ve sohbet halkası oldukça artmıştı. Yardım faaliyetleri sayesinde halka islami şuuru aşılamaya, gençleri oyun, eğlence ve sokaklardan kurtarmaya yönelik çabalarının olumlu etkilerini, yavaş yavaş görüyordu. Artık camilerde gençler de boy gösteriyor, Kur`an kursları çocuklarla dolup taşıyordu.

       Gazze`deki ihvan-ı Müslimin Hareketi eskisi gibi sönük değildi. Zira Mısır`daki eğitimiyle çok şeyler öğrenmiş, teşkilatsal girişimin gerekliliğini o zamanlar düşünmüştü. Fakat henüz istediği düzeyde bir oluşum içinde olmadığını da unutmadı. Yine de fakir ve muhtaçlara yardımcı olmak, gözlerindeki sevinci görmek, gençleri islami bilinçle donatmak, camilerin sadece ihtiyarlar için yapılmadığını anlatmak, tüm bunların meyvelerini Allah rızasını gözeterek toplamak onu saadete gark ediyordu.Bir felçli olmasına rağmen yapabileceği çok şeylerin olduğunu bilmesi onu daha çok motive ediyordu.                

       Artık sokaklarda giderken adım başı selamlanıyor, nice yaşlılar tarafından hayır dualarıyla karşılanıyordu. Hatta evlerine kadar gelen kimi muhtaç ve fakir aileler şükranlarını dile getiriyorlardı.

       Fakat sohbet ve ders halkalarıyla halkı irşad faliyetlerinde bulunması, Gazze`ye hakim olan Mısır yönetimini rahatsız ediyordu.Mısır`dan dönüşünden bu yana ihvan teşkilatının abasıyla Gazze`de islami çalışmalar yaptığını Mısır yönetimi biliyor, zaman zaman dolaylı olarak bunu Ahmed Yasin`e hatırlatıyordu. Ama o, tüm uyarı ve ikazlara rağmen tebliğ, irşad ve yardım faaliyetlerine devam ediyordu. Gençliğin aydınlatılması uğruna, sohbet ve ders faaliyetlerini daha da yoğunlaştırıyordu.

       İlerde Hamas`ın lider kadrosu bu eğitim faaliyetlerini ve çalışmaları neticesinde ortaya çıkaracaktı. Nitekim önceleri Nusayrat mülteci kampında olan ve babasının vefatı neticesinde Şati`ye yerleşen İsmail Ebu Şenneb, o zamanlar henüz 15 yaşında ortaokul öğrencisiydi. Sohbet ve derslere katılmakla yapılan çalışmalardan etkilenmişti. Bu yaşlardan itibaren hocası Ahmed Yasin`in yanından ve sohbetlerinden Mısır`a gidene kadar ayrılmadı.

       Yine bu sohbetlerle yetişen ve Hamas`ın liderliğine kadar uzanan bir yolda ilerleyen Abdulaziz Rantisi de o yıllarda liseyi bitirerek,üniversite tahsili için Mısır`a gitmişti. Bu şekilde çekirdekten yetişme siyasi ve teşkilatsal işlerin için de büyüyen bir nesil, ihvan-ı Müslim öğretisi, islami bilinç ve şuurla yapılan çalışmalarda istikbalin direniş meyveleri toplanıyordu. Yılladır Filistin`i savunan ve temsil etmeye çalışan Arap ülkeleri gibi dış kadrolara karşılık, artık Filistin`i Filistin`lilerin savunacağı kadrolar yetişmekteydi.

       Ama bu sıralarda yaşanan bir gelişme sonucu Ahmed Yasin tutuklandı. 1965 yılında Mısır`ın genelinde ihvan-ı Müslimin Cemaati`nin önde gelen liderlerine ve üyelerine yönelik geniş çaplı bir operasyon başlatıldı. O zamanlar Gazze, Mısır`a bağlı olduğu için Ahmed Yasin de ihvan`la olan irtibatından ve yaptığı faaliyetlerden dolayı tutuklandı. Çünkü Kahiredeki çalışmalarını ve ihvan`la ilişkilerini, yönetim unutmamıştı. Böylece bir müddet tutukluluk hayatıyla tanıştı. Kim bilir, bekli de bu durum, onu istikbaldeki görevine hazırlayan ilahi bir taktirdi.        

 

 

 

      

      

      

 

                                 

  

 

      

        

        

                           

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                 

                                                          YEDİNCİ   BÖLÜM

 

 

 

       Yıl 1967!..

       Araplar ve İsrail arasındaki çekişmeler büyük bir savaşı doğurdu. İsrail; Mısır, Suriye, Ürdün` e karşı savaşırken, 48 savaşından bu yana Filistin`in geri kalan topraklarını da işgal etti. Böylece Filistin, tamamıyla işgal edilmiş oldu.

       İsrail, savaştığı kukla Arap devletlerini altı günde mağlup ettiği için, “Altı Gün Savaşı” diye de bilinen bu savaşta çok geniş Arap topraklarını ele geçirdi. İslam`ı tebliğ ve irşad ile Allah` akulluk görevini yapmaya çalışan İhvan-ı Müslimin gibi hareketlere aslan kesilen Mısır ve onun konumunda olan Suriye, Ürdün, Siyonistlerce yenilgiye uğrayıp utandırıldılar.

       Bu savaşlarda hamasi nutuklarla halka ve şuurlu Müslüman kitleye zulmeden kukla yönetimler;İsrail ile savaşı Allah için, dini için değil “Arap Milliyetçiliği” adına yaptılar. Gaye kutsallıktan beşeriliğe inince yenilmek mukadder oldu. Fakat yine de ikinci sınıf insan muamelesi yaptıkları şuurlu inananlar-İhvan fertleri savaş cephelerine –onca zulümlerine rağmen- koşmaktan geri durmadılar. Ama takdirin önüne geçilemedi. İçinde iyilerin de olduğu toplumlar musibete uğrayıp yenildiler.

       Galibiyet sarhoşluğuyla coşan Siyonist Yahudiler, kimsesiz kalan Filistinlileri tamamen ezdiler. Filistin`in tamamını işgal etmenin yanı sıra Mısır`ın Gazze şeridini, Ürdün`ün Batı Şeria`sını Suriye`nin de Golan Tepelerini işgal ettiler. Bu savaşta mukaddes Kudüs şehri de işgal edildiği için, Mescid-i Aksa`da Yahudi işgaline uğradı. O gün bugündür Siyonistlerin Mescid-i Aksa`yı işgali hala devam etmektedir. Halbuki Kudüs şehri 1947 “Taksim planı” na göre Birleşmiş Milletlere bağlı uluslar arası özel bölgeydi. Ancak Birleşmiş Milletleri dinleyen kimdi? Arz-ı Mevdud ideali Nil`den Fırat`a uzanırken geri çekilmek İsrail için olacak şey miydi?

       İsrail`in Gazze dahil tüm Filistin`i işgal etmesi bir müddet çalışmalarını sekteye uğratsa da, Ahmed Yasin faaliyetlerinden vazgeçmedi. “”Sakat bir adam ne yapabilir?” demedi. Daha fazla gayret ve azim zamanı olduğunu biliyordu.

       O sıralarda İsrail işgaline karşı Filistinliler örgütlenmeye başlamışlardı. Her kesimden örgütlenmeler-işgale karşı-Filizleniyordu. 1965 yılında gözaltına alınıp tutuklanmasıyla beraber daha da tanınan Ahmed Yasin, halkın nazarında bir yol gösterici oldu. Halkın teveccühü artıkça işgale karşı halkın şuurlandırılmasında emeği daha bir artıyordu. Yardım, irşad ve tebliğ faaliyetlerini yıllardır sistemli ve düzenli bir şekilde ettiriyor; sohbetleriyle, insanları vatanlarını işgalden kurtarma mücadelesine davet ediyordu. İşgalci İsrail`den gelen tehlike konusunda işgale rağmen halkı uyarmaktan geri kalmıyordu.

       Fakat şimdi şartlar değişmişti. Bir fiil işgali yaşayan konumundaydı. Her gün işgalci İsrail askerleriyle karşı karşıya olma, ortamı farklı ve hareketli kılmıştı. Çalışmalarını daha düzenli bir örgütlenmeyle yapmalıydı. Teşkilatlı İsrail`e      karşı, teşkilatlı bir çalışma ortaya koymalıydı.

       Bugüne kadar ihvan tecrübesiyle nice aşamalar katetmişti. Bu tecrübeyi daha da ilerletmeyi düşündü. Dostları ve yakın çevresiyle istişareler sonucu şimdiye kadar yaptığı bu derneksel faaliyetlerini,İSLAM MERKEZİ adı altında daha kapsamlı bir örgütlenmeye büründürdü.1968 yılında kurduğu İslam Merkezi, hareketi, ileride Hamas`ın temelini oluşturacak bir mecradaydı.

       İsrail`in işgaline rağmen bu merkezde bugüne kadarki çalışmalardan daha sistemli ve proğramlı çalışmalar yürüttü. Bu merkezi kurmaktaki gayesi, başta Filistinli gençler olmak üzere insanların islami kültürlerini kaybedip asimile olmamalarını sağlamak, bunu engellemeye yönelik eğitim faaliyetleri yapmaktı. Zira bu insanların karanlık talihini ancak ilim ve eğitimle aydınlığa çevireceğini biliyordu.

       Nitekim bu amaçla verdiği dersler ve sohbetler neticesinde Ahmed Yasin, artık iyice tanındı. Filistin`in her tarafında adı duyuldu. O, artık ŞEYH AHMED YASİN`di. Bir aydınlatma, bir irşad ve tebliğ vazifesini gören, direnişçi yetiştiren, şuur aşılayan, Filistinlilerin işgale karşı uyanmalarında büyük rolü olan bir semboldü.

       Şeyh Ahmed Yasin, sadece yardım ve eğitim çalışmalarıyla yetinmiyordu. Gazze`de işgale karşı direniş gösteren guruplarla da temasa geçiyor, irtibatlar kuruyordu. İşgale direniş noktasında; tüm gruplarla ortak bir noktada buluşuyor, ortak bir endişeyi paylaşıyordu.

       Bu çalışmaları ve faaliyetlerinden memnun olanlar olduğu gibi, rahatsız olalar da vardı. Önceleri      rahatsız olan Mısır yönetimiyken; şimdi de Gazze`nin işgalinden sonra rahatsız olan, işgalci İsrail yönetimiydi. Bu sebeple İslam Merkezi`ni kapatıp Şeyh Yasin`in faaliyetlerini sekteye uğratmak istedi. Fakat tüm baskılara rağmen İslam Merkezi`nin kapatılmasından sonra, aynı çalışma ve faaliyetler “”Ed-Dava ve`l Cihad” , “İsra Topraklarındaki Birlikler” ve en son “İslam Cemiyeti Hareketi” gibi adlar altında Yine devam etti-İşgali ve Yahudiyi halka tanıtan ve Kudüs için direniş göstermelerini isteyen sohbetleriyle Şeyh Yasin, halkın gönlünde taht kurdu.

       -... Selahaddin Eyyubi, dedi Şeyh Ahmed Yasin. Kudüs, haçlı işgali altındayken yıllarca gülmedi. Her daim ağlayıp durdu. Bu durum çevresindekilerin gözünden kaçmadı. Nedenini merak edip dururlardı.

       Bir gün bir hatip; sohbetinde, gülmenin ve tebessüm  etmenin gereğinden bahseden nasihatlerde bulundu. Namazdan sonra o İslam hadimi büyük kumandan, yanından geçen hatibin elinden tuttu ve tarihe mal olacak şu sözleri söyledi: “hocam! Zannedersem nasihatlerinizle beni kasettiniz. Ama Allah aşkına söyler misiniz? Peygamber aleyhisselatu vesslamın miraca çıktığı mexit düşmanların elinde esirken ben nasıl gülerim?”

       Kardeşlerim! O büyük insan kadar yüreği yanan olmasak da, maalesef Aksa`mız bugün esir, bugün Yahudi çizmesi altında… peki, Selahaddin Eyübbi ne yaptı da kudüs`ümüzü İslam`a armağan etti? Merak etmiyor musunuz? Söyleyeyim: Mescid-i Aksa`yı haçlı zülmünden kurtarana kadar hep bir çadırda yaşadı. Bu hareketiyle şunu demek istiyordu: Allah`ın evi esirken benim nasıl evim olabilir ki?

       İşte onlar, işte biz!.. Allah`ın dinini böyle korudular ve ilahi yardımlara böyle  mazhar oldular. Şimdi sıra bizde kardeşlerim! Allah`ın dinine, mabedine sahip çıkmanın sırası…

       Çok şeyler yapabiliriz. Zor olmayan şeyler… öncelikle Allah`ın dinini öğrenmeli, kitabını bilmeli, çocuklarımıza da öğretmeliyiz. Ailelerimize ve hayatımıza onunla yön vermeliyiz. Sonra, bu uğurda didinip gayret etmeli, yapamıyorsak edenlere yardımcı olmalıyız. Birlik ve beraberliğimizi muhafaza ederek muhtaç ve yoksullarımızı, ihtiyaç sahiplerimizi, esir ve şehid ailelerimizi sahiplenmeliyiz. O zaman bağrımızdan kahramanlar çıkacaktır…

       İslam Merkezi`ni ve sonrasında açılan diğer teşkilatları kapatmakla Şeyh Yasin`in faaliyetlerini engellemeyeceğini anlayan İsrail, onu nedensiz ve sebepsiz bir şekilde bir çok defa tutukladı. Her tutuklayışta çeşitli sorgu ve işkence teknikleri uyguladılar. Bir türlü faaliyetlerinden vazgeçiremedikleri gibi yıldıramadılar da. Görünüşte felçliydi, ama normal birçok insandan daha fazla, daha sağlam bir imana, bir ruha sahipti.

       Bu yıllarda dünya kamuoyunda bazı Filistinli grupların yaptıkları birtakım eylemler, Filistin sorununu gündemden düşürmüyordu: 1972`de Tel-Aviv havaalanından Belçika`ya ait bir yolcu uçağının Filistinli gerilalarca kaçırılması, 1973!te de Münih olimpiyat oyunlarında      İsrailli atletlerin öldürülmesi gibi bazı eylemler Filistinli grupların eylemleriydi.

       Şeyh Ahmed Yasin ise farklı bir metodla; önce insanları eğitmekle, İslami bir şuur aşılamakla işe başlamıştı. Bu doğrultuda bitmek bilmeyen enerjisi ve durmak bilmeyen çalışmalarıyla eğitim ve yardım faaliyetlerini devam ettiriyordu. Tüm taciz, gözaltı, tehdit, baskın ve korkutmalara rağmen işgalci İsrail`e karşı sohbetleri ve dersleriyle halka direniş ruhu aşılamaya devam ediyordu.

       Birgün Bürosundayken kapısı çalındı. Merakla başını kaldırdığında 23 yaşlarında Yağız bir Arap delikanlısını gördü karşısında. Delikanlının yüzü yabancı gelmedi. Gözlerinin içi gülüyordu.

       - Hocam! Deyip Şeyh Yasin`in ellerine yöneldi.

       Şeyh Yasin onu tanımıştı:

       - Abdulaziz sen ha!

       Kendisine sarılan genç Abdulaziz Rantisi`yi gördüğüne sevinmişti.

       - Dur bakayım! Şöyle  sana bir bakayım.

       Talebesini neşe içinde süzdü.

       - Seni kavuşturan Allah`a hamd olsun, dedi. Ne zaman geldin?

       - Dün akşam…

       - Ya okul!.. okulunu ne yaptın?

       - Kahire tıp fakültesinden başarıyla mezun oldum.

       - Demek ki bir doktor duruyor karşımda öyle mi? Hem de şuurlu, mümin ve gayretli bir doktor…

       Utangaç bir tavırla:

       - Sayenizde efendim, dedi Rantisi

       Rantisinin dönüşüne sevinen  Şeyh Yasin, onunla uzun uzun konuştu, hasret giderdi. Mısır`daki dostlarından selamlar aldı. İhvan`ın son durumunu, Mısır yönetiminin baskılarını, Rantisi`nin doktora tahsili için planlarını zevkle dinledi.

       Nitekim zamanla Rantisi Mısır`da çocuk sağlığı üzerinde uzmanlaştı. İhtisasını tamamladıktan sonra 1976`dan itibaren tekrar Gazze`ye döndü. Han Yunus`taki  Nasır Hastanesinde uzman doktor olarak çalıştı.

       Bu arada yine üniversite tahsili için Mısır`a giden bir diğer talebesi İsmail Ebu Şenneb de o yıllarda Gazze`ye dönmüştü. İsmail, Mısır`ın Mansura Üniversitesi Mühendislik Fakültesinden mezun olmuş, Gazze Belediyesi`nde “Proje mühendisi” olarak çalışmaya başlamıştı.

       Şeyh Yasin, emeklerinin karşılığını gördükçe, Allah`a şükrediyordu. İnançlı, dindar ve tahsilli gençlerle Filistin`in istikbalini parlak görüyordu. Zira bu gençlerin Filistin davasına İslami bir duyarlılıkla sahip olmaları, ekilen tohumların boşa gitmediğini gösteriyordu.

       İsmail Ebu Şenneb`in mezuniyet dönüşü anlattıklarıyla iftihar etmişti Şeyh Yasin:

       - Efendim, diye başlamıştı anlatmaya İsmail.   Mezun oluncaya kadar mısır hükümeti biz Filistinli öğrencilere çok çektirdi. Her zorluğa rağmen neticede üstün başarıyla da mezun olduğumuzda da, o zorlukları yaşatan onlar değillermiş gibi, fakültede asistan olarak kalmamı istediler. Bir çok arkadaşlara da bu teklifi yaptılar. Güya gazzeye dönersem kendime ve istikbalime yazık edermişim. Mısırda hayat şartları daha iyiymiş. Kariyer yapma imkanım da söz konusuymuş. Ama tüm teklifleri reddettim hocam. Vatanım işgal altındayken kariyer benim neyime! Ben halkıma hizmet için durmadım, döndüm. Sizinle beraber direnmek için…

            O gün İsmail’i bağrına basmıştı Şeyh Yasin. Mutlu olduğu ender günlerden birini yaşamıştı.

Şeyh Yasin, eğitim çalışmalarına, sohbetlerine bazen İsmail’i bazen de Rantisi’yi götürüyor., onlarla iftihar ediyordu. Gençlerle yaptığı ders halkalarında onlara görev veriyor, bunun gençlere teşfik edici olacağını umuyordu.

            Bazı projelerin gerçekleşebilmesi için bir takım düşüncelerini uygulamak adına İsmail Ebu Şennebi çağırmıştı. İsmail’i içeri girer girmez heyecanlı gören Şeyh Yasin

__Hayırdır İsmail?

__Efendim, haberleri dinlemediniz mi?

  Haberleri dinlediği ve kendisinin neden heyecanlı olduğunu tahmin ettiği halde;

__ Ne olmuş haberlere?dedi. Şeyh Yasin

İsmail heyecanla anlatmaya koyuldu.

__ Filistinli bazı solcu gerillalar Air France uçağını ugandanın Entebbe hava limanına kaçırarak indirmişler. Uçaktaki İsrail yolcularını da rehin almışlar. Gayeleri Filistin sorununa dünyanın dikkatini çekmekmiş…

            İsmail Şeyh Yasin’in hiç konuşmadığını fark etti .

__Efendim! Neden susuyorsunuz?

__Haberi bende dinledim dedi Şeyh Yasin. Elbette gündemi takip etmek gündemden hberdar olmak gerekir.Lakin Kudüs’ün özgürlüğü, Filistin’in özgürlüğünün gölgesinde kalamalı.

__Anlamadım efendim!

Gülümsedi Şeyh Yasin.

__Yani asıl olan dedi. Sol anlayışa veya batılı anlayışlara göre değil, İslami ve İlahi anlayışa dayalı bir mücadele yapmamızdır. Çünkü Kudüs bunun sembolüdür. Onların eylemlerinin ses getiriyor olması dışında, islami endişelerden uzak bir anlayışla olması sadece üzüntü vericidir. Keşke ölümleri ve o çaptaki fedakarlıklar Allah için olsaydı. Neticede hidayet veren Allah’tır.

            Düştüğü yanılgıyı anlayan İsmail Ebu Şenneb Şeyh Yasin’i doğruladı.

__Doğru efendim, keşke öyle olsaydı. (kısa bir süküttan sonra) Beni çağırtmışsınız efendim dedi.

__Evet Ebu Şenneb dedi. Şeyh Yasin gülümseyerek. Bazı düşüncelerim var. Seninle bu konuda konuşmak istemiştim. Artık iş hayataına atılmış bir mühendis, aynı zamana da bir davetçisin. Küçüklüğünden beri hep aktifliğini ve faaliyetlerini takdir etmişimdir.

__Estağfirullah efendim. Sayenizde… Her ne yapmışsak hepsi Allah rızası içindi.

İsmail’in mütevazi kişiliği Şeyh Yasinin hoşuna gidiyordu.

__Biliyorsun İsmail “İslam Cemiyeti”mizin kurucuları arasında sende varsın. Gayemiz bu cemiyette gençlerimizi, isyakilerin fitne ve ifsad politikalarına karşı korumak ve islami bir kimlikle yetişmeleri için çalışmalarımızı daha da ilerletmektir. Zira işgalci İsrail, sadece toprağımızı işgal etmekle kalmadı. İnsanlarımızın ve gençlerimizin zihinlerini, duygu ve düşüncelerini de işgal etmek istiyor. Kimi zaman bizzat kendisi, kimi zamanda gafil insanlarımız vasıtasıyla çeşitli oyun, eğlence ve yayınlarla düşük bir ahlakı yaymaya çalışıyor. Özellikle sinema ve spor gibi etkinlikleri toplumumuzu bozmak için kullanıyor. Düşündüm ki sen cemiyetimizin faaliyetleri doğrultusunda gençlerimize planlı ve programlı bir şekilde ilgilenebilir, spor ve sinema gibi etkinlikleri lehimize kullanarak onları yönlendirebilirsin. Böylece değişik alanlarda cemiyetimiz farklı faaliyetler yürüterek fertlerini yetiştirir. Ne dersin Ebu Şeneb?

            __Beni uygun görmenize sevindim efendim. Bu göreve layık olamaya çalışacağım. Buna emin olabilirsiniz.

            __Allah yardımcın olsun. Zaman zaman gelişmeler üzerine bir araya gelir,konuşuruz inşallah.

            İsmail Ebu Şennebin teşkilatçılık konusundaki başarısı, hemen kendini gösterdi. Bir çok genç onun sayesinde sosyal aktiviteler gibi faaliyetlerle İslam cemiyetinin çalışmaların akatıldı. Mahalle mahalle örgütlü bir çalışma meydana geldi. Nizamlı ve düzenliydi.

            Yine teşkilatçılık ruhuyla o tarihler de Filistin mühendisler sendikasının kurulmasına öncü oldu. Aynı zamanda bu sendikanın idare meclisine üye olarak, başkanlığa kadar her aşamada görev aldı.

            Gazze’deki “İslam Ceniyeti”nin halka halka yönelik faaliyetleri akşamdan sürüyordu. Halk cemiyetin şahs-ı manevisi olarak Şeyh Yasin’i görüyordu. Şahsi veya umumi her sorunu dinleyen ve ilgilenen Şeyh Yasin, yardımcı olmaya çabalıyor, yol gösteriyordu.

            Aynı şekilde Rantisi’de çeşitli sağlık kuruluşlarında görev yapıyordu. Aynı zamanda Gazze İslam Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalışıyordu. Bu üniversitenin açılmasında emekleri çoktu. Hem sosyal hemde ilmi çalışmalarda yıldızı parlayan Rantisi, çocuk hastalığı ve irsi yollarla geçen, konusunda profesörlüğe kadar, İslam üniversitesinde kariyer yaptı. Davette direnişte fedakarlıkta kardeşlerinden geri durmadı

            Yine kimi mahallelerde veya çeşitli semtlerde kur’an kursu,cami yahut bir hayır müessesesinin binası yapılırken, inşaatla ilgili projeler için ilk soluk alınan yer, Ebu Şenneb’in mühendislik bürosuydu.Ücretsiz hazırlanan projelere yardımcı olmak halkın teveccühünü kazandırıyordu.

            Kimi zamanlarda da hastalanan yahut rahatsızlanan çocuğunu kapan soluğu doktor Abdulaziz Rantisi’nin muayenehanesinde  bedava muayene,temi edinen ilaçlar nice gönüllerin sevgisini celb ediyordu.

            Tüm bu çalışmalar Şeyh Yasin’in nezaretinden ve kontrolünden islama hizmet anlayışı çerçevesinde yapılıyordu. Hedeflenen ise; işgalci sionistlere karşı halkı şuurlandırmak ve Allah’ın rızasını gözetmekti.

            Radyosundan Manehem begin’in başbakanlık ve likud partisinin genel başkanlığı görevinden  istifa haberini duyan Şeyh Yasin bir fravun’un daha devrildiğini düşündü. Radyo,Beginin yerine İzak Rabin’in geçtiğini söylüyordu. Şeyh Yasin ise, 5-6 yıl öncesini düşündü:

            1977 seçimlerini Manehem Begin kazanmıştı. Bu durum, o zamanlar dahi Şeyh Yasin’i düşündürmüştü. Zira Begin arz-ı mev’ud öğretisine taassuvari bir şekilde bağlıydı. Hatırladığı kadarıyla ve bildiğine göre Irgun örgütüne lider olunca İngiliz Manda yöneimi’nin Yahudi göçlerine göstermelik engel olma çalışmlarını içine sindirememiş ve İngilizlere savaş ilan etmişti. Bu niyetle 1946 Temmuzu’nda İngilizlerin kaldığı Kral Davud Oteli’ni bombalamış, 17 yahudinin ölümünü de göze alarak bu saldırıda gözü kapalı 91 kişiyi öldürmüştü. Halbuki devletleşme yolunda İsrail en çok, İngilizlerden yardım görmüştü.

            Yine 1982’de Lübnan’daki Arafat’a bağlı Filistinli gerillaları yok etmek için lübna’nı uluslar arası hukuku tanımadan ve tepkilerden çekilmeden işgal etmesi, başka bir olaydı. Hele bir operasyon sırasında sabra-şatilla katliamında 3500’ün üzerinde Filistinlinin öldürülmesi Begin’in iktidarının eseriydi. Arafat ve gerillaları da Tunus’a sürgüne gönderdi.

            Tüm bunlar o azgın Begin firavunun eserlerinden bir kaçıydı. Şimdi eşi Aliza’nın ölümünden dolayı iktidardan inzivaya çekilen bir strateji kararı almıştı.

            Şeyh Yasin, bu düşüncelerden sıyrılınca radyoyu kapatmaları için seslendi. Beyaz başörtüsüyle diğer odadan sesini duyan hanımı halime bir koşuda radyoyu kapatı verdi. Kocasıyla bir anlık göz göze gelen halime Hatun bakışlarını yere çevirdi.

            __Abdi nerede? Diye soran kocasına;

            __Şeyh!.. bilmem, dedi. Dışarıda oynuyor olabilir.

            __Sekiz yaşına girdi yaramaz değimli?

            __Evet! Sekiz yaşına girdi.

            __Çok hareketli. Yerinde durmuyor.

            Biraz soluklandıktan sonra hanımına bakarak devam etti:

            __Biliyor musun hatun! O yaşlarda bende çok hareketli idim. Ama insan taktirden kaçamıyor. Yinede önemli olan o’na kul olmak, o’nun için yaşamaktır. Allah kız –erkek tüm çocuklarımızı Salihlerden kılsın.

            Böyle duada bulunurken gözleri kız çocuklarına takılınca, onlarla beraber gülümsedi. Hanımı:

            __ Amin, dedi. Müsaadenizle mutfak da işim var.

            Eşinin arkasından bakarken evliliğini hatırladı. Ferçli bir insanla evlenme cesaretini ve fedakarlığını gösteren kaç kadın vardı? Sadece islmai bir ahlak ve edep ile kocanın dindar ve sakat olanını sağlam olana tercih etmek…Her kadının yapacağı bir hareket değildi.

            Hayatından hiç şikayet etmeyen bu kadın edep ve ahlak timsali olup Şeyh Yasin’in dayanağıydı. Çocuklarını en güzel şekilde yetiştirmeye çalışıyor, her amelinde ilahi rızayı gözetiyordu.    

    

 

           
  

                       

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                               

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                               SEKİZİNCİ BÖLÜM

 

 

Yıl 1984!:

            Tüm giriş ve çıkışları tutulan mahallenin sokakları, silahlı İsrail askerleri,tanklar ve askeri araçlarla kaynıyordu. Her taraftan sarılan bina, Şeyh Yasin’in islami irşad ve tebliğ faaliyetlerinin yürütüldüğü islam cemiyetiydi. Bürosu dahil bir çok oda, mecsid, eğitim yerleri postallarla çiğnendi.

            Şeyh yasin başta olmak üzere yardımcılarından bir çok kimse buradan yahut evlerinden alınarak tutuklandı. İsrail yönetimi tarafından genel bir baskındı yapılan.

            Vakit geçirmeden gözleri bandajlı bir halde sorgu odasına alınan Şeyh Yasin bir çok işkence ve hakaretlere maruz kaldı. Sakat olması, tekerlekli sandalyede bulunması, başkasının yardımına muhtaç olması fayda vermedi. Oldukça şiddetli işkenceler yaşadı.sorgucular onun bu tahammülü ve sabrı karşısında her yolu denediyseler de nafile…

            __Bak dedi sorgucu. Hakkında silah kaçakçılığı yaptığına dair istihbaratımız var. Aslında hakkında her şeyi de biliyoruz. Bu şekilde eğitim ve yardım faaliyetleri adı altında örgütlenerek halkı silahlandırıp bize karşı isyan ve direnişe teşvik ettiğini bilmediğimizi mi sanıyorsun? İsrail’i yıkmayı hedef alan gizli emirlerinden haberimiz yok mu sanıyorsun? Gizli gizli bize karşı terörist yetiştirmenin cezasını bir gün çekeceğini bilmiyor muydun? Duyduğun gibi her şeyi biliyoruz. Sana zarar vermeden bize her şeyi anlatacaksın, tamamı?

            __Madem her şeyi biliyorsunuz, dedi Şeyh Yasin. Artık bir şey anlatmaya gerek yok.!

            __Var var! Biz her şeyi biliyoruz, ama birde senden duymak istiyoruz.

            Şeyh Yasin sadece gülüyordu. Söylenenlere daha öncede birkaç defa gözaltına alınmasının kısa zaman aralıklarıyla tutuklanması, ona sorgu hakkında tecrübeler kazandırmıştı.

            Birden işkenceye ara verildi. İşkence odasındakilerin hepsi dışarı çıkarıldı. İçeri giren biri sesine merhametvari bir ton vererek konuştu:

            __Vah, vah, vah! İnsan felçli bir adama bunu yapar mı?:

            Şeyh Yasin’in gözlerindeki bandajı çözdü. Biraz su içirdi.

            __Bir ihtiyacın var mı? Diye sordu.

            __ Hayır.!

            Yapmacık hareketlerine samimiyet yüklemeye çalışan bu adama baktı Şeyh Yasin.

            __ Neden sana bu kadar hakaret ettiler, dedi adam. Suskundu Şeyh Yasin konuşmak gelmiyordu içinden. Adam yine konuşmaya devam etti:

            __Bak! Ben diğerleri gibi değilim konuşmaktan, anlaşmaktan yanayım. Şayet konuşmazsan sana çok daha kötü işkenceler yaparlar. Bu halinle sana yazıktır!:Haydi, bu işi ikimiz aramızda halledelim ne dersin ha!

            İçinde gizli bir tehdit olan bu sorgu tekniği, iyi ve kötü adam fikri üzerine kuruluydu. Önceki kötü sözde bu iyiydi. Bir çeşit Ali-Cengiz oyunu oynuyordu.

            Bir cevap vermek gereğini düşündü Şeyh Yasin gözlerini ona dikerek konuştu:

            __Demek konuşmamı istiyorsun ha! Vatanımızı ve toprağımızı işgal edip köylerimizi başımıza yıkan insanlarımızı çoluk- çocuk, genç-yaşlı demeden katleden, halkımızı sürgünlere yollayan, Mescid-i Aksa’mızın hürmetini ayaklar altına alan size karşı ne dememi bekliyorsun ey Yahudi!..

Tutmayan bu ellerim ve ayaklarımdan bu kadar korktuğunuza göre korktuğunuzun başınıza gelmesi yakındır inşallah!

            Şeyh Yasin’in sözleri birer kurşun gibiydi. Böyle bir şeyi beklemiyormuşçasına birden deliye dönen adam tüm yumuşaklığını bir kenara bırakarak bağırdı:

            __Yeter, yeter! Kes sesini! Sen başı ezileceklerin ilkisin. Sana az yapmışlar bile. İşkence neymiş göreceksin.

            Hırsala sinirli sinirli terk etti sorgu odasını. Bir sorgucu daha bozulmuş, çileden çıkmıştı. Çektiği ızdırabı ve gördüğü hakaretleri unutarak acı acı güldü içinden Şeyh Yasin; onca halsizliğine rağmen.

            Zindana konuldu Şeyh Yasin. Hz. Yusuf (a.s.)’ın mekanına… Etrafını saran onun gibi yarenleri çevresinde pervane oldular. Yardımcılarından bazılarına gözü ilişince sevinçler yaşadı bu beton alemde.

            Çevresin göz gezdirdi. Bu tarihi binanın sağlıksız ve kötü şartları hemen göze çarpıyordu. Uzun koridorlar, basamak basamak aşağılara inen merdivenler, rutubetli ve nemli duvarlar, adım başı parmaklıklar…Tam bir zindandı burası. Baskı ve hakaretin işkencenin sürdüğü bir mekandı. Aşınan duvarlar nice zulme yıllar boyu şahitlik yapmıştı. Dört bir yanı taş ve betonda inşa edilen bu zindanda koğuşların kalabalık ve tıka basa olması, ayrı bir sorundu.

            Dışarıdayken yardım ettiği ailelerin bir kısmı da tutuklu ve mahkum aileleriydi. Yetimler, öksüzler gibi boyunları bükük eşler, çocuklar görmüştü. Şimdi o manzaranın eksik ferteleriyle iç içeydi. İşgale direnen adsız kahramanlarla beraberdi. Yahudi zumlunun canlı şahitleriydi bu insanlar.

            Kimi aylar, kimi yıllardır mahkemelere duruşmalara çıkarılmamış mazlum Filistinli mahkumlar gördü. Hepsinin gözlerinde direnişin izzeti, direnişin şerefi muştu muştuydu. Alınları nurdan bir aydınlık, yüzleri bir sürur abidesiydi bu karanlık dünyada.

            Günler geçti Şeyh Yasin’in aralarında olmasıyla zindan ehli daha neşeli, daha diriydi. Yapılan dersler, kur’an çalışmaları, tevsir-hadis sohbetleri, siyasi söyleşiler mapushaneyi medrese-i Yusuf-i yeye çevirmiş, bir canlılık getirmişti.

            Nihayet mahkemeye çıkarıldı Şeyh Yasin:

Karşısındaki yargıçlara baktı. Gözlerindeki hadis parıltıyı fark etmemek imkansızdı. Manalı manalı süzüyorlardı Şeyh Yasn’i. Önce kimlik tespiti yapıldı. Daha sonra yargılanmaya geçirildi: savcı, kararı çoktan verilmiş yargılanmanın iddianamesini okudu. Lehte ve alehteki tüm savunmalardan sonra yargıç kararı açıladı.

            __...Sanık Ahmet Yasin’in eğitim ve yardım faaliyetleri adı altında yasa dışı örgütlenme yoluna gidip İsrail devletini yıkmak, yerine islami bir devlet kurmak için çalıştığı ve bu gayeye binayen silah kaçakçılığı yaptığı, yapılan soruşturmalar ile iddia makamının sunduğu ve dosyada bulunan deliller neticesinde suçu sabit olduğundan on üç yıl hapsine…

            Daha önceki bir çok yargılanmalar gibi sathi olan bu yargılanma, tam bir tiyatroydu. Her şey adaletsizlik ve zulüm üzere kurulu olan işgalci bir gücün gösterisiydi. Kendi vatanında, işgalcilere karşı direnmenin adı terörizm oluştu. İşgalci ise barış havarisi kesilen mahsum yahudiydi(!)

            Mahkemenin kararı halkın büyük tepkisine sebep olu. Sendikalar, kitle örgütleri, öğrenciler gösteriler düzenliyor, tepkilerini dile getiriyordu. Birde aşağılayanlar vardı kuytu köşelerde: Esir ve şehit çocuklar, dullar,yetimler,fakirler,yoksullar,kur’an ve eğitim talebeleri…Kimileri için hami, kimileri için baba, kimileri için bir öğretmendi Şeyh Yasin. Artık duvarların arkasında, ama bu insanların dualarındaydı.

            Şeyh Yasin, kararı büyük bir tevekkülle karşıladı. Zindan arkadaşları bir yandan seviniyor, bir yandan üzülüyorlardı. Çünkü zindanın, hasta ve ferçli bakıma muhtaç bir insanın yeri olmadığını biliyorlardı, üzülüyorlardı. Çünkü dışarıdaki halkın ona ihtiyacı vardı: Dul ve yetimlerin, fakir ve yoksulların, öğrencilerin… Kısaca herkesin bir şekilde hamisi, bir şekilde ümidiydi.

            Şeyh Yasin zindanda olmasına rağmen, dışarıdaki teşkilatsal faaliyetler olduğu gibi devam etti. Sanki o varmış gibi yardımlar yapılıyor, öğrencilere islami dersler veriliyor, sportif ve sosyal içerikli faaliyetler devam ediyordu. Zira kurulan yapı zayıflamayacak tarzda, sağlam bir şekilde yıllardır sürüyordu.

            Şeyh Yasin’in zindandaki mahrumiyetinden bu yana on bir ay geçmişti. İlk defa bu kadar uzun kalmıştı zindanda. Bu Yusuf’i hayatı kendisi için bir lütuf, bir ihsan-i ilahi belledi. Bu güne kadar insanlarla iç içe, insanlarla birlikte yoğun kalabalıklar- daydı. Fark etmemişti manevi eksikliklerini. Nefs-i zafiyetlerini kemale erdirmek için, zindan bir çilehaneydi. Bir arınma, nefsi terbiye ve islah yeri olarak idrak etti zindanı.sabır ve irfan mektebi  anlayışıyla gönlünü tefekküre, dini tesbihe, kalbini zikre adadı. Hayatının mücadele içindeki hızlı gelişimini, zindanın Yusuf-i öğretisiyle süsledi. Maneviyatını zenginleştirip nefsine sükunet, ruhuna letafet verdi. Hayatına yön veren gönül zenginliği ve ruhunun yol göstericiliğini, gece-gündüz ibadetinde, sünnetin ihyasında ve nafilenin Allah’a yakınlaştırıcı olma vasfında gördü. Azimle sabırdı zindanın irfani yönüne. Bir tekkeye girmiş gibi kemale yönelen bir gidişata doğru yol aldı. Bu ayların, sonraki hayatında bir dönüm noktası olduğunu anlayacaktı. Bu diriler kabri, bu gerçek dostlar edinme diyarı onun hayatının mekteplerinden en önemli mektepti.

            İsrail’in zulüm dolu zindanlarını, Müslüman mahkumlar gülşen-i cennete çevirmişti. Mahpuslar Şeyh Yasin’den ve ilminden faydalanıyor, halka halka, koğuş koğuş bir  mektep inşa ediyorlardı. Onun varlığı kısa bir sürede zindanın varlığını değiştirmiş, bir Medrese-i Yusuf-iyeye çevirmişti. Gündüzü ilim, gecesi ibadetti.hayırlı günler yahut fertlerin gücü nisbetinde belli zamanlar oruçla geçirildi. Aşk ve vecidin şahikasını gönüller yaşadı. Dışarıda eğitim faaliyetlerini koordine eden  Şeyh Yasin’i yüce Allah bu insanlar için mi bu mekanda tutuyordu acaba? Kim bilir?

                                                          *

 

            Şeyh Yasin’in mahpus olduğu bu döneme kadar Filistin’de İsrail’e karşı yer yer direniş gösteren bir çok örgütlenme vardı. Kimi Yaser  Arafat’ın FKÖ’sü gibi demokrat, kimi milliyetçi, kimi de sol söylem sahibi direniş gruplarıydı. Hepsinin de ortak noktası işgale karşı kararlı eylemlerde ve direnişte bulunmaktı.

            Tunus’a sürgün edilen Arafat, Tunus’taki karargahından örgütünü yönlendirirken, bazı örgütlerde Filistin topraklarında ısrarla eylemlerini ve direnişlerini sürdürüyordu. Fakat Ekim 1985’in başında İsrail jetlerinin Aafat’ın Tunus’daki ikametgahını bombalaması sonucu FKÖ, sürgünden sonra ikinci büyük darbeyi aldı. Bu bombardımanın ardından, FKÖ’nün karagah binası yok olurken, binanın çevresinde bulunan son kişide öldü. İsrail jetlerinin sınırlar aşan bu saldırganlığın emrini veren, o sıralarda başbakan olan Şimon Perez’di.

            Yine bu yıl içinde İsrail’in artan zulmüne karşı, Ahmet Cibril liderliğindeki Filistin halk cephesi, büyük bir direniş gösteriyor, işgale karşı mücadeleden geri durmuyordu. Bir çok örgüt İsrail askerlerini, casuslarını yahut önemli adamlarını kaçırıp Filistin’li mahkumlara karşılık serbest bırakırdı. Bu taktik revaçta olan bir yöntemdi. Zira işgalci İsrail, kaçırılan adamlarının mevki ve konum olarak değerli olduklarını biliyor, ölülerini dahi geri istiyordu. Bunda Yahudi ırkının “seçkin ırk” olma doğması da etkiliydi. Bu milli ırkçılık nev-i şahsına münhasır bir İsrail öğretisiydi.

            Bu sırada Ahmet Cibril’in liderliğindeki Filistin Halk Cephesi örgütü birtakım Yahudileri kaçırmışlardı. İşgalci İsrail ile muhtelif zaman yapılan müzakereler sonucu 1260 Filistin’li  mahkuma karşılık elindeki Yahudileri bırakacaktı. Siyonist İsrail’in kabul ettiği bu mücadele de bırakılan 1260 Filistin’li mahkumlardan biri de Şeyh Yasin oldu.    

            Tevekkülle karşılanan bir kader-i ilahi, şükür ve hamdle neticelenen lutfu ilahiyle nihayet buldu. Şeyh Yasin artık serbestti. Yüce Allah o hiç ummadığı ve beklemediği halde. Kendi dışında cereyan eden bir olayı, necatına vesile kıldı. Zira yüce Allah tevekkül sahibi teslimiyetçi kullarına ikramını ummadığı bir anda verir. Her şey ve herkesten ümitlerin kopup kalplerin dergahına yöneldiği bir samimiyetin, mazlum, yetim, dul, fakir,yoksul kalplerin ümit beslediği halkın dualarını yönlendirdiği bir kader-i ilahinin lütfu ve ikramıydı. Şeyh Yasin’in zindandan çıkması bu lütufla manevi sorumluluğunu idrak eden Şeyh Yasin işgale karşı direnişe değişik boyutlar kazandırmak için mücadele meydanına yeniden atıldı.

            O gün büyük bir sevinç, büyük bir coşkuyla Filistinli’ler özgürlüğe kavuşan mahkumlarını bahırlarına bastılar. Nice evlerde olduğu gibi Şeyh Yasin’in mütevazi evinde de bir coşku yaşanıyordu. Çocukları etrafında pervane misali dönüyor, babalarına kavuşmanın sevinciyle gülücükler saçıyorlardı. Anneleri Halime Hatun’un gözleri ışıl ışıldı. Takriben bir yıllık ayrılık süresince evinde hep bir sessizlik bir sükunet cardı. Şimdi ise evi yine eski neşesine kavuşmuş, şenlenmişti.

            Abdi, on-on bir yaşlarında gelişkin bir çocuk olmuştu. Sevinci, yüzünden okunuyordu. Kızları da babalarının etrafını çevirmiş; kimi sarılmış öpüyor kimi de çekiştiriyordu. Şeyh Yasin, hepsini sevdi, iltifat etti: Abdi’yi, küçük Meryem’i, Abdulahmit’i, abdulğani’yi… çocuklarını tek tek dinliyor, alakalı alakasız konuşmalarını/ sözlerini kesmiyordu.

            Özellikle kızlarının aşırı ilgisi onu etkilemiş, duygulandırmıştı. Şefkat ve merhameti nedense çocuklara karşı fazlaydı. Hele şehit ve esirlerin çocuklarıyla yetimleri görünce daha bir duygulanırdı.

            Kızına baktı. Onları edepli, iffetli ve haya timsali birer mumine olarak yetiştirmek, en büyük arzusuydu. Çocuklarının, özelikle kızlarının çok olması maddi olanaklarının az olmasıyla ilgisi yoktu. İnsanlar, onun felçli olmasını az çocuk sahibi olması gerektiğine yoğursalar da; o, Allah’ın taktirinin tecelli edeceğini biliyordu.

Kız yada erkek ilahi taktirden başka bir şey değildi. Bunu böyle bir teslimiyetle kabullenirken, insanlara neler oluyordu ki? Cehaletin ürünü olan, ruha sıkıntı veren bu düşüncelere sürekli karşı durdu. Kız çocuklarını erkeklerden ayırmadı.  Hep sevdi, hep okşayıcı sözlerle gönüllerini aldı. Kalbin meyvesi olan çocukları, hele kızları bir başka sever, bir başka görürdü.

            Etrafını çeviren çocuklarına baktığında cıvıl cıvıl koşuşturmalarını görünce, onları ne çok sevdiğini daha bir anladı. Hemen hemen her sabah onları görmeden evden ayrılmazdı. Sık sık onlarla konuşmadan, mutluluklarını paylaşmadan geçen her gün hep bir şeylerin eksikliğini hissederdi. Rabbine şükretti sonsuz sonsuz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                   DOKUZUNCU BÖLÜM

 

Çalışma bürosunda günlük rutin işlerini takip eden Şeyh Yasin, tekrar direnişin öncüsü tekrar faaliyetlerin önündeydi. İhvan çatısı altında “Müslüman kardeşler”olarak daha farklı çalışmalar, daha farklı projeler düşünüyor, istikrarlı ve kararlı bir metod geliştirmeyi planlıyordu.

            Bu sıralarda Filistin direniş örgütleri arasında işgalci Siyonistlerin ekmek için çalıştığı fitne tohumları filizlenmeye başlamıştı. Birlik ve beraberliklerini bozmak, bölüp parçalamak ve tek tek yutmak esasına dayalı olan tarihi  “böl,parçala,yut!” siyaseti güdülüyordu. İşgalci İsrail yönetimi tarafından. Önü alınmazsa kötü sonuçlar yaşanacak, kardeş kardeşe kırdırılacaktı.

            Şeyh Yasin buna bir çözüm düşünüyor, fitne büyümeden Filistin’li tüm direniş grupları- örgütleri arasında birlik ve beraberliği/ sağlamayı istiyordu.

            Bu gayeye binayen “islah komitesi” adı altında bir arabulucu komite oluşturulmuştu. Seçkin ve saygın kişilerden teşekkül eden bu komite, fitnenin önüne geçecek bir rolü üstlenecekti. Lakin yinede eksiklik vardı. Ortalık durulmuyordu. “bir adam gerekli” diye düşündü Şeyh Yasin. “öyle biri ki bu fitne ateşini söndürmede aktif ve etkin olmalı”

            Bu düşünceler içerisindeyken ziyaretçisinin olduğunu haber verdiler kim olduğunu sorunca “Ebu şenneb “dediler. Birden düşüncelerindeki eksik taş yerini buldu. Her şey yerli yerine oturdu. “neden akıl edemedim ki? Ebu Şenneb bu iş için en münasip insan. Adeta biçilmiş kaftan” diye düşündü.

            Ebu Şenneb’in islami cemiyetin gençlere yönelik etkinliklerindeki organizesini, öğretim görevlisi olarak Nablus’ta görev yaptığı En-Neccah Ulusal Üniversitesi ve Sivil kuruluşlardaki; teşkilatçılık ve halkı yönlendirmedeki öncülüğü gibi aktif görevlerini hatırladı. Hepsini başarıyla gerçekleştirmişti.

            Hatta akrabaları, arkadaşları ve tanıdıkları içinde iki yada daha fazla kişiler arasında çıkan sorunlarda hep Ebu Şenneb hakem olmuş en uygun çözümle bu işlerde görev almıştı. Öyle ise tüm gayret ve becerisini bu işte de ortaya koyar, ihtilafı ortadan kaldırmayı başarırdı. Öyle ki bu uzlaşmacı vasfını herkes bildiği için onun birlik ve beraberliği sağlamadaki gayreti takdirle kabullenecekti. Neden hemen düşünememişti-ki?

            İçeri giren Ebu Şenneb, her zamanki gibi mütebessim bir çehre ile Şeyh Yasin’i selamladı. Sohbetleri koyulaşmıştı.

            __Üniversitelerde durumlar nasıl Ebu Şenneb? İşgalci Siyonistlerin zaman zaman rahatsızlık verdiğini duyuyorum.

            Şeyh’le konuştu Ebu Şenneb:

            __Doğru efendim dedi, dedi. Fakat yinede silahların gölgesinde elimizden geleni yapıyoruz sadece biz değil Nablus’ da ki kardeşlerimiz de faaliyetlerini fertten topluma kadar gayretle yapıyor, sohbet ve derslerle islami şuur ve bilinci yayıyorlar. Zaman zaman işgalcilerin baskılarına maruz kalsalar da yılmıyorlar.

            __Buna sevindim. Allah’u Teala yolunda çalışanların gayretlerinin zayi etmez. Peki inşaat mühendisliğinin bölüm başkanlığına getirilmende bir sorun yaşandı mı?

            __Hamdolsun efendim. O konuda da bir sorun yok. Her ne kadar üç yıl öncede doktoramı tamamlamak için gittiğim amerikan üviversitem beni çağırttıysa da bir sorun yaşamadım şimdiye kadar.

            Şeyh Yasin’in aklına farklı bir soru gelmişti.

            __Ebu Şenneb, dedi. Gerçi Amerika’da kısa bir süre kaldım yinede sorayım. Bizden o kadar uzak olan bir ülkede insanların Filistin davasına bakış açısı hakkında bir fikir edinebildin mi?

            __Nasıl söylesem efendim!

            __Sizin de bildiğiniz gibi Amerika toprak ve nüfus olarak büyük bir ülke. Gücünü emperyalizmden alıyor. Dünya’da fitne ve fesat tohumu ekmediği bir coğrafya kalmamış. Menfaat ve çıkarı neyi gerektiriyorsa, bir şekilde onu yapıyor. Zayıflara karşı uluslar arası hiçbir kuralı ve antlaşmayı takmaz.

            __Tıp ki işgalci Siyonistler gibi:

            __Evet! Tıp ki onlar gibi. Fakat bir farkla ki Siyonistlerin işgalci tutumuna göz yumanda Amerika’dır. Hatta onları besleyen ekonomik ve savunma sanayine yönelik her türlü desteğini gittikçe arttıranda Amerika’dır. Yani İsrail’i semizleten güç…Yinede şunu belirtmeden geçmeyeyim ki Yahudi lobisinin Amerikan yönetimini ve finansmanını ele geçirdiği bir hakikattir. İsrail’e verilen Amerikan desteği ve her türlü Amerikan yardımının altında bu lobinin etkinliği söz konusu. Üzülerek şunu da ifade edeyim ki Amerika da çok sayıda Ortadoğulu ve Arap kuruluşları olması, hatta finans gücü bulunmasına rağmen etkin lobicilikten mahrumdurlar. Birlik ve beraberliği içinde hareket edememeleri birkaç zararı da beraberinde getirmektedir. Buna sebep ise aralarındaki; fitne ve fesattır…

            __Doğru Ebu Şenneb çok doğu, dedi Şeyh Yasin başını sallayarak.hazır fitne ve fesattan söz açılmışken bu aralar işgalci gücün direniş grupları arasına ekmek için çalıştığı fitne hakkında da konuşmak istiyorum.

            __Sizi dinliyorum efendim.

            __Biliyorsun ki işgalci İsrail, bu Filistinli’ler arasındaki birlik ve beraberliği bozmak için bir çok sisnsi planları uygulamaya çalışıyor. Gazze’mizde de bu durum söz konusu. Direniş, farklı farklı kesimlerin değişik örgütlenmeleri altında dayanışma içinde ilerlerken; metodun ayrı, nihai gayenin aynı olduğundan kuşku sahibi değiliz. Kimi bizim gibi islami bir şuur ve bilinçle direniş mücadelesi verirken; kimi demokrat,kimi milliyetçi, kimi layık, kimide sol bir kimlikle direniyor. Adı direniş olan bu birlik ve beraberlik şimdiye dek sonsuz sürdü. Şimdi ise ortaya çıkan bu nevzuhur fitne ateşinin büyümesine fırsat vermememiz gerektiğine kaniyim. Bu konu üzerine nice zamandır düşünüyordum. “İslah komitesi” her ne kadar çalışıyorsa da yinede birinin bu işle ilgilenmesini tefekkür ediyordu. Senin gelişin hayra vesile oldu. Zira akraba ve dostların ara sıra ve bulunduğun ortamda bu işe laik girişimlerde daha önce bulunmuştun. Bunun için özel gayretinle, bu işte hayırlı neticelere sebep olacağına inanıyorum.

            __Siz nasıl uygun görürseniz efendim. Elimden geleni mutlaka yapacağım.

            Şeyh Yasin buna sevindi.

            __Öyleyse git ve bu hayırlı işle uğraş. Fakat önce iki rekat namaz kıl. Allah’tan yardım dile ve kalbe bu fitneyi söndürmek için istek duy. Rabbinden sözlerini taraflara etkili kılması için bizde dua edeceğiz. Biraz öncede dediğim gibi ihlası elden bırakma. Ayrıca sana yardımcı olabilecek arkadaşlarını da yanına alabilirsin. Allah yardımcın olsun.

            Kısa bir müddet sonra İsmail Ebu Şenneb’in, yüklendiği bu vazifeden de yüzünün akıyla çıktığı görüldü. Tüm direniş gruplarıyla görüştü. Onlara işgalci siyonistin hile ve oyunlarını anlatıp fitneye alet olmalarını telkin eden Ebu Şenneb, Allah’ın izni ve yardımıyla bu fitnenin kaybolmasında başarı sağladı. Filistinli’ler arasında birlik ve beraberliğin sağlanmasında oldukça önemli mesafeler katletti.

            Ebu Şenneb, Gazze’de değişik örgütler arasında çıkan bu fitnenin ortadan kaldırılmasındaki olumlu gayretlerinden dolayı “islah komitesi” üyeliğine seçildi. Bu durum onun azmini daha da kamçıladı. Nitekim fitneyi tamamen ortadan kaldırarak büyük bir tehlikenin önüne geçti. Uzlaşmacı kişiliğiyle tüm grupların takdirini kazandı. Şeyh Yasin, bu başarının gizli anahtarının Ebu Şenneb’in ihlası, takvası ve halis niyeti olduğunu biliyordu. O, el attığı her işte Allah’ın izniyle başarılı oluyordu.

            Bu birlik ve beraberliğin sağlanmasında Ebu Şenneb’in şahsında Şeyh Yaisn’in ilvan abasıyla gerçekleştirdiği direnişin değeri daha çok arttı. Halkın teveccühü sempatisi her geçen gün çoğalıyordu. Halk, gerek bireysel bazda, gerek aşiretsel yahut toplumsal bazda aralarında çıkan anlaşmazlıklarda soluğu Müslüman kardeşler cemaati nezdinde Ebu Şenneb’in yanında alıyor; bir çözüm, bir hakemlik istiyordu. Tüm bu gelişmeler Allah’ın nusretiyle tabanın gittikçe yer bulmasına ve direnişin islami şuur ve bilinçle yapılmasına katkıda bulunuyordu.

                                                                    *

            Şeyh Yasin, durgun ve düşünceliydi. Yıllardır ektiği tohumlar bölge bölge gelişmiş, Filistin’e serpilmiş boy boy fidanlar vermişti. Gazze’nin yanı sıra Batı Şeria’da da teşkilatlanmalar gittikçe artmıştı. İşgale karşı kabaran kin ve öfke seli patlama noktasındaydı.

            İşgalci İsrail’in Gazze yakınlarına yahut batı şeria gibi bölgelere Yahudi yerleşimcilere planlı ve sinsi oyunlarla yerleştirmesi, halkın öfkesini daha da arttırıyordu. İleriki yılarda sayısı 7800’lere kadar varacak olan bu Yahudi yerleşimcileri koruma adına işgalci güçlerce tank ve ağır silahlarla Gazze’ye yerleşmesi ise, halkın öfkesini dizginlenmez bir boyuta sürüklüyordu. Öyle ki bu durum Şeyh Yasin’i düşündürüyor, bir çözüm bulma noktasında zorluyordu.

            Direnişin geldiği boyutu düşündüğü nokta bu yapı ve bu kordinasyon artık ihvan abasına sığmayacak bir boyutta, bir seviyeye gelmişti. Zamanıydı, direnişe yeni bir elbise biçmeli, yeni bir yapılamaya gidilip yeni bir hüviyete bürünmeliydi. Lokal direnişten umumi direnişe geçecek bir kimlik gerekiyordu. Tamamıyla Filistin’e has, Filistin’e özgü artık ihvan havası bu yapıyı taşımayacak kadar dardı. Zira direniş büyümüştü. İşgal devletine karşı fiili bir mücadele ve bir halk ayaklanması tarzında bir örgütlenmesi yapısı direnişe giydirilmeliydi.

            Bu günlerde halkın artan öfkesi bir kıvılcım bekler gibiydi. Bu öfkeyi disiplinli ve kontrollü bir şekle sokmak onu işgalciye karşı diri tutmak ancak bu çapta bir örgütlenmeyle mümkün oacaktı.

            Bu amaçla Abdulaziz Rantisi ve Ebu Şenneb vasıtasıyla şimdiye kadar yer aldıkları bu teşkilatın içinde güvenilen ve öncü kadroda bulunan üç-dört kişiye daha haber gönderdi. İki gün sonra toplanacak ve bu düşündükleri gelişmeleri yeni bir hüviyete büründürecek bir karar alacaklardı. Yeni ve daha kuşatıcı, daha aktif, bir yapı yeni bir direniş yani yeni bir kan, yeni bir can.

            8 Aralık 1987…

            Gazze’nin Cebalya mülteci kampı…

            Sabahın erken saatleriydi. Sokak başında bir tank görüldü. Paletli geniş ve oldukça büyüktü. Bu demir yığını tankın üstüne şeritli üç ağır makineli silah monte edilmişti. Uzunca olan top namlusuyla mülteci kampında devriye gezmekten çok savaş alanında gibiydi. Ağır ağır ilerleyerek geçtiği sokaklardaki evleri yıkarcasına sarsıyordu.

            Tankın içindeki işgalci askerler zırhlı bir aracın içinde olmalarına rağmen hep sıkıntılı, hep tedirgindiler. Dışarıyı gözetleyen asker gülme sesi, diğerlerinin dikkatini çekti.

            __Ne oluyor dedi, tank komutanı neden gülüyorsun?

            __Bir çocuk yolun üstüne çıkmış komutanım dedi asker, elindeki taşı bize atmaya çalışıyor.

            Komutanda bakınca dokuz-on yaşlarında yolun ortasında pervazsızca duran bir çocuk gördü. Üstünde kolsuz gri bir penye ve ona uygun bir renkte bir şort, ayaklarında da sandelet tipi bir ayakkabı vardı. Manzarayı çocuğun elindeki taş, gözlerindeki kin ve öfke tamamlıyordu.

            Çocuk, üstüne doğru ilerleyen tanka bir kaça adım daha yaklaştı. Elinde tutuğu taşı tüm gücüyle tanka doğru savurdu. Komutan demir yığını tanka değen taşın sesini bile duymadı. Birden kan beynine sıçradı komutanın. Bir çocuk hangi cesaretle bunu yapabilirdi. Sinirlenip tank sürücüsüne bağırdı.

            __Hızlan, çabuk hızlan! Ez şunu! Dedi.

            Paletler hızlanınca çocuk bir ok gibi geriye doğru ırladı peşinde tank olduğu halde dar bir sokağa girip kayboldu aniden tekbir sesleri arasında nereden geldiği belli olamayan yüzlerce taş tankın üzerine düştü. Tanka monta edilmiş silahlar kırıldı. Açık olan üst kapaktan içeri düşen taşlar askerleri ürkütmeye yetmişti.

            Komutan ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Gördüğü manzara karşısında şaşkındı. Çoğu genç olan yüzlerce Filistinli ellerinde sapanlar ve taşlarla saldırıyordu. Kiminin yüzü kefiyelerle örtülü kiminin de başı bandajlıydı. Gittikçe çoğalan bu insanlar durmadan sloganlar atıyor durmadan bağırıyorlardı. Hepsinin gözlerinde kıvılcım kıvılcım bir kin bir öfke dolaşıyordu.

            Komutan aniden irkildi.

            __Tuzak bu dedi. Şaşkın şaşkın çocuk bizi tuzağa çekti aptallar!...

            ne yapacağını bilememenin öfkesiyle emirler yağdırıyordu.

            __Çabuk geri çekil, çabuk geri çekil! Tuzak bu! Ardından üzerinden ilk şoku atar atmaz telsize sarıldı.

            __Merkez beni duyuyor musunuz?  Acil yardım istiyoruz. Cebalaya’da isyan var gittikçe artan direnişçiler her taraftan türüyorlar.

            Cebelya’da başlayan öfke seli kısa bir zamanda tüm gazzeye yayıldı. Derken batı şeria başta olamak üzere bir çok şehirde tutuşup tüm Filistin’i saan bir hareket bir öfke doğdu: İNTİFADA!

            Önceki akşam İsrail’deki işlerinden Gazze’de ki evlerine dönen bir grup Filistin’li işçi kontrol noktasına da  işgalci askerler tarafından durdurulmuştu. Kontrol bahanesiyle durdurulan ve içinde işçi Filistin’lilerin bulunduğu bu aracın üzerine sivil bir Yahudi yerleşimci kamyoneti kasten çarpmış dört Filistinli işçinin ölümüne dokuz Filistinli işçinin de yaralanmasına sebep olmuştu. Bu olayın verdiği öfkeyle Cebelaya mülteci kampında başlayan birinci intifada alevi gittikçe tüm Filistin’i sardı. Kin ve nefrete bürünen öfke sapanlarda taş olup işgalci gücün üzerine yağıyordu.

            Aynı gün önemli bir gelişme daha yaşandı. Gazze’de ki Müslüman kardeşler cemaatinin önde gelenleri Şeyh Yasin’in liderliğinde önemli bir toplantı düzenlendi. Yedi kişilik bu toplantıda birazdan tarihi bir gelişmenin temeli olacak bir karar alınacaktı.

            __Kardeşlerim! Diye söze başladı Şeyh Yasin. Yıllardır toprağımızı, sevgili filistinimizi, kutsal Kudüs’ümüzü ve Mescid-i Aksa’mızı işgal eden Siyonist düşmana karşı halkımız bir direniş bir seferberlik vermektedir. Başından bu yana gayemiz, şuurlu ve islami bir direnişi gerçekleştirmektir. Zira islami olamayan bir direniş özümüze, kimliğimize uygun değildir. Rabbimizin inayetiyle yıllardır verdiğimiz emekler boşa çıkmadı.  Bu gün tutuşan “intifada” ateşi ellerde taş olup işqaki Yahudi’nin suratını yakmaktadır.

            Bu güne kadar giydiğimiz bu aba, bu yapıya artık dar gelmektedir. Dünya arenasında biz Fislistin’lilerin hakkını, mağduriyetini, maruz kaldığımız zulmü artık adımıza, başkaları değil biz savunacağız. Bunun savaşını biz vereceğiz. Artık rabbimizin nusretiyle bünyemizde bu bilinçle yetişen, hareketimizin tam kadrolarında görev ve sorumluluk alabilecek,dünya siyasetine bizi çekinmeden ve bihakkın temsil edecek kardeşlerimiz vardır.

            Şimdiye kadar attığımız adımlara bir çok engel çıkarılmasına rağmen, büyük mesafeler katlettik. Şimdi bir adım daha atıp direnişimizi daha disiplinli, daha örgütlü, daha kapsamlı ve kuşatıcı bir hale getireceğiz. Bundan böyle yeni yapılanmamızı HAMAS (Hareket-ül mukavemet-ül islami direniş hareketi) çatısı ve adı altında gerçekleştireceğiz. Hamas anlamı gibi Filistin’e ve direnişe cesaret, güç ve kuvvet olacaktır.

            Şeyh Yasin oy birliğiyle birliğiyle hareketin manevi liderliğine getirildi. Zira o, direnişin sürmesinde ve intifada’nın sürmesinde motor görevi görüyordu.

            Toplantıda kurucu üyelerden bazıları çeşitli görevlerde vazifeler aldılar. Kimi sözcü, kimi direnişçi kimi de koordine edici olarak Şeyh Yasin’in kontrolünde faaliyetlerine devam ettiler.

            Toplantıdan bir gün sonra Hamas’ın resmen kurulduğunu ilan etme görevi Doktor Abdulaziz Rantisi’ye verildi. Aynı zamanda başta öğretim görevlisi olarak çalıştığı Gazze İslam Üniversitesi olmak üzere halkı intfada için örgütleme faaliyetlerin-de Mahmut Zahar’la beraber sorumluluk aldı.

            Daha sonra Ebu Şenneb’de Gazzze’de aynı görevle görevlendirildi. İntifada süresince intifada alevinin sürekli tutuşturulmasına da, işgale karşı mücadelenin yönlendirilmesinde ve özellikle Gazze’de intifadanın koordine edilmesi konusunda sorumluluk yüklendi. Aynı zamanda Şeyh Yasin’de yardımcısıydı.

            Ebu Şenneb, intifadanın ilk  gününden itibaren, hamasın önderliğindeki tüm faaliyetleri aşkla, şevkle, ihlasla takip ediyordu. Sürekli mücadele metodlarını geliştirecek çalışmalarda bulunuyordu. Şeyh Yasin‘in adeta sağ kolu gibiydi.

            Ertesi gün 9 Aralık 1987’ydi. Hamas’ın kurulduğu resmi olarak ilan edildi. Kısa vadedeki gayesi; işgal altındaki Filistin topraklarından İsrail askerlerini çıkarmak, uzun vadedeki gayesi ise islami temele dayalı bir Filistin devleti kurmak olarak açıklandı. Artık mücadele sahasında, şanlı intifada meydanında yepyeni bir direnişçi güç vardı: Hamas… Filistinlileri merhametsiz ve gaddar bir askeri işgale karşı savunan, halka dayalı bir güç…

            Bir gün sonra hamas, yayınladığı ilk bildiride kuruluş gayesine binaen işgale karşı Filistin halkının en kapsamlı cihadını başlattığını ilan etti. Böylece intifada yeni bir ruh, yeni bir dinamizmle gittikçe kök saldı. Sokak sokak, cadde cadde her gün sapanlarıyla koca koca tanklara, tam tam donanımlı işgalci İsrail askerlerine karşı bir intifada gücü sürüp gitti.

            İntifadanın ateşleyicisi ve sahibi olan hamas, sadece fiili bir direnişte bulunmadı. Eskiden beri süregelen sosyal ve kültürel etkinlikler aksamadan devam etti. Uzun yılları boyu topladığı akdi ve nakdi yardımları bir çok mülteci kamplarına işgalci güçlerinde kaderine terk edilmiş Filistinler için kullandı. Kimi yerde anaokul, kimi yerde bir kur’an kursu, kimi yerde de esir, şehid ve mahküm aileleri başta olmak üzere fakir ve yoksul ailelere erzak yardımı yaptı.

            Sadece fiili cihadı esas tutmadı Filistinlilerin hemen hemen her sorunuyla ilgilendi. Hastaneler kurup çocuklar ve yaralıları bedava tedavi etti. Muhtaçlar ve ihtiyaç sahiplerinin yanında oldu. Sadece gazze de değil Kudüs’ten Cenin’e, Hayfa’dan Askalan’a kadar örgütlendiği bir çok yerde halkın yanında her yönüyle yer aldı. Sürgüne gönderilenlerin, işgalcilerin verdiği ağır yaraların sarılmasında önde hep o vardı. Tavan hareketi boyutunu çoktan geride bırakmış, taban hareketi haline gelmişti.

            Hamas Filistinliler için artık bilindik direniş gruplarının ötesinde halka mal olan, hayatın içinde ve hayatın gerçeklerini halkla paylaşan bir direniş olmuştu. Filistinliler için anlamı ve çağrışımı oldukça farklı ve zor günlerinde yanlarında bulundukları direnişti. Şimdiye kadar yaşanan çaresizlik karşısında dillerde ve gönüllerde bir ümit, bir sevdaydı.

            Bu organizasyonun beyni ve perde arkasındaki kilit ismi Şeyh Ahmet Yasin’di. Hastalığına ve sakatlığına bakmadan gece-gündüz sorunlarla ilgileniyor, yol gösteriyor, gelişmelere göre strateji üretiyordu. Artık teşkilatsal çalışmalar, bir organizasyon disiplini ve koordinsayonu altına altında yürütülüyordu. Başta İsmail Ebu Şenneb olmak üzere diğer yardımcıları, günlük çalışmalar ve programları koordine edip bilgi ve belgeleri ona arz ediyor. Gösterdiği doğrultuda Filistin çapında örgütlenmeyi idare ediyordu.

            El-Halil ve Kudüs’ün özellikle doğu kesimi, Ramallah,Nablus,Cenin, Hayfa,Askalan,Gazze ile güney filistine kadar,tüm Filistin bir Hamas direnişi, bir intifada yaşıyordu. Disiplinli ve teşkilatlı bir hak arama mücadelesiydi bu. Tanklara ve ağır silahlara karşı sapan taşları… Ebrehe’nin fillerine karşı Ebabil kuşları…Tüm Dünya’ya haklılıklarını sapanlarıyla ispatlamaya çalışan onurlu ve izzetli bir direniş, onurlu ve izzetli bir intifada yaşanıyordu Filistin’de.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                             ONUNCU BÖLÜM

 

            __Ebu Şenneb, bu raporların çoğunda olumlu gelişmeler gördüm. Bu gelişmelerin gazze’nin dışındada tüm hızıyla devam etmesi Allah2ın bir yardımıdır.

            __Kesinlikle efendim. Allah’ın lütfu ve inayeti olmazsa, bizler aciz kullar olarak hiçbir şey beceremeyiz.

            __Kudüs, Cenin,El-Halil gibi merkezlerde özellikle cami eksenli çalışmaları ve teşkilatımızın halkla iletişimini. İntifada seviyesine getiren kardeşlerden Allah gani gani razı olsun…buralarda da çalışmaların gidişatı iyi olsa gerek öyle değil mi?

            __Allah’a hamd olsun. Gayretli çalışmalarımızın semeresini Allah Teala arttırıyor.

            __Bu çalışmalar içinde ilerleme gösteren ve ilerde daha büyük sorumluluklar alabilecek için, özel düşüncelerin olsun Ebu Şenneb.

            __Elbette efendim. Bu sebeple sürekli yeni mücadele metotları üzerinde çeşitli fikirlerin temel oluşturması için, yapılan gayretlerden sizide haberdar ediyorum. Bu çalışmalarımızda İsmail Haniye ve Muhammed Deif’in katkılarının büyük bir payı var. Direnişimizin en ücra yerlerde de intifada ruhunu diri tutmasında üstün bir performansı olduğu açıktır. Bu ilahi bir lütuftur.     

            __Ya yardım faaliyetleri… İhtiyaç sahiplerine ulaştırmada bir sorun olyor mu?

            __Hayır efendim! Ortalık gergin olmasına rağmen her türlü gayret gösteriliyor.

            Şeyh Yasin, biraz düşündü. Bakışlarını bir noktaya dikip öylece kalakaldı. Biraz sonra başını Ebu Şenneb’e çevirdi.

            __Biliyor musun? Ebu Şeneb dedi. Faaliyetlerimizin güvenliğini sağlamak bize düşüyor. Bunun için küçük bir güvenlik birimine ihtiyacımız vardır. Geçenlerdede konuştuğumuz gibi bu görevi yapabilecek ve bu işte kabiliyetli, gözüpek, cesur gençlerden bir birim oluşturduk. Ama yeni olduğundan eğitimleri ve geliştirilmeleri için gayret gösterilse, kışkırtmalara ve heyecana gelmeyecek soğukkanlılık aşılansa iyi olur.

            _inşallah efendim. Bu konuda size ayrıntılı bir rapor getirecğim.

            __Bir de sende, Rantisi’de dikkatli olun. Mahmut,Zahar ve diğerleride… Bu yeni yapılanmamız hakkında işgalci yönetim kesinlikle istihbarat toplamıştır.

            Bu küçük büroda büyük işler planlanıyor. Büyük bir direnişin/intifadanın perçimlenmesi için her gün konuşuluyor. Fikir teatisinde bulunuyordu. İnce ayrıntılar, ince detaylar tek tek ele alınıyor, istikbale dair şekilleniyor, atılan her adım yıllar sonrası hesaplanarak da atılıyordu.

            İntifadanın başlamasından 37 gün sonraydı. Ocak ayının ayazında gece yarısından sonraki bir vakitte sokaklarda sessizlik hüküm sürüyordu. Birden askeri cemseler belirdi. Sokağın başında kalabalık bir asker birliği bir evi kuşatma altına aldı. Sessizce alınan tüm tedbirlerden sonra, evin kapısını çalma tenezzülünde bulunmadan kapıyı kırarak, büyük bir gürültüyle içeri daldılar. Aradıklarını bulmanın sevinciyle zafer kazanmış bir kumandan bürünen subay operasyonun bittiğini işaret etti. Aceleyle araçlarına binen işgalci askerler arkalarında gözü yaşlı bir kadın ve çocuklarını bıraktılar. Gecenin sessizliğini bozan sesler, işgalcilerin arkalarından bıraktıkları lanetler, beddualar ve rableriyle aralarında perdenin olmadığı mazlumların yakarışlarıydı.

            Bir saat sonra gözleri kapalı bir şekilde sorgudaydı, Abdulaziz Rantisi

            __Evet! Dedi sorgu subayı. Söyle bakalım Bay Rantisi. Şimdi de hamas çıktı ha! Biz birini kapatıyoruz siz diğerini açıyorsunuz…

            sessizdi Rantisi. Konuşulanlardan çok, Rabbiyle meşgul olmaya karar vedi. O’na sığındı. Kendini en zor işkencelere hazırladı. Bu saatleri bir gün yaşayacağını biliyordu. İşte o saatler gelmişti. Sabretmeli ve direnmeliydi. Allah için, rızası için…

            gelişmeyi Şeyh Yasin duyar duymaz ebu Şenneb’i Rantisi’nin evine yolladı. Teselli için Rantsi’nin evine ziyaretçiler gidiyor, yalnız bırakılmıyordu. Her türlü maddi ve manevi destek gösterilmiş, sıkıntı yaşatılmamıştı.

            Bir ay kadar sonra bırakılan Rantisi mutluydu. Çektiği çileler ve gördüğü zulüm Allah içindi. İçerde olduğu sürece ailesine gösterilen ilgi onu daha çok sevindirdi. Sahipsiz değildi. Bir davası ve bir mücadelesi vardı.

            __Bu günden sonra daha dikkatli olmamız gerekiyor, dedi Şeyh Yasin karşısında oturan Rantisi’ye. Zannedersem hepiniz için zor günler bizi bekliyor. Bir ateş sahasının ortasındayız. Gücümüz ve gittikçe kendileri için tehlikeli olduğumuzu idrak ediyorlar. Asıl korktukları islami şuurla yoğrulmuş bir direniştir. Çünkü onlarda biliyor ki bu bilinç ve şuur onların sonları olur. Bu bilince sahip olan her mücahit için canı, malı ve ailesi ikinci plandadır. Yani ölümü alnına yazan insan neden, kimden ve niçin korksun? Fakat bu şuura sahip olmayan anlayış, bir şekilde memnun edilebilir! İşte bu ince çizgiyi işgalci düşman tarihi tecrübelerinden biliyor. Bunun için adımlarımızı çok dikkatli atmalıyız, Rantisi. Her an, her şeye hazırlıklı olmalıyız.

            __Doğru efendim. Birde sorguda dikkatimi çekti. Hep maddi destek ve makam tekliflerinde bulunuyor. Bu yolla direnişi bölmeye çalışıyorlar.

            __Bu da çok önemli bir nokta, dedi Şeyh Yasin. Tüm Hamas fertlerine sosyal ve kültürel faaliyetlerde ders ve sohbet halkalarına özellikle imani konuların pekişmesi ve perçimlerşmesine yönelik nasihatler yapılsa iyi olur. Zira iman takviyesi güçlü olmayan her nefse böylesi teklifler cazip gelebilir. Hz. Yusuf (a.s.) dahi “rabbinin esirgediği müstesna her nefis gerçekten kötülüğü emreder”1 demiştir. Bu konuya ayrı bir önem verilse iyi olacağı kanaatindeyim

            __İnşallah verilecektir efendim.

            Şeyh Yasin’le görüşmesinden yaklaşık bir ay sonra tekrar tutuklanan Abdulaziz rantisi, bu defa 2.5 yıl zindanda kaldı. Fiziki işkencenin yanı sıra yargı işkencesine de tabi tutuldu. Askeri yargıç önüne her çıkarılışında hakkında herhangi bir hüküm verilmeden her celsesi erteleniyordu.

            Böylece günleri Yusuf’i bir hayata alışarak geçti. O atlas iklimin havasını tenefüse çalışıyor, azami derecede faydalanıyordu. Aynı zamanda teşkilatcılık ruhuyla cezaevinde ki mahkumları örgütleyerek haklarını aramaları konusunda direnişin bakla bir boyutunda mücadele ediyordu. Koğuş koğuş, sevye seviye, eğitim çalışmaları, siyasi çalışmalar ve dini ilimler konusuna planlar ve programlar çerçevesinde, zindan çalışmalarını koordineli bir şekle sokuyordu.

            Tıp doktoru olması özel ilişkilerde çok faydasını gördüğü bir konuydu. Sosyal ilişkisini geliştirici tavırları ve güven verici yaklaşımlarıyla kendini zindana kabul ettirmiş, sevdirmişti. Zira o bir direnişçinin, her zaman ve mekanda Allah rızasını gözeterek fayda verebileceği yahut faydalanabileceği bir gayreti elden düşürmeyeceğinin bilincindeydi.

                                                                         *

            18 Mayıs 1989!..

            zaman, Rantisi’nin son tutuklanışından bir küsür yıl sonraydı. Hamas’ın çalışmaları, yönlendirmeleri sonuncu intifada tüm hızıyla devam ediyordu. Her gün yüzlerce çatışma haberleri yayılıyor, İsrail askerlerinin acımasızca katlettiği genç fidanlar Filistin’e feda oluyordu. Kimi 9, kimi 10, kimi 15, kimi 16 yaşlarında hayatlarının baharlarında intifadaya adanmış canlardı bunlar. Vuruldukça çoğalan çoğaldıkça işgalci İsrail’in korkulu rüyası olan çocukların direnişi karşısında elinden bir şey gelmiyordu. Ellerinde taştan başka bir silahı olmayan çocukların yürüttüğü intifadayla iyice sıkışan İsrail hırsını yine Şeyh Ahmet Yasin’den aldı

            fakat bu defa daha kapsamlı, daha f-geniş çaplı bir operasyon düzenlendi. Şeyh Yasin’le birlikte islami direniş hareketinin pek çok mensubunu da tutukladılar. Böylesine büyük bir operasyon intifadaya darbe vurmayı amaçlayan bir hareketti.

            Remle hapishanesinin karanlık derhizlerinde Şeyh Yasin, bir yıl boyunca sorgulandı, bu süre zarfında mahkemeye de çıkarılmadı. Sağlık durumu gittikçe kötüleşiyordu. İşkence ve hakaretlerle ruh sağlığına zarar verilmek istendi. Fakat o vakarla ve tam bir teslimiyetle direndi.

            __Şeyh Yasin diye seslendi, işkenceci subay. Alayvari bir sesle ziyaretçilerin varmış. Sana giyecek getirmişler. Aslında onları içeri almamız yasak ama sana kıyak yapalım dedik.

            Sağına batlı.

            __Getirin çocuğu dedi, kapıdaki askerlere.

            Kapı açılınca içeri 14-15 yaşlarında olan oğlu Abdi girdi. Elinde elbise çantası vardı. Subay bir çırpıda Abdi’nin elindeki çantayı kaptı.

            __Vay, vay, vay! dedi, alaycı bir tavırla. Demek sevgili isyancı babana elbise getirdin ha1 bakalım neler varmış çantada. Hımm! İki adet atlet, bir adet çorap…

            çıkardığı her parçayı hırsla yere atıyor postallarıyla basıyor, çiğniyordu. Son parça elbiseyi de yere attıktan sonra hırsla çantayı da yere çaldı.

            Birden durdu. Yanı başında kendisi şaşkınlıkla izleyen Abdi’nin suratına şiddetli bir tokat aşk etti. Ne olduğunu anlayamadan gayri ihtiyari bir çığlık sonucu kendini yerde bulan Abdi’nin burnundan kızıl kızıl kanlar akmaya başladı. Abdi’nin yerdeki haline kahkahalarla gülen işkenceci subay ve erleri; sadist ruhlu, dengesiz kişilik sergiliyorlardı.

            Şeyh Yasin olanlar karşısında ruhunda fırtınalar koptuğunu bir şey yapamamanın ızdırabını yaşadığını bilen subay;

            __Nasıl?: dedi. Yüreğinin taa derinliklerinde bir acı hissediyor musun Şeyh Yasin? Bizi uğraştırma da bizimle anlaş. Senin için iyi olur. Yoksa…

            onlara duyarsız değildi Şeyh Yasin. Metanetini koruma zamandı. Duygusal olmaktan çok basiretli olmak gerektiğini bilen biriydi. Rabbine tevekkül etti. O’na sığındı ve inayetini biledi. Sürekli ona ve aile fertlerine karşı devam eden bu tür işkenceler, onu ümitsizliğe sevk etmiyordu.

            Yine bir başka gündü. Fiziksel özürlü olması sıkıntılarını arttırmasına rağmen taviz vermemekteydi. Gözlerinin önünde çocuklarına yapılan işkenceler dahi  onu yıldırmadı. O gün işkence dolu bir gündü. İşkenceci bir subay saatlerdir konuşmaya ikna edemediği Şeyh Yasin’in seslendiğini duyunca hemen yanına sokuldu.

            __Bir şey mi istedin? dedi ümitle.

            __Tuvalet ihtiyacımı görmem lazım saatlerdir… sözünü tamamlamasına fırsat vermeden bağırdı subay:

            __Nee!.. Beni bunun için mi sandalyemden kaldırdın?..

            ağzına geleni söylüyor, köpürüyordu. Bu şekilde psikolojik baskı uygulayan işkenceci subay, Şeyh Yasin’e acı çektirmek istiyordu.

            Sakat bir insanı en doğal haklarından dahi mahrum eden işkenceci Yahudiler, boşuna çıpındılar. Zira onu dört yıl önceki tutuklamalarında da aynı direnişçi tavırla karşılaşmışlardı. Fakat Şeyh Yasin’de bu süre içinde daha bir bilenmiş oyunlarını başlarına geçirecek tavrı hakkıyla bir daha sergilemişti.

            Yaklaşık bir yıla yakındı tutuklandı tutuklanalı bir gün kapısından içeri giren bir asker onunla ilgilendi. Üstünü başını düzeltti. Temiz elbiseler giydirdi. Tekerlekli sandalyesiyle alıp camekanlı bir odaya götürdü. İçeride avukatını görünce sevindi Şeyh Yasin.  Birbirlerini sorduktan sonra;

            __Gelişmeler nasıl? Diye sordu.

            __Efendim, diyerek başladı avukat. Yakalanışınız dan sonra çeşitli insan hakları örgütleri dünya kamuoyuna çeşitli açıklamalarda bulundular. Lehinize bazı gelişmeler olsa da işgalci yönetimin tavrını yumuşatmıyor. Fakat sizinle görüşmem dahi büyük bir başarı.

            __Benimle görüştürdüklerine göre mahkemeyle ilgili bir gelişme olmalı!

            __Evet efendim! Bir gelişme var. 3 Ocak 1990 yani, üç gün sonra mahkemeniz var. Ayrıca hakkında oldukça yüklü bir dosya hazırlamışlar. Anladığım kadarıyla kurt-kuzu meselesi.

            __Hiç bir halt, beceremezler dedi Şey Yasin. Taktir ne ise o olur.

            Bunca çektikleri karşısında hala izzetli bir duruş sergileyen Şeyh Yasin’e hayranlıkla baktı avukat. Şeyh Yasin’in sorusuyla kendine geldi:

            __İntifada da bir gevşeklik yok inşallah.

            __hayır efendim, yok! dedi avukat. Sizin ve diğer kardeşlerinizin tutuklanmasından gaye intifadayı kesintiye uğratmaktı. Ancak Siyonist işgalci umduğunu bulmadığı gibi, intifada tutuklanmanızla daha da şiddetlendi.

            __Allah’a hamd olsun! Allah’a hamd olsun! dedi. Ya İsmail Ebu Şenneb… Ondan haberin var mı?

            __Şey! Bildiğiniz gibi onu da burada; Remne zindanında. İlk etapta sorguya alındığını ve şiddetli işkencelere maruz kaldığını biliyorum. Üç ay boyunca kesintisiz bir şekilde işkenceci sorgusu devam etmiş. Daha sonra ışığın bile görünmediği tek kişilik bir hücreye kapatılmış, yakında onunla da görüşeceğimi umuyorum.

            Teslimiyetçi sözler döküldü, Şeyh Yasin’in dudaklarından.

            __Allah yardımcısı olsun. dayanma gücü versin… Ya Rantisi… Ondan da haberin var mı?

            __O da, dedi avukat. 4 Mart 1998’deki tutuklanmasından bu yana hala zindanda işin tuhaf yanı işgal yönetimi onu mahkemeye çıkarıyor ve her hangi bir karar vermeden davsını erteliyor. Bir çeşit yargı işkencesi uyguluyorlar. Aslında öne sürebilecekleri somut bir delileri de yok. zaten Rantisi’de onca işkenceye rağmen ser verip sır vermeyen bir tavır sergilemiş.

            __Doğru, dedi Şeyh Yasin sevinçle. Tutuklandığı zaman henüz dışarıdaydım. O, izzetli bir tavır sergiledi. Her zaman tıp ki bir çok kardeşimiz gibi. Bu yol çile ve aşkla yoğrulmuş ilahi, hak bir yoldu. Yoluna gayret gösterenleri ummayacağı nimetlere eriştireceği vadeden yüce Allah her şeye kadirdir.

            __Size yapılan hakaret ve işkenceleri gündemde tutmak istiyoruz efendim. Zaten adliye ve ailenize yapılan herkesin malumu.

            __Oğullarımız ailelerimiz ve canlarımız birer imtihan vesilesidir. Abdi ve ailem Hz. Ammar ailesi kadar. Bizden öncekiler kadar değerli değil. Yasir ve Sümeyye sabrettiler. İnşallah bizde sabredenlerden oluruz.

            Avukat, sohbeti başka bir mevzuya çekti.

            __Efendim, dedi. Birazdan mahkemenizde olabilecek gelişmelere yönelik olacak konular da konuşsaydık…

            bir tebessüm yayıldı, Şeyh Yasin’in yüzüne. “işgalci yönetimin mahkemesi ha!”diye düşündü. Avukatı bir şeyler konuşuyordu. Ama o başka şeyleri düşünüyor, başka iklimlerde geziyordu.

            Nihayet 3 Ocak günü gelmişti. Askeri mahkemenin her biri gurur ve kibir abidesi olan yargıçları Şeyh Yasin’e yüksek kürsülerden bakıyordu. Hakkına bir bardak suda onca fırtınalar kopartılan, dünya medyasının ve insan hakları örgütlerinin diline doladığı adam bu muydu? Tekerlekli sandalyede oturan bu mefluc adam nasıl kitleleri peşinden sürükleyebiliyordu?

            Duruşmayı açan hakimin kimlik tespitinden sonra, söz alan savcı, iddianameyi okudu. 15- ayrı suç isnadını sıraladıktan sonra iddianamesini on beş yıl hapis cezasının yanı sıra ömür boyu hapis istemiyle tamamlandı.

            Mahkeme salonunda çıt çıkmayan bir sessizlik vardı. Hakim ve mahkeme heyetinin gözleri Şeyh Yasin’e odaklanmıştı.

            __Sanık Ahmet Yasin, dedi hakim. Tüm bu iddialar karşısında kendinizi nasıl savunacaksınız?

            Tekerlekli sandalyesinde oynanan tiyatroyu seyreden Şeyh Yasin, tane tane  konuştu:

            __Bu mahkeme kanuni olarak beni yargılama hak ve yetkisine sahip değildir. Zira bu mahkeme işgalciler tarafından kurulmuştur. Dolayısıyla tamamen gayri meşru ve kanun dışıdır.

            Başta hakim olmak üzere herkes şok olmuştu. 15 ayrı suçla yargılanan, hasta ve mefluc bir adamın bu kadar pervasızca konuşması büyük cesaretti. Karşısında kendisini, mahkemesini ve düzenini reddeden bu adam neyine güveniyordu? Hangi cesaretle bunu söyleyebiliyordu? Üzerindeki şaşkınlığı atan hakim, heyete dönüp bir-ki defa öksürdükten sonra bu ilk duruşmayı, zamanı sonradan açıklanmak üzere belirsiz bir tarihe erteledi.

            Apar topar Remne zindanına getirilen Şeyh Yasin, yine karanlıklara gömüldü. Artık Ysusuf’i dünyanın derinliklerindeydi. 1981 yılında on bir aylık zindan hayatından aldığı lezzeti hatırladı. Manevi doyumun şahikasını yaşamıştı. Tekrar Yusuf’i öğretiye sarılmak, Yusuf’i ahlakı, disiplini ve irfanı yaşamak için şu ana kadar yaşadıklarını ruhi bir hazırlık saymalıydı.

            6 Ekim 1991’de yine mahkemeye çıkarıldı. Fakat mahkeme vardığı kararı ileride ileri de a.ıklayacağını ilan ederek duruşmayı kapattı. Ama kararın mahiyeti hakkında fısıltılar dolaşıyordu ortalıkta.

            Hamas, bu son mahkeme sırsında Şeyh Yasin’in yargılanmasını protesto için grev ilan etti. Halk hareketine dönüşen Hamas’ın çağrısı, hayatı felce uğrattıysa da, işgalci yönetim geri adım atmadı. Fakat karşısındaki gücün mahiyetini gittikçe kavrıyordu.

            1991 yılının sonlarına doğruydu. Şeyh Yasin hücresinden tekrar alındı. Avukatıyla görüşüyordu. Hal-hatırdan sonra, Şeyh Yasin, avukatının gözlerindeki hüznü fark etti. Yüzünden eksik etmediği mütebessim bir çehreyle:

            __seni hüzünlü görüyorum, dedi.

            __Şey!.. dedi avukat. Efendim, mahkeme geçen 16 Ekim’de kararını açıklamıştı. İlgili kararın bir nüshasını size getrdim.

            __okur musun? dedi. Şeyh Yasin güven veren bir sesle.

            __Sana zahmet… dinliyorum.

            Avukat kararı okudu. Neler yazılmaıştı ki!.. 15 ayrı suçlama tek tek zikredilmiş, Filistin’in asıl sahipleri onlarmış gibi ceza yağdırılmıştı. Halbuki öz vatanından sürdürülen, çocukları öldürülen, köyleri ve kentleri boşaltılan, evleri başlarına geçirilen, meşru müdafaa hakkı elinden alınan, işkenceye uğrayan, toprağı ve vatanı işgal edilen, insani her türlü yardımdan, ilaç dan,gıdadan,sudan,elektrikten mahrum bırakılan, sokaklarda her gün rasgele ateşlerle insanları ölen/öldürülen kendisiydi. Şimdi ise dağdan gelen bağdakini kovmuş misali suçlanmıştı. “bu, hep böyle oldu” diye düşündü. Tarh boyunca mazlumlar hep ezildi., har ve hakir görüldü. Sabırla ve izzetle direndikten başka çare olmayan bir yoldayız. Yardımcımız yüce Allah olduktan sonra ne gam!

            Avukatının okuduklarından en son.. öldürme emirleri verdiği için ömür boyu, İsrail’i yıkarakta yerine islami bir devlet kurmayı açıklayan kanun dışı(!) bir örgüt olan Hamas’ı kurduğu iddiasıyla da on beş yıl hapis cezasına çarptırıldığını duydu.

            Gülümseyen simasıyla avukatına baktı.

            __Allah’a hamd olsun dedi. Onların bizim için öngördükleri cezayı inşallah rabbim uhrevi bir mükafata çevirecektir. Şunu biliyorum ki rabbimin buyurduğu gibi, onların kalplerin de Allah’tan çok bizim korkumuz var.

            Karşısındaki insanın mütevekkil haline bakan avukat, düşünüyordu. Bunca sıkıntı, eziyet,hakaret, işkence ve zorluklar karşısında sağlam bir insan dahi sabredemezken bu sakat adam rabbinden aldığı imayetle onları hiç umursamıyordu. Ona bu direnci, bu sabrı,bu tevekkülü, bu teslimiyeti yüreğinin sahibi ve imanı veriyordu. “Allah’a inanan bir insan tek başına kainata meydan okuya biliyor muş”diye geçirdi içinden.

            __Ebu Şenneb ne oldu, görebildin mi? Sorusuyla dalgınlığından sıt-yrıldı avukat.

            __Geçenlerde, dedi. Işığın bile girmediği tek kişilik hücresinden 17 ay sonra çıkarılıp koğuşlara alındığını müjdelemek istiyorum. Ayrıca Rantisi hakkında da bir müjdem var: geçen Eylül ayına kadar 2,5 yıl zindanda kaldıktan sonra bırakıldı. Ama üç ay geçmeden tekrar tutuklandı.

            __Evet, duymuştum.

            __hiç bir sebep görülmeden işgalci yönetim “idari dava” bahanesiyle onu bir yıldır zindanda tutuyordu. Allah’ın lütfu ve inayetiyle yine azat oldu.

            Şeyh Yasin, bu gelişmeden mutlu olmuştu.

            __Bu haberlerine ve müjdelerine sevindim. Rabbim senide cennetiyle müjdelerisin.

            __Amin, ecmain.

            __Ebu Şenneb’le görüşme imkanın var mı?

            __Hımm! Zannedersem yakında görüşebilirim.

            __Ona selamlarımla beraber zindan şartlarının düzeltilmesi başta olmak üzere kardeşler arasındaki teşkilatlanmanın koordine edilmesinde mesuliyet yüklenmesinin güzel olacağını iletebilirsin. Özellikle ön planda görülmemesini faydamıza olacağını bilerek hareket etmeli. Kardeşlerimizin de daha çok imani konularda maneviyatlarını pekiştirilmesi yönünde çalışmaların sohbet ve derslerin düzenlenmesi ve bir programa yönelik olarak bu faaliyetlerin olmasının faydalarını bilecek biridir. Özellikle her gün toplu kur’an okuyup şahsi programların dışında vird ve zikirleriyle meşgul olmalarında fayda vardır. Yine özellikle yapabilirlerse günün başı ve sonun da tefekkür etmek, ihmal edilmemelidir. Zindandan çok iyi bir şekilde faydalanmamak için tutukluluk zamanımızı bir fırsat bilmeliyiz.

            __Doğrusu bazen buradaki zaman fırsatına özenmemek mümkün değil.

            Hiç zindan hayatı yaşamamış olan avukata bakan Şeyh Yasin:     

            __Hayır, hayır! Böyle düşünmemelisin, dedi. Bizler Allah’tan hiçbir zaman musibet dilemeyiz. Fakat başa geldiğinde de en iyi ve en güzel şekilde sabretmesini de bilmeliyiz. Bu şekildeki imtihanlardan da ancak bu suretle faydalanabiliriz.

            __Anladım efendim, dedi avukat.

            __Ayrıca Rantisi’yede ulaşırsa haber sevinirim. Tekrar dikkatli olamsını hatırlatıyorum.  İntifadanın koordinesinden de Mahmur Zahar’la dayanışma içerisinde olmaları gerek. Seçkin gençlere seçkin görevler vermeleri gerekebilir. Muhammed Deif ve İsmail Haniyye’ye sorumluluk yüklenebilir.

            Şeyh Yasin birden durdu. Biraz düşündü.

            __Birde dedi. Ağır ağır. Önemli bir durum daha ver. Hamas çatısı altındaki görevlerimizin güvenliği için kurduğumuz küçük bir islahlı birlik vardı. Onu aktif ve daha büyük bir direniş  haline sokmanın yollarını arasınlar. Bu birlik Hamas’ımızın silahlı kolu konumunda olmalı. Madem işgal gücü bizi kendisini yıkmakla itham ediyor, biz de bu iddiaya layık olmalıyız. Zaten şartlar da bizi buna zorluyor. Mossad’ın da kışkırtmalarını da bu arada unutmamak gerek. Bu sebeple Rantisi birliğimizi “izeddin kassam tugayları” adıyla silahlı direniş kanadımıza çevirecek çalışmaları başlatmalıdır.

            Şeyh İzeddin Kassam, İngilizlerin işgali sırasında şanlı bir direniş gösteren önderlerimizdendi. İnşallah onun adıyla olan bu silahlı direniş kanadımız adına yanaşır bir mücadele verecektir. Rantisi, neler yapacağını çok iyi biliyor. Özellikle Yahya Ayyaş’ı bu işte görevlendirmesinde faydalar görecektir. İnşallah bu girişim İsrail işgal gücüne karşı büyük bir atılım olacaktır. Zira şartların gölgesinde Hamas, artık yeraltına çekilmeye itildi. Tekrar hatırlatıyorum: Rantisi ve Zahar çok dikkatli davranmalılar.

            Kıa bir sükunetten sonra avukat konuştu:

            __6 ekimdeki son mahkemenizdeki ilan edilen genel grev hayatı felç etti. Öğrencilerin okullara, işçilerin fabrikalara,halktan da İsrail’de çalışanların işlerine gitmemesi bir çok işlerin aksamasına sebep oldu. Kudüs,cenin,nablus,batı Şeria ve Gazze’de hayat durdu.

            __Allah Teala bu halkı bir gün azaldığına kavuşturacaktır. Yeter ki azimle, sabırla şerefli olan direnişimizi ve intifadayı sürdürelim.

            __Efendim , dedi avukat. Sanırım yakına zindanda biraz daha rahat etmenize vesile olacak gelişmler yaşayabilirsiniz.

            __Ne gibi?..

            __Dünya kamuoyunun ve insan hakları kuruluşlarının tepkileriyle gündemde tutulmanız neticesinde sizi koğuşlara alabilirler. Böylece daha rahat edersiniz.

            __Biz lütuf ve ikramlar için vesile olanları velinimet bilmiyoruz. Onlar sadece vesiledir. Dolayısıyla şükrümüz, ancak Allah’a olacaktır.

            Böylece günler birbirini kovalarken Şeyh Yasin ömür boyu ceza almış bir mahkum olarak. Remle zindanında günlerini dolduruyordu.

            Bu aralar elbiseleri içeri alınıyor, ziyaretçilerine iyi davranılıyor,ilgi gösteriliyordu. Doğrusu bu davranışlardan içkilenmişti.

            O gün ziyaretine hanımı ve on iki yaşlarında olan oğlu Adulgani geldi. Kocasının hastalığının arttığını gören halime Hatun, üzgündü. Abdulagi ise babsını görmenin sevincini sözlerine yansıtıyordu.

            __Baba! Seni çok seviyorum.

            __Ben de yavrum.

            Çift camların arkasında da olsa sevinçliydi, Abdulgani. Güzel sözler söyledi oğluna. Nasihatler etti.

            Bir ara gözleri hanımına takıldı.

            __Hayrola, dedi. Seni üzgün görüyorum. Evde bir şey mi oldu.?

            __hayır, dedi hanımı. Evde bir şey olduğu yok tek sıkıntımız senin yokluğun.. çokta zayıflamışsın.

            Tebessüm etti.

            _Anlıyorum, dedi. Sbredin. İnşallah rabbimiz onları utandıracak. Bize düşen izzetimizi muhafaza ederek sabr-ı cemil göstermektir.

            Halimizden şikayetimiz yok elhamdulillah. Hem zaten çocuklarda büyüdü sayılır.

            Manalı gülümsedi Şeyh Yasin.

            __seni bilirim hatun. Rabbinin rızasını gözettiğnide..dedi.çocuklarımız hususunda gözüm arkada değil. Rezzak olan Allah elbette kullarını unutmaz. Sana da bana da bundan böyle sabırla ve namazla Allah’tan yardım dilemek, ona sığınmak ve Fiistin’imizin özgürlüğü için dua etmek düşer…

            Nasihatler ve hasret dolu konuşmalar sonunda hanımı ve oğlu gitmiş, Şeyh Yasin odasına alınmıştı. Fakat gözünden kaçmayan tek şey hala kendisine iyi davranılmasıydı. “elbet bu işte bir hikmet var” dedi kendi kendine. “bekleyip göreceğiz…”

            Şeyh Yasin, aynı saatlerde tekrar hücresinden çıkarıldı. Şatafatlı bir şekilde döşenmiş müdürün makam odasına alındı. Hiç görmediği ve tanımadığı sivil giyimli iki şahıs odaya girdi. Cezaevi Müdürü onlara hürmet ve saygı gösteriyor, değerli olduklarını hissettiriyordu.

            Koltuklara oturduktan sonra müdür misafirlerine dönerek:

            __Ne içerdiniz efendim? Çay,kahve…

            __Çay iyi olur müdür bey dedi, iri yarı olanı. Şeyh yasinde içmez mi acaba

            Müdür Bey, hatırlamış gibi Şeyh Yasin’e döndü. Fakat sormadan cevabını aldı.

            __Hayır! Bir şey içmiyorum.

            İri yarı yabancı:

            __Lütfen Şeyh Yasin, ikramımızı reddetmeyin dedi

            Şeyh Yasin kendisine iyi davranılmasının sebebini anlamıştı. Tekrar bir şey içmeyeceğini beyan edince, iri yarı sivil yabancı konuştu:

            __Şeyh Yasin! Biliyorsun ki ömür boyu hapse mahkum edildin. Artık bu ömür burada ailenden, çocuklarından,en önemlisi de çok sevdiğin insanlarından ayrı kalacaksın. Ayrıca sürekli bakıma muhtaç ve hastasın. Gördüğüm kadarıyla  epeyce de zayıflamışsın. Sana yazık değil mi? Halbuki bizler seni bu durumdan kurtarabiliriz. Böyle bir şansının olduğunu bilmeni isterim.

            __ “bizler” demekle neyi kastediyorsunuz?

            __Bizler, dedi adam. Yani ikimiz, diyerek suskun arkadaşını da işaret etti eliyle.

            __hangi sıfatla?..

            Gayet rahat bir şekilde konuşuyordu adam:

            __Biz, seninle İsrail devleti adına konuşuyoruz. Senin buradan kurtulma şansının olduğunu söylüyoruz!

            __Yaa!

            __Evet! Bizimle anlaşırsan. Yani yardımcı olursan neden olmasın? Hem o kadar /zor bir şey değil. Böylece sen de bu karanlık zindandan kurtulur, rahat edersin.

            __Nasıl bir anlaşmaymış? Dedi Şeyh Yasin.

            __Aslına dedi adam. Basit birkaç söz söylemeniz yeterli. Bizi, yani İsrail’i tanıdığınızı kamuoyuna açıklarsanız, dışarıdasınız.

            __Asla!

            __Aniden ve hiddetle söylenen bu tek kelimelik tepki iri yarı adamı ürküttü. Ama tepki vermedi. “Bu sakat adam söylendiğinden de çetin cevizmiş anlaşılan” diye düşündü. Şeyh Yasin’i sırıtarak dinledi.

            __Asla! İsrail’i tanıdığı açıklayamam. Böyle bir teklifi değil kamuoyuna açıklamak. Kendi kendime dahi söyleyemem.

            İri yarı adam yumuşadı:

            __Sakin olun! Lütfen sakin olun. Yinede anlaşacağımızı umuyorum. Biz sadece bir teklifle gelmedik. Diyaloga açığız. Şayet bu teklifimizi beğenmediyseniz o zaman bize karşı direnen çoluk-çocuğun yaptığı taşkınlıkların uygun olmadığını söylemeniz dahi kafidir. Unutmayın! Bir cümlecik söyleyecek, özgürlüğünüze kavuşacaksınız.

            Acı acı gülümsedi Şeyh Yasin. Bunlar değimliydi peygamberleri Hz. Musa (a.s.)’ma kaşı çıkan, hile ve tuzaklar kurarak Hz. Zekeriya(a.s.)’ı ve Hz. Yahya(a.s.)’ı katleden. Şimdide yumuşak sözlerle zehir dolu bal şerbetini içirmeye çalışıyorlar. Fıtratları hile ve oyunlara yoğrulmuş: lanetli sinsi insanlardı bunlar.

            __o çoluk-çocuk dediğiniz kimseler, dedi Şeyh Yasin hırsla. Bizim direniş kahramanımız, intifadanın yiğitleridir. Onların aleyhine söz söylemek ne haddime! benim. Taşları küçük, yürekleri büyük insanlardır onlar.

            Daha devam edecekti ki  Şeyh Yasin’in karşısında hop oturup hop kalkan ikinci sivil izin vermedi.

            __Yani, dedi asabi bir sesle. Bizimle anlaşmaya yanaşmıyorsunuz öyle mi? Unutmayın ki bu durumda hep burada kalacaksınız.

            Şeyh Yasin kızgın ve sertti:

            __Evet, dedi. Bu zelil tekliflerinizle beni korkutacağınızı mı sanıyorsunuz? Değil sizi, işgalci yönetiminizi dahi  muhatap kabul  etmiyorum. Zaten mahkemede de bunu dile getirmiştim. En basit bir teklifinizin dahi yanımda hiçbir kıymeti olmadığını bilmenizi istiyorum. Hepsi bu kadar!..

            _Pekala Şeyh Yasin! dedi, iri yarı olanı. Seninle aslında daha çok konuşmak isterdik. Lakin biraz dinlenirsen daha iyi olur diye düşünüyorum. Zira şu an tüm tekliflerimize karşı negatif yüklüsün. Belki ileride yine görüşebiliriz kim bilir?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                           ON BİRİNCİ BÖLÜM

 

 

Şeyh Yasin Remle zindanında uzun bir tecritten sonra nihayet koğuşlardaydı. Kardeşlerinin çevresinde hizmet için koşturduğu bir ortamda daha iyi hissetti kendisini.

            Cemaatle namazlar,dersler sohbetler,kardeşlik havasında geçen programlı bir hayat. Zindanın manevi havasını başkalaştırıyordu.

            Bir ikindi sonrası gözüne çarpan, düzenli ve programlı ortamı tefekkür ederken birinin yanına sokulduğunu fark etti. Başını çevirdiğinde tebessüm etti.

            __Allah kabul etsin efendim!

            __Cümlemizin Ebu Abdullah. Gel, şöyle yanıma otur. Nasılsın?

            __Allah’a hamd olsun. sizi iyi gördükçe iyi oluyoruz.

            __Allah razı olsun Ebu Abdullah. Neyi düşünüyordum, biliyor musun?

            __Hayırdır efendim.

            __Geldim geleli, zindanı düzenli ve programlı gördüm. Sanki eskiye nazaran daha oturaklı ve daha imtizamlı bir ortam var. İdareyle de gelişmeye meyyal ilişkiler gözlüyorum.

            __ Doğru gözlemişsiniz efendim.Hepsini Ebu Şenneb’e borçluyuz.Hücreden çıkar çıkmaz ilişkilerimiz olsun,koğuşlarımız olsun Remle zindanına bir düzen oturttu. Koğuşlarımızda günlük ameli ve ibadi programların çekici ve sıkmayacak tarzda düzenli olmasını,kardeşler arasında uhuvvet bağlarının güçlenmesini,idarenin zulümlerine karşı birlik ve beraberlik içinde davranılmasını pekiştirdi.İdarenin gasp ettiği haklarımızı almamız konusunda bizi cesaretlendirdi.Sonuçta gördüğümüz gibi bazı nisbi düzelmeler yeterli olmasa da gerçekleşti.

         İçinden Ebu şennebi hayırla andı Şeyh Yasin.

             __ Ebu Şenneb’den  Allah razı olsun. Çalışmalarının karşılığını fazlasıyla versin.Sahi Askalan’a sürgünü ne kadar oldu ?

             __ Onun gelmesiyle teşkilatlı bir yapıya kavuştuğumuzu anladıklarından tüm gelişmelerden onu sorumlu tuttular.siz gelmeden kısa bir süre önce gönderdiler.Ama benim tanıdığım Ebu Şenneb orada da boş durmayacaktır.Buna  eminim efendim.

          Gülümsedi Şeyh Yasin

             __ Allah mazlumlarla beraberdir elbette… sana bir şey sorayım Ebu Abdullah !

             __ Buyrun efendim .

             __ Gerek elbise ,gerek başka yönden ihtiyacı olan kardeşlerimiz mutlaka vardır.Elbisesi fazla olan,yahut kullanmadığı elbisesi bulunan kardeşlerimizden toplayıp sahibini belirtmeden ihtiyaç sahibi olan kardeşlerimize verebilirsek iyi olur.değil mi?

            __  Elbette efendim .Hemen yaparız .

            __ Bir de imanı konularda ve Kur’an okumada Rabbimizle olan rabıtamızı perçinleştirecek amellerde tavsiyelerde bulunulsa,tüm kardeşler için faydalı olacağı kanaatindeyim.Bazı kardeşlerimizin de gecelerini ibadetle ihya ettiklerini fark ettim. Bazılarının da gündüzlerini oruçla geçirdiklerini … Buna çok sevindim.

Zira kulun rabbiyle rabıtası güçlü olduğu müddetçe şeytanın ona musallat olması güçtür.

            __ Çok doğru efendim. Bunların hepsi ,yine belirteyim ki Ebu Şenneb’in gayretleri ve örnekliği sonucu oldu.

           1992 yılıydı o sıralar.İsrail iktidarındaki Likıd partisi seçimleri kaybetmişti.İktidara gelen İşçi partisinin Genel Başkanı  İzak Rabin , başbakan olmuştu .Likud Partisinin Genel Başkanı Şıman Peres’le yaptığı “Ulusal Birlik “adlı koalisyon hükümetinde Şıman Peres ,Dışişleri Bakanı’ydı.

            Bu dönemde İsrail yönetiminin FKÖ lideri Yaser Arafat ile birtakım görüşmelerde bulunması dikkat çekiciydi.Gaye :Filistin direnişi konusunda İslami direnişi muhatap almayarak bir girişim de bulunmaktı.Bu sebeple Yaser Arafat ‘ı muhatap olmak ,diğer direniş  gruplarını devre dışı bırakmayı gerektiriyordu.Bu işgalci İsrail’in işine gelen ve çıkarlarını kollayan sinsi oyunlarından biriydi.

            Yine bu dönemlerde İsrail , yıkılan Sovyetler Birliği ‘inde büyük bir Yahudi göçü dalgasına maruz kaldı.Bu İsrail’in yıllardır dünya Yahudilerine yaptığı bir davetti.Böylece Filistinlileri katlayacak bir nüfus artışı Siyonistlerin lehine yaşanacaktı.

            Nitekim Bayındırlık ve İskan bakanı olan Ariel Şaron söz konusu göçmen Yahudileri ,Filistin topraklarına yerleştirmek için 144.000 apartman inşa etmek üzere , geniş çaplı bir program başlattı.Filistin topraklarında bir çok yasadışı yerleşim yerleri kurarak göçmen Yahudileri yerleştirdi.Bu işgalci İsrail’in devlet politikasıydı.

           Remle zindanında  ise zaman zaman Şeyh Yasin ‘in artan rahatsızlığı sağlık sorunlarının ciddiyetini gündeme taşısa da Şeyh Yasin metanet ve şükürle sabretmeye çalışıyordu.Ziyaretçilerine göstermemeye çalışsa da tavır ve hareketleri  kendini ele veriyordu.Zindandaki kardeşler ise etrafında pervane misali dönüyor,üzerine titriyorlardır.O ise bu haline rağmen tebessümünü yüzünden eksik etmiyordu.

           Bir gün Ebu Abdullah , eski bir gazete parçasını getirdi.Batılı bir gazetecinin Filistin intifadasını izlediği günlere dair kaleme aldığı yazı dizisini içeriyordu.

            __Efendim , izin verirseniz size bu haberi okumak istiyorum

            __ Elbette Ebu Abdullah , dedi Şeyh Yasin ,

Bu arada birkaç kişi daha kulak kabartıyordu.Ebu Abdullah okumaya başladı:

            __”Filistin intifadasının izlemek için İsrail yönetiminden aldığımız özel bir izinle çalışmaların olduğu bölgeye hareket ettik .Ben fotoğraf makinemi ilginç kareler yakalamak için didinirken ,diğer arkadaşlarımda kameralarıyla başları kefiyeli,elleri taşlı çocukları ve askeri çekiyorlardı.Tabii biz basın mensupları olarak askerlerin arkasında 5-10 metre gerideydik .Silahları taş olan intifadanın çocukları karşısında askerler iyice sıkışmıştı. Sokağın başında duran tankın arkasına sığınmış olan İsrail askerleri , uzaktan sapanlarla atılan taşlara ateşle karşılık veriyorlardı.Fakat korkan kimdi? Oyunda , eğlencede olması gereken bu çocuklar , kurşunların gölgesinde oyun oynarcasına gülüyorlardı.

              Köşeye sıkışan askerler ileri gidemedikleri gibi , geri çekilmeyi de gururlarına yediremiyorlardı.Öne çıkıp başına sardığı kefiyesi ve elindeki sapanıyla her çocuğun fırlattığı taş ,askerlerde panik havası meydana getiriyordu .Doğrusu bu manzarayı hayranlıkla seyrettim.

              Heyecandan biraz ilerlemiştim ki o sırada sokağın askerlere yakın olan ara kısmında iki çocuk gözüme ilişti .11-12 yaşlarındaydılar. Diğerine göre daha çelimsiz olanı arkadaşıyla ateşli ateşli konuştu.Arkadaşına eliyle bekle işareti yapıp kayboldu.İki dakika sonra hemen geri döndü.Elindeki taşı arkadaşına gösterdi.

              Daha dikkatli bakınca taş değil de başka bir şey olduğunu gördüm.Armut büyüklüğünde ,toprak renkli ,dolgunca bir şeydi.Çelimsiz çocuk arkadaşına bakıp elindekini göstererek gülüyordu.Sonra “seyret “ dercesine arkadaşına tekrar baktı.Başını sokağın köşesinde çıkarıp az ötelerinde olan İsrail askerlerine göz attı 10 kadar asker vardı.Elindekini iyice tuttu.Aniden sokağa fırlayıp askerlere doğru koştu.Bu derece yakınlarına kadar sokulmuş bir çocuk görmek ,askerlerde şaşkınlık yarattı .Çocuk yavaşladı .Askerlere iyice yaklaştığına kanaat edince elindekini ağzına götürdü.Pimi sökülmüş el bombası gibi elindekini askerlerin ortasına fırlattı.

               İsrail askerleri panik ve telaş içinde kendilerini yere attılar.Elleri miğferlerinin üzerinde ,silahları da yerlere savrulmuş bir halde yüzükoyun yerde uzanmışlardı.Ortalarına düşen el bombasının patlamasını bekliyorlardı.Bir iki üç …derken ilerleyen saniyeler boyunca hiçbir şey olmadığını gören askerlerden biri ,hafifçe başını kaldırdı.Ortalarına düşen nesneye baktı.

               __Allah kahretsin! Patetes’miş  ,dedi bağırarak.

              Çelimsiz çocuk köşeden askerlerin yaşadıkları bu korkaklığı seyrediyor,arkadaşlarıyla beraber karnını tuta tuta gülüyordu.Bu manzarayı unutmam mümkün değil.Zira intifadanın çocukları oyun oynarcasına savaşıyorlardı…”

               Ebu Abdullah’ı dinleyenler gülüyordu.

               __ İntifada nesli ,dedi Şeyh Yasin .Cesur ve zeki nesil .Rabbine hamd etti.Hala yüzünden eksik olmayan tebessümü memnuniyetini gösteriyordu.Zindanda olması intifadayı aksatmamış, daha çok alevlendirmişti.

               O gün müsait bir zaman gözleyen Ebu Abdullah Şeyh Yasin’le konuşuyordu.

               __Efendim ! Abdulaziz Rantisi selam yolamış .Dışarıyı merak etmememizi, her şeyin yolunda olduğunu söylemiş .Hem sizi çok özlemiş , hem de dua istemiş.

               __ Buna sevindim  Ebu Abdullah ,Rantisi’nin sorumluluğu artmış . Zor bir dönemden geçiyor.Fakat Zahar,Haniye ve Muhammed Deif’ten yardım göreceğini umuyorum. Yahya’yı da unutmamak gerek Artık mücadelemizde kendi kadrolarımızı kuracak kardeşlerimiz çok .Bu konuda çekingem yok.Yalnız bazı mesajlarımız Rantisi’ye ulaştırılsa iyi olur.Yalnız olmadığını bilmesi gerek.

               __ Birde Askalan’dagüzel haberler var efendim.

               __  Askalan mı?

               __ Evet efendim.Askalan zindanlarından… İsmail Ebu Şenneb oraya nakledilir nakledilmez oldukça aktif faaliyetler yürütmüş.Mahkum kardeşlerimizi zindan şartlarının düzeltilmesi için organize etmiş.Sosyal şartların iyileştirilmesine yönelik haklarını almak için bir açlık grevi düzenleyip şartları nisbeten düzeltmişler.Anlaşılan iyiye doğru bir gidiş varmış.

               __ Ebu Şenneb’e Allah rahmet etsin.O,gerçekten yiğit bir mümin,yiğit bir direnişçi .Allah yolunda gayret gösterenlerin yardımcısıdır.Darısı ,diğer zindanlarda bulunan kardeşlerimizin başına. İntifadanın tüm hızıyla devam ettiği günlerde endişe sahibi yürekler her şeye rağmen direnişi canlı tutmak , halkla kaynaşmak ,halkı irşada devama etmek için azim ve gayret içindeydiler.Sürekli gözetim ve baskı altında olmak bile buna engel değildi .Çekilen çile kutsaldı ve bu kutsal çilenin yolu kolaylıklarla döşenmişti.Zorluk: Allah’ın bir sünneti,önceki nesillerden beri süregelen bir kanunu ilahisiydi.Kendisi kutsal olan davanın çilesi de kutsal olmalıydı.

                                                                   *

                 Gazze’de  bir evde iki kişi konuşuyordu:

                 ___ Remle’den haber var,dedi Abdulaziz Rantisi.

                 ___ Remle mi? Şeyhimizden ha ! diye sevincini gösterdi Mahmut Zahar.

                 ___ Evet ,Şeyhimizden.

                 ___ Yüce Allah onu en kısa zamanda azad etsin.

                   Sonra bakışlarını pencereye çevirdi.Dudaklarında tüm içtenliğiyle gönül pınarından sözcükler döküldü:

                 ___ Allah’ım! Sen, mutlikal-usara’sın.(1) Ona ve zindan ehli kardeşlerimize yardımların en güzeliyle nusret et!

                 ___ Amin. Dedi Rantisi konuşmasına devam edecek.Şeyhimiz teşkilatsal çalışmalarımızın koordinesini sağlamlaştırmamızı,halkla ilişkilerimizi,çocuk ve gençlerle irtibatımızı kuvvetlendirmemiz için cami,mescit,kütüphane gibi sosyal faaliyet alanlarından çokça faydalanmamızı , bundan geri durmamamızı istemiş.Sürekli üretken fikirler  ve üretken faaliyetler içinde bulunmamızı tenbihlemiş.

 _______________________      

  1- Esirleri azad eden

  

                ___ Sen ne düşünüyorsun ?dedi Mahmut Zahar .

                ___ Doğrusu,dedi Rantisi. Bu yöndeki çalışmalrımız eskiden beri süregelmektedir.Yalnız koordinasyon ağımızı perçinleştirmek ve sohbet-ders halkalarını evlerden de dışarı taşıp söylenen yerlerde yoğunlaştırmamızın hareketin gelişimi açısından iyi olacağını düşünüyorum.

                ___ Katılıyorum söylediklerine. Zaten Gazze’de ve semtlerinde köklü bir çalışmamız var.Refah’ın Yebna semtindeki Zinnurey Camii ve Bilal İbnul Rebah Camileri gibi camiler, cemaat ve müdavimlerin açısından hep süregelen sohbet ve ders hakları neticesinde arttı.

               ___ Bilal ibnu Rebah Camiinin kütüphanesini de unutma.Takriben beş bine yakın kitap var orada .Gençler,çocuklar,halk az mı faydalanıyor oradan.

              Mahmud Zahar sözü aldı:

             ___ Mısır sınırına yakın Tellu’s-sultan mahallesinin Nur Camiine kadar faaliyet ağımız bu taraflarda sağlam.Ama kuzeyimizde de bunu pekiştirmeliyiz.    

            ___ O taraflarda da köklü çalışmalarımız devam ediyor.Kuddüs’ün kuzeyindeki Enes ibnu Malik camiinden cenindeki Haretud-Demec camiine,oradan da el-Halil İbrahim Camiine kadar, hatta Askalan dahil faaliyetler süregidiyor.Yine de dediğin gibi daha çok önem vermeli;halkı bilinçlendirmeye,direniş göstermeye,intifadayı sıcak tutmaya yönelik çalışmaları artırmaya koyulmalıyız.Zannedersem Şeyhimiz ,bizi motive için tavsiyelerde bulunuyor.Ayrıca yardım faaliyetlerini de aksatmamamızı öğütlemiş.

            ___ Yardım mı?

            ___ Evet! İhtiyaç sahiplerine ayni ve nakdi yardımın yanı sıra sağlık ve eğitim yardımlarını dahi unutmamak gerek.Biliyorsun ki Şeyhimizin her zaman,özellikle esir ve şehit ailelerine yardım için öncelikli tavsiyeleri vardı.Bu arada dul ve yetimleri,mahkum ailelerini de unutmamak lazım.Halka her yardım anında bir-iki cümle de olsa gönül okşayıcı sözler ve direniş ruhunu geliştirecek nasihatlerle sohbet etmenin çok faydaları var.Bugün mevcut gelişmemizin temelinde bu yaklaşımın olduğu bir hakikattır.

            ___ Öyleyse organizemize daha önem vermeliyiz.Zira istikbalimiz bunun üzerine kurulu.Halktan kopuk bir hareket başarılı olamaz.

            ___ Çok doğru bir tespit,dedi Rantisi.Bir önemli husus daha şu ki bizim dışımızda da bir çok direniş grupları var .Hepsiyle ortak noktamız ve ortak tavrımız,direnişte birleşmektir.İşgalci yönetime karşı bu yönümüzle birlik ve beraberliğimizi muhafaza ediyoruz. Bu beraberliği islami cihad hareketiyle daha çok yakınlaştırıp desteğimizi sosyal, kültürel ve askeri yapıdan da perçimleştire biliriz.diğer direnişçi gruplarla olan beraberliğimizi unutmadan…Zira bu gün dünya kamuoyunda bulunan haberler arasında işgalci İsrail’in birliğimizi bozacak adımlar attığını sende duymuşsundur.

            __Evet maalesef! İş başına gelir gelmez İzak Rabin, sözde islami kamuoyunu Filistinli’lerle ulaşmaya yönelik demeçler verdi. Çeşitli girişimler de bulundu.

            __Fakat işgalci İsrail bunda samimi değil. Zira direniş birliğini bozmaya yönelik tüm direniş gruplarını değil, sadece Yaser Arafat’ı ve örgütünü muhatap aldı. Tut adamı Güney Lübnan’dan Tunus’a sür. Orada da karargahlarını bombala. İslami direniş artması karşısında korkup, korktuğun bombaladığın adama sarıl!.. bu politika ancak işgalci Yahudi’ye yakışır.

            __zaten onlarda öyle yapıyor. Hem görünen o ki, Arafat’ta bundan pek şikayetçi değil. Tavizler vermek pek zoruna gitmiyor. Şimdiden işgalcilerin her söylediğine razı gibi.

            __O böyle kabul etse de, dedi Rantisi. Bizler asla işgalci Yahudi’ye özgürlüğümüzü feda etmeyeceğiz. Kanımızın son damlasına kadar direnişten ve mücadeleden geri durmayacağız. Ya Filistin azat olacak yada biz şehit…Başka yolu yok bu işin…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                            

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                 ON İKİNCİ BÖLÜM 

 

1992 yılının son günleriydi. Kış mevsimini kendisini iyice hissettirdiği bir soğukluk yaşanıyordu Filistin’de. O gece soğuğa aldırmayan birileri de vardı. Kalpleri katı, elleri silahlı İşgalci İsrail askerleri.

            Gazze dahil büyük bir operasyon yaşanıyordu o gecenin ayazında. Başta Abdulaziz Rantisi olmak üzere yüzlerce insanın evleri basıldı gecenin geç saatlerinde. Evinden alınan herkesin elleri, ayakları ve gözleri bağlıydı. Toplu bir şekilde bilinmeyen bir yere doğru yola çıkarıldılar.

            Sarsıla sarsıla yol alan araçta Rantisi’nin elleri ve ayakları oynatılmayacak kadar sıkıydı. Neler olduğunu düşünüyordu. Bir yerlere götürülüyorlardı. Ama nereye?.. bir çok kimsenin varlığını hissediyordu. Ama kimlerdi?..

            Bir ara yanındakine fısıldadı. Sert bir şekilde ikazla uyarılınca, şartları zorlamadı. Eziyet ve meşaket dolu bir yolculuktan sonra nihayet yolculukları sona erdi.

            Askeri araç, kamyonu taşlık ve kuru bir arazide durdurdu. Tüm araçlar çevrede alınmış olağanüstü güvenlikle, tutukluları boş araziye bıraktılar. Gittikçe artan tutuklular yüzerceydi. Her kes neler olduğunu, neden bura getirildiklerini, buranın nesri olduğunu büyük bir merakla fısıldaşıyor; bir şeyler öğrenmeye çalışıyordu. Merakları dindiren megafonik bir ses duyuldu:

            __Sizler, İsrail Devleti’ne yapmış olduğunuz yasa dışı faaliyetlerden dolayı, bir daha ülkeye sokulmamak üzere Güney Lübnan’ın Mercuz-zuhr denilen bu bölgesine, 415 kişi olarak sürgün edinmiş bulunuyorsunuz..

            uğurtular arttı. Tepkiler çoğaldı. Fakat her yanı saran  eli silahlı askerlere karşı ne yapılabilirdi ki? Askeri konvoy geri çekilirken yalnızlıklarıyla baş başa kalan 415 kişi şaşkınlık içerisindeydiler.

            Haber kısa sürede dünya basınında ilk sıralarda yer aldı. Akın akın haberciler Mecruz-zuhur’a yığıldı. Dünya ülkelerinden İsrail’e kınamalar yağmaya başladı. İnsan hakları kuruluşları ve yardım kuruluşları harekete geçti. Çadırlar kuruldu. Gıda ve giyim yardımları bu taşlık ve kurak araziye yığıldı.

            Rantisi, aralarından indirilir indirilmez hemen bir şeyler yapması gerektiğini anladı. Özce gözleri birilerini aradı, Mahmut Zahar’ı görünce sevindi.

            __Sende ha! Dedi garip bir sevinçle. Sarıldı dostuna.

            __Evet ya! dedi Zahar. Kimler yok ki!- işgalci İsrail’i kastederek –bunlar ne planlar Allah aşkına?

            __Hala anlamadın mı? dedi Rantisi. Bak şu insanlara. Hepsi tahsilli, okumuş insanlar. Bir çoğu da üniversite hocası…

            __Sanki hepsi bilinçli olarak seçilmiş.

            __Aynen öyle. Tüm bu insanlar manevi direnişimizin gücü ve yöneticisidirler. İşgalci yönetim böylelikle Hamas’ı zora sokmak istiyor. Ama Allah’ın izniyle Hamas ve İntifada sekteye uğramayacaktır.

            Aradan geçen ilk şaşkınlıktan sonra, Rantisi tüm sürgünleri topladı.

            _Arkadaşlar! dedi. Bir imtihan dönemi geçiriyoruz. Sizlerin de fark etmiş olduğunuz üzere, hepimiz seçilerek buraya sürgün olarak getirildik. İşgalci yönetimin bundan gayesi direnişin ve intifadanın gücünü kesintiye uğratmaktır. Zira içinizde bir çok arkadaşımızı direnişin bel kemiği olarak görüyorum…

            biraz durdu, nefes aldı. Arkadaşlarına göz gezdirdi. Tekrar konuştu.

            __Zannedersem ilk şoku hepimiz atlatık sayılır. Şimdi toplanmamızın sebebine gelmek istiyorum: yavaş yavaş gördüğünüz gibi buraya bir çok yayın-basın aracı geliyor. Bunu fırsat bilmeli ve mazlumiyetimizi tüm dünyaya anlatmalıyız. Bu sebeple aramızda koordine bir çalışma yapıp iş bölümünde bulunmamız kaçınılmazdır. Yapılan yardımları dağıtmak, sorunlarla ilgilenmek, adımıza demeç vermek gibi…Bunun için öncelikle bir sözcümüzün/ temsilcimizin olmasını teklif ediyorum…

            kalabalık arasında sesler yükseliyordu.

            __Haklı, doğru söylüyor.

            __Birinin adımıza konuşması gerekiyor.

            __Dünyaya derdimizi/İsrail zulmünü anlatmak gerek.

            __Bir temsilcimizin olması şart.

            Yapılan teklifler sonun da Abdulaziz Rantisi tüm sürgüncülerin temsilcisi olarak kabul edildi. Zira o, bu işe en uygun insandı.

            Hemen Mahmut Zahar’la birkaç kişilik iştiare grubu kurdu. Aralarında iş bölümü yaptı. Zahar’la da her konuda sıkı sıkıya görüşüyordu. Artık sürgünler daha düzenli, daha nizamlı olmuştu.

            Bir haber ajansının muhabiri Rantisi’ye soruyordu.

            __Sayın Rantisi! söyler misiniz,  acaba niçin buraya sürgün edildiniz?

            __Bizler topraklarımızı işgal eden İsrail askerleri tarafından haksız bir şekilde sürgün edildik. Gece yarısı evlerimizden apar topar alındık. Ellerimiz, ayaklarımız, gözlerimiz bağlı bir şekilde buraya sürüldük. Hiçbir sebep ve gerekçe gösterilmedi. Tek suçumuz, işgale direnmek. Bu bizim için şereftir. Şu insanların hepsi okumuş, aydın insanlar. Çoğunlukla üniversitelerde hocalık yapan kimselerdir. Filistini’in işgalini, İsrail bu yollarla gündemde tutmakla aslında propagandamız açısından bize yardımcı olduğunun idrakinde değil.

               _ Peki ne yapacaksınız? Bir planınız var mı?

                _Filistin de olduğu gibi burada da direnecek ve topraklarımıza döneceğiz. Tüm dünyanın Filistin’deki İsrail zulmünü görmesini istiyoruz. İnsanlarımız her gün öldürülüyor. Plastik mermiler diye gerçek mermilerle çocuklarımız katlediliyor. Hapishanelere yığın yığın insanlarımız tıkılıyor. Her gün gittikçe artan bir zulüm yaşanıyor Filistin’de

-Sayın Rantisi! Avrupa ve Arap ülkelerinin bazılarından yapılan bir takım açıklamalar var. Sizlere oturma izni verip mülteci olarak kabul edebileceklerini söylüyorlar. Siz ne düşünüyorsunuz bu açıklamalar karşısında?

-Biz başka ülkeye iltica etmek gibi bir niyette değiliz. Gidebileceğimiz tek yer Filistin’dir. Ya oraya döneriz ya da burada evlerimize dönene kadar kalırız.yıllardır İsrail işgal yönetimi bir çok Filistinliyi ferdi veya gruplar şeklinde sürgüne göndermiştir. Ayrıca Ürdün, Lübnan başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde mülteci olarak bulunan milyonlarca insanımız vardır. Bizimle beraber onlarında dönmelerine izin verilmelidir. Bu konuda dünyanın tüm ülkeleri İsrail’e baskı uygulamalıdır.

-Burada kalacağız diyorsunuz. Ama burası soğuk ve…

-Olabilir. Kışın soğuğu yazın sıcağı pahasına vatanımıza dönene kadar burada kalacak başka bir öneriyi hiçbir suretle kabul etmeyeceğiz.

O akşam toplanan istişare grubu, özellikle bazı Avrupa ülkelerinden ısrarla yapılan çağrıları değerlendiriyordu.

-Fransa, tüm sürgünleri kabul edebileceğini açıklamış, dedi Mahmut Zahar.

-İngiltere ve Almanya’da…dedi bir diğeri. Rantisi istişare grubunu oluşturanların yüzlerine tek tek baktı.

-Peki siz ne düşünüyorsunuz? Dedi.

Sesler yükseldi.

-Ben derim ki bu, danışıklı bir dövüş olup buradaki bereberliğimizi bozmaya yönelik bir fitnedir.

-Bence bu teklifler işgalci gücün ekmeğine yağ sürmekten başka bir şey değildir.

-Bu teklifler bizlerin vatanımızdan ve direnişten ebediyyen vazgeçmemiz anlamına geliyor.

Memnun ve bir o kadar mutlu bir şekilde gülümsedi Rantisi.

-Kardeşlerim! Dedi. Böyle düşündüğünüzü biliyordum. Sizlerle aynı kanaatteyim. Bu teklifler bize iyilik değil, kötülüğün ta kendisidir. Bizler intifadasız bir hayat düşünemeyiz. Buradaki birlik ve beraberliğimizi bozacak her türlü teklif ve işe karşı yek vücut olmalıyız. Ya hepimiz yeniden Filistin’e döneceğiz ya da dönene dek burada kalacağız. Batılı ülkelerin cazip teklifleriyle davamızı bırakmayacak, onlara intifadanın tavsiyesi ve gücünü kaybetmesi zevkini tattırmayacağız. Emin olun kardeşlerim! Batılılar bizden çok, işgalci İsrail’in zor durumda kalmaması için bu teklifleri yapıyorlar…

Direniş ve azimle Murcuz-zuhur bölgesinde bu 415 sürgünün hikayesi gün geçtikçe dünya basınında artan bir ilgiyle izleniyordu. Günlük hayatlarından kesitler, yaşadıkları zorluklar, kararlılıkla geri dönüş için direnmeleri Filistin davasını gündemden düşürmüyordu. Tüm dünyada İsrail’e büyük bir tepki doğmuş ve gittikçe yayılıyordu.

Artan uluslar arası baskılara Birleşmiş milletlerinde nispeten katkısı oldu: gündeme çeşitli Arap ülkelerince getirilen soruna, çözüm bulunmalıydı. Neticede 799 sayılı bir karar birleşmis milletler kurulunca alındı. Buna göre; Güney Lübnan’ın Mercuz-zuhur bölgesine sürülen sürgünlerin vatanlarına dönmelerine imkan sağlanması İsrail’den istenmişti.

Havalar nispeten ısınmış, kış bitmeye yüz tutmuştu.. yapılan baskılar sonucu İsrail’in bazı açıklamaları, ortalığa yayıldı. Hile ve tuzak kokan bu açıklamalar, Yahudi hinliğini bir kez daha belgeliyordu.

O gün bir araya gelen istişare heyeti toplantısında, İsrail’in teklifi gündemdeydi.

-Kardeşlerim! Dedi Rantisi. İşgalci yönetim bazılarımıza kapıları açabileceğini açıklıyor. Ne dersiniz?

-Biz dedi Mahmud Zahar. Seni kendimize temsilci seçtik. Bizi en iyi şekilde temsil edeceğine inanıyoruz. Ne düşündüğünü öğrenmek istiyoruz.

Diğer üyelerden de sesler yükseldi:

-Evet, evet! Sen bizim temsilcimizsin. Bu konuda nasıl davranmamız gerektiğini biliyorsun. Düşüncelerini öğrenmek istiyoruz.

-mademki, dedi Rantisi. Fikrimi öğrenmek istiyorsunuz, açıklayayım: Bu teklif Yahudi’nin oyunlarından bir oyundur. Şurada kenetlenmiş olan birliğimizi bozmaya yöneliktir. İçimize fitne ve ayrılık tohumları atmaktır. Yoksa bize acınmış da yapılmış bir teklif değildir.

-öyleyse ne düşünüyorsunuz? Dedi bir ses.

-Öncelikle Allah’a hamd etmek gerek. Çünkü batılı ülkelerin tekliflerine ve bu kış boyu çektiğimiz sıkıntılara rağmen, toprağımıza geri dönmeye yönelik direnişimiz meyvelerini vermeye başladı. Kanaatimce işgal yönetiminin bu teklifi onun acziyetini ve sıkıntıda olduğunu gösteren bir alamettir. Birliğimizi bozmadan, beraberliğimize gönderecektir. O, her şeye kadirdir. Tüm sürgünlere kapı açılmadıkça böyle bir teklifi kabul etmeyeceğimizi deklare etmeliyiz. Bu uğurda büyük bir sabır, fedakarlık ve dayanışma örneği sergilemeliyiz.

Yüzlerde memnun bakışlar vardı. Gözler gibi yüreklerde aynı duygular için atıyor, aynı fikirler için çırpınıyordu. Azimle direnilecek, kararlılık içinde mercuz-zuhur dan bir tek ferd ayrılmayacaktı.

Aynı dönemde gündemde İsrail ve FKÖ lideri Yasar Arafat arasında bir müddettir devam eden barış görüşmeleri vardı. İşçi Partisi genel başkanı İzak Rabin, iktidara geldiği andan beri görünüşte barışçı  bir tavır sergiliyor, Filistin sorununu hal edeceğine dair İsrail ve dünya kamuoyuna mesajlar vererek buna zemin hazırlıyordu. Likud Partisi Genel Başkanı Şimon Peres ile “Ulusal Birlik Hükümeti olarak, bu meselede el ele verdiler. Arafat ile yapılan perde arkası görüşmelerde başbakan Rabin ve yardımcısı aynı zamanda dışişleri bakanı olan peres ,uyumlu bir ikiliydi.

Kapalı kapılar arkasında Amerika ve İsrail’in önde gelen temsilcileri aralarında bu konuyu görüşüyordu..

-1987’den bu yana gittikçe artan intifadadan dolayı huzur görmedik, dedi. İsrail temsilcisi. Her gün gelişen İslami Hareket karşısında kalıcı tedbirlerin alınması mutlak Filistin coğrafyasında direnişçi örgütler içerisinde İslami Cihad ve Hamas gibi radikal örgütler kontrole gelmeyen örgütlerdir. Geri kalanlar içerisinde de FKÖ, tezimize en uygun örgüttü. Zira görünüşte de olsa tavsiyeleriniz üzere kontrollerine vereceğimiz bazı bölgelerdeki sözde özerklik, bizim de lehimize olacaktır. Hem böylelikle siyasi arenada dediğiniz gibi FKÖ’yü muhatap almakla radikalleri ve diğerlerini devre dışı bırakmak gibi bir yararımızı da elbette unutmuyoruz.

-Tamamen doğru değerlendirmeler bunlar, dedi Amerikalı temsilci. Zaten biz de artan uluslar arası baskı karşısında söz konusu bu faydalardan dolayı size bu tavsiyelerde bulunuyoruz. Hem FKÖ’yü de siyasi arenaya çekmekle silahlı direnişten kopararak uysallaştırmış olursunuz. Hatta belki de ilerde ağzına bir parça bal çalmakla radikallerle bile birbirine düşürebilir yahut onlar vasıtasıyla radikalleri kontrol altına alabilirsiniz. Dostum! Biraz uzun vadeli düşünmek gerek. Hele bir de önümüzdeki eylül ayında başkan Clinton huzurunda varılan “Prensipler Deklarasyonu” imzalanırsa gelecek yol Rabin, Peres ve Arafat Nobel barış Ödülü’ne aday bile olabilirler.

Neticede Arafat ve Rabin arasında uzun süren görüşmeler sonunda 13 Eylül 1993’te Beyaz saray’da Başkan Clinton’un huzurunda planlandığı gibi el sıkışma gerçekleşti.

Yaser Arafat’ın yüzü gülüyordu. Rabin ise asık suraktı ve tereddütlü görünüyordu. Bu durum Amerika’nın baskısı sonucu imzaladığı bu anlaşmayı dahi içine or sindirdiğinin göstergesiydi. Ayrıca isteksiz olmasında aşırı sağcı Yahudilerden vatan hainliği yaftası yemek de vardı. Nitekim yıllarca terörist nazarıyla bakılan Arafatla aynı masayı barış anlaşması adına yaklaşmak ve el sıkışmak, bir çok aşırı sağcı Yahudilerden vatan hainliği yaftası yemek de vardı. Nitekim yıllarca terörist nazarıyla bakılan Arafat’la aynı masayı barış anlaşması4 adına paylaşmak ve el sıkışmak, bir çok aşırı sağcı Yahudi’nin düşmanlığını kazanmak demekti.

İmzalanan Prensipler Deklarasyonuna göre, FKÖ’ye Gazze ve Batı Şeriadaki bazı bölgelerde özerklik verilmesi ve Filistin özerk Yönetiminin kurulması gibi sözde haklar anlatılıyordu. Özerklik tanınan bölgelerde Özerk Yönetimin polis gücü göreve yapacak, asayişi sağlayacaktı.

Artık bu yönde FKÖ ve İsrail arasında bazı çalışmalar devam etti. İlerde Arafat, Ramallah’a bürosunu kurup bir meclis çalışması yapacak ve seçilen milletvekillerijyle kendi başkanlığında Özerk Yönetimin devletleşmeye giden kadrolarını oluşturacaktı. Başta asayiş birimleri olmak üzere hızlı bir yapılanmaya gidildi. Arafat, Arap ülkeleri, Amerika, çeşitli uluşlararası kuruluşlar ve birleşmiş Milletler’den gelen parasal ve siyasal desteklerle hızlı bir yapılanma çabasındaydı.

            *   *   *   *   *   *  

Ramle zindanında akşam vaktiydi. Filistinlilerle ilgili siyasi gelişmeler karşısında tüm kulaklar haberlere kilitlenmişti. Ama Mercuz-zuhr sürgünleri de unutulmamıştı.

O geceki sohbet halkasında Şeyh Yasin’le konuşulanlar önce Mercuz-Zuhr’la başlamıştı:

-Efendim, dedi bir mahkum. Sürgünlerimiz hakkında bir gelişme var mı? Dualarımızda hep onlar var.

-Elhamdülillah, dedi Şeyh Yasin. Sabır ve sebatla direniyorlar. Birlik ve beraberliklerini korudukları müddetçe hiç kimse onlara bir şey yapamaz.

-Efendim, A.Aziz Rantisi’nin televizyonlara verdiği demeçler çok güzeldi.

-Evet doğru! Rantisi, ne yapacağını çok iyi bilen bir kardeşimiz. Rabbimiz onların basiret ve ferasetlerini artırsın. Her türlü oyun, hile ve tuzağa karşı onları muhafaza etsin.

-Amin.

-Amin.

-Sizce dönme imkanları var mı efendim?

-Umutsuzluğa düşmeyelim kardeşlerim. Rabbimiz, inancımızı koruduğumuz müddetçe üstün olduğumuzu müjdelemiştir7. inancımızı kaybetmeyelim. Ayrıca yüce Allah “Ey iman edenler! Direnin ve kazanın. Mevzilerinizi kaybetmeyin. Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ki, başarıya ulaşasınız” diye buyurmuş ve birçok ayetinde de “Sabredenleri müjdele” şeklinde bizleri muştulamıştır. Hak olan bir davayı savunmanın ve haktan yana olmanın elbet bir bedeli olmalıdır. Bu bedeli en çok tevhid mücadelesinde peygamberler vermiştir. Kur’an bize bu konuda bir çok haberleri, birçok kıssalarla mesajlar vererek anlatmıyor mu? Öyleyse düşmanımızın çokluğu ve üstün donamını bizi ümitsizliğe sevk etmemelidir. Zira çokluk ve maddi üstünlük, doğruluğun yahut haklılığın delili olamaz. Hak olduğunu bildiğimiz bu yolda sabırla, sebatla, ümidimizi yitirmeden yürümeliyiz. Bilin ki sabır, direnmektir, direniştir.

Olan gelişmeleri ferasetle değerlendiren endişeyi sorular da vardı.

-Efendim! İşgal yönetiminin Arafat’ı muhatap alıp barış görüşmeleri yapması, intifadaya zarar vermez mi? Filistin davası darbe almış olmaz mı?

-Doğrusu dedi şeyh Yasin. F1ilistin liderliğindeki bölünmüşlük, Filistin’in menfaatlerine zarar verir. Bu, işgalci İsrail’in de işine gelir. Zaten bu anlaşmadan muradları da budur. Fakat biz oyuna gelmeyeceğiz. Direnişimiz bugüne kadar tüm gruplarla ortak bir noktada birlik ve beraberlik içinde devam etti. Aynı şekilde de devam edecektir inşallah. Bugüne dek Filistin davası için dayanışma gösterdik. Direnişimiz bugüne kadar tüm gruplarla ortak bir noktada birlik ve beraberlik içinde devam etti. Aynı şeklide de devam edecektir

 inşaAllah! Bugüne dek Filistin davası için dayanışma gösterdik. Bundan böyle de aynı tavrımızı hem FKÖ, hem diğer gruplar, hem de Arap ülkeleriyle iyi ilişkiler göstererek devam ettireceğiz. Yalnız bu tavır barış anlaşmasını tasvip ettiğimiz anlamına gelmez. Zira barış yolu ile söylenen şey gerçek barış değildir. Bu direnişin ve cihadın yerini alamaz.

Remle zindanında birçok gece sürüp gidiyordu böylesi sohbetler. Aralarında Şeyh Yasin’in olmasını kendileri için bir nimet kabul eden mahpuslar, durumdan azami derecede faydalanıyorlardı. Yalnız Şeyh Yasin’in zaman zaman rahatsızlanması, yürekleri hüzne boğuyordu. O, çok çekmiş, çok işkence görmüştü. İşkence görmüştü. Felçli bedeni takatini aşan bir sorumluluk yüklemişti. Adeta beyni her uzvunun vazifesini yüklenmişti.

Ertesi gün şeyh Yasin, yine cezaevi müdürünün odasındaydı. Müdür çıkarken, odada kalan iki şahıstan birini tanıdığını hatırladı. Birkaça ay önce kendisine İsrail yönetimi adına bazı tekliflerde bulunan iki ajandan biriydi. Meselenin nereye uzanacağını şimdiden kestirmişti.

-Hoş geldiniz Şeyh Yasin! Dedi eski ajan yapmacık bir tebessümle. Nasılsınız?

-Allah’a hamd olsun iyiyim.

-Umarım sizi rahatsız etmemişizdir. Biraz konuşalım, istedik.

-Seçme hakkım var mıydı?

Sırıtarak gülümsedi.

-Neyse!.. geçen görüşmemizde bazı tekliflerimiz olmuştu hatırlarsanız. Düşünmeniz için de epey bir zaman aradan geçti. Şayet olumlu bir cevap alırsak, kendinizi hemen özgün sayabilirsiniz. Söz veriyorum. Hükümetim adına.

İster istemez gülümsedi Şeyh Yasin.

-Doğrusu tekliflerinizi hiç düşünmedim, dedi pervasızca. Zira cevabımı o zaman vermiştim. İsterseniz tekrarlayayım. Hiçbir zama8n ve asla ne yönetiminizi tanırım ne de intifadayı tenkit ederim.

Ajanlar, böyle kestirip atan bir cevap beklemiyorlardı. Anlaşılan bundan sonrası da pek ümit verici olmayacaktı. Yine dev son kozlarını oynamalıydılar.

-Doğrusu bizde sizi anlamıyoruz, dedi iri yarı ajan. Muhtaçsınız ve hapishane sizin gibi biri için pek iyi bir yer değil. Bu sebeple size son bir şans tanımak istiyoruz. Biliyorsunuz ki Başkanımız İzak Rabin FKÖ ile bir barış anlaşması imzaladı. Arafat başkanlığında bir Filistin Özerk Yönetimi oluşturuldu. Düşünüyorum da Arafat’tansa neden muhatabımız siz olmayasınız. Yani İrsali tanımanız, intifadayı eleştirmeniz gibi tekliflerden haydi vazgeçelim. Sizinde faydanıza olan özerklik anlaşmasını kabul etmenizi deklare etmeniz karşılığında serbest kalabilirsiniz. Böylece direnişinizdeki gaye gerçekleşmiş olur.

Acı acı güldü Şeyh Yasin:

-Direniş ve intifada satılık değil, dedi sertçe. Barış yolu diye söylenen şey ise gerçek barış değildir. Bu, direnişin ve cihadın yerini alamaz. Daha acık söyleyeyim: hiçbir teklifinizi kabul etmediğim gibi, serbest bırakılmam karşılığında dahi olsa, en basit teklifinizi/şartınızı bile kabul etmeyeceğimi bilmenizi istiyorum. İşgalci yönetiminizi de muhatap kabul etmeyeceğimi bilmenizi istiyorum. İşgalci yönetiminizi de muhatap kabul etmiyorum. Tek isteğimiz işgal ettiğiniz topraklarımız kurtarmak ve hakkımızı geri almaktır. Bu hedef er yada geç gerçekleşecektir.

Yüz hatlarından için için öfkelendiği belli olan ajan, neticede diş göstermeye başladı.

-Bak, ihtiyar!dedi öfkeyle. Ayağına geldik, onca tekliflerde bulunduk. Hepsini reddettin. Sabrımızı zorluyorsun. Unutma! Burada yüz yıl kalacak ve bir daha gün yüzü görmeyip çürüyeceksin. Anladın mı?

Onurlu ve kararlı bir ses dalgalandı Remle’de:

-Benim için hapiste yüz yıl kalmak, karşılığında bir takım tavizler vererek çıkmaktan daha iyidir.

Her iki ajan, bu izzetli tavrın karşısında öfkelerinden çatlayacak kadar kızmış, rezil olmuşlardı. Sakat ve felçli olan bir adam ölümü göze alıyor, fakat davasının şerefine leke sürmüyordu.

 

            ***                   ***                ***             ***           ***            ***

 

Rantisi’nin çadırına giren Mahmud Zahar, selam verdikten sonra oturdu. Biraz düşünceli görünüyordu.

-Hayırdır, dedi Rantisi. Seni rahatsız eden bir şey mi var?

-Hayır, yok!dedi. sadece düşünüyorum.

-Hangi konuda?

-Arafat’ın yaptıklarını tefekkür ediyorum. Direnişten siyasi Arenaya geçişi bir kazanım olarak yormak, ne derece doğrudur? Düşün ki ellerini, ayaklarını bağlamışlar, ama başkalarının yardımıyla ihtiyaçlarını görüyorsun. Hem isteseler ihtiyaçlarını karşılamayabilirler yahut kısabilirler. Bu ne kadar doğru ve tasvip edilir bir özgürlüktür. Anlamıyorum doğrusu. Bir çokları gibi anlamıyorum.

-Haklısınız Zahar. Doğru denen olgu vahyin süzgecinden geçmezse, beşer aklına göre ancak bu kadar olur. Teslimiyetçi bir tavırla özgür Filistin’e sahip olunmaz. Ama şu da bir gerçektir ki tarih boyunca makam ve mevki hevesi; sahibini , aklın ve hakikatin gereğini idrakten yoksun bırakmış.

-Basın-yayın bunu bir zafer gibi gösteriyor.

-Onların işi bu. Hepsi Yahudi tekelinde.. birçok kalem sahibinin aklı, Yahudilerin cebinde.

-Şeyhimizin tavrını bu yüzden eleştiriyorlar ya!

-Biz Arafat gibi elbette bu sahte barışı kabul etmiyoruz. Fakat Arafat’la çatışmayacağız da. Zira işgalci İsrail yönetiminin bizi çekmek istediği tuzak bu. Fakat Şeyhimizin de dediği gibi tavrımız işgalci yönetime muhalif olmak, bundan böyle istişhadi eylemlerle İsrail’i yola getirmektir. İzzeddin Kassam Tugaylarımıza ve Yahya Ayyaş’a çok iş düşüyor. Allah yardımcıları olsun.

Mahmud Zahar konuyu değiştirdi. Alçak bir sesle:

-Havalar yine soğudu, dedi. Yaklaşık bir yıla yakın oldu buradayız.

-Evet bir yıla yakın oldu, dedi Rantisi. Elbet Rabbim bir çıkar yol gösterecektir. “Bizim uğrumuzda cihad edenleri biz, elbette yollarımıza iletiriz..” (2- Ankebut:69)    demiyor mu yüce Allah. Sabredecek, direnecek ve inşaAllah kazanacağız.

-Biliyor musun? Bu gece bir rüya gördüm.

-Allah hayretsin. Hayrından bizi de faydalandırsın.

-Hepimiz uçuyorduk. Neşeli ve sevinçliydik. Sonra sen başta olmak üzere bazılarımız düştü., korkuyla uyandım.

-İnşaallah hayırdır. Umarım Rabbimiz bizi en kısa zamanda vatanımıza döndürecektir.

Rantisi aklına gelmiş gibi aniden durdu. Arkadaşı Zahar’ın yüzüne baktı.

-Sahi, dedi. Kampımızda bir sorun yok inşaAllah? Kardeşlerimizin kararlılığında bir gevşeklik var mı?

-Hayır yok! Allah’a hamd olsun. Birlik ve beraberliğimizi bozacak her türlü fitne ve teklife karşı herkes yek vücut gibi.

-Buna sevindim. Bazı maddi zorluklar yaşasak da istikrarımız, dayanağımızdır.

-Birleşmiş milletlerin hakkımızda aldığı 799 sayılı kararı işgalci yönetim umursamıyor bile.

Güldü AbdülAziz Rantisi:

-Dostum dedi Zahar’a. Birleşmiş milletler hep karar alır. İsrail ise kale almaz bu kararları. Hiç Birleşmiş Milletlerin lehimize aldığı bu kararın peşine düşüp İsrail’e baskı yaptığınrı duydun mu? Yahut İsrail’e yaptırımda bulunduğunu… yapamaz. Neden? Çünkü İsrail’in hamisi Amerika, İsrail hehindeki her türlü karırı veto eder de ondan.

-Ne yazık ki öyle…

Mahmut Zahar konuşmasına devam edecekti ki, tam o anda çadıra doğru koşarak gelen bir ayak sesi, ikisinin de bakışlarını kapıya yöneltti.

 

 

 

 

 

 

NOT: ON İKİNCİ BÖLÜM BURADAN İTİBAREN YAZILACAKTIR.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                               ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

 

Batı Kudüs’ün kalabalık caddelerinden birinde askeri bir servis otobüsü durağa doğru yaklaşınca yavaşladı. Mesainin bittiği bu saatte yollar daha bir kalabalıklaşıyordu.

 Askeri  servis otobüsü,içindeki subayları belirli duraklarda indire indire ilerliyordu.Bir durağa doğru tekrar yavaşlayıp durdu.Fakat inecek subayın kapının ağzında durup son koltukta oturanla ayak üstü konuşması, otobüsü gözleyen birine beklediği fırsatı vermişti.Otomobilinin pedalına bastı.Tam otobüsün ortasına çarptığında da elindeki ateşleme

Mekanizmasının butonuna bastı.

 Büyük bir gürültüyle havaya uçan otomobil, otobüsü de ikiye bölmüş, ileri-geri savurmuştu. Gökten yağan demir parçaları eşliğinde ortalık ana-baba gününe dönmüştü. Sağa sola savrulan üniformalı insan parçaları, şahadet operasyonunun çapını gösteriyordu.

 Aynı gün akşam saatlerinde bir evde iki arkadaş konuşuyordu:

         __Televizyonu açalımda iştihadı  eylemin yankılarını seyredelim.

         __Sahi. Dedi Muhyiddin Şerif kimdi bu eylemdeki şahadet (sayfa 135)

 adayı?

         __Henüz yeni doktor olmuş bir kardeşimiz vardı ya?

         __Hatırladım nişanlanacaktı!

         __Evet! Ama şahadetle nişanlandı!

         __Rabbim şahadetini kabul buyursun! Yeşil kuşun kursağına nail etsin!

         __Amin!...Bak haberler başlıyor.

Televizyondaki spiker heyecanlı heyecanlı ilk haberi sunuyordu:

           —Sayın seyirciler! Bugün saat 17:30 sularında askeri servis otobüsüne Batı Kudüs’te düzenlenen intihar saldırısında intihar eylemcisi dâhil 8’i ölü ve 20 yaralıyla ortalık kan gölüne döndü. Olay mahalline sevk edilen birçok ambulans ölü ve yaralıları hastanelere taşıdı. Bu arada basın ajanslarına gönderilen bir bildiride olayı Hamas’ın askeri kanat İzzeddin Kassam Tugayları üstlendi. Söz konusu bildiride intihar eylemcisine övgüler düzülürken, şahadet eylemlerinin “İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilinceye kadar ”devam

edileceği bildirildi.Olaydan hemen sonra İsrail hükümetinin yaptığı açıklamada olay şiddetle kınandı.Söz konusu intihar eylemcisinin evine yapılan baskında ise eylemcinin ailesi  gözaltına alırken,evleri buldozerlerle yıkıldı…

            __Allah’ın laneti üzerinize  olsun, dedi Yahya Ayyaş hırsla. Değil evlerimizi yıkıp  ailemizi gözaltına almak, hiçbir şekilde Allah’ın izniyle bizi yıldıramazsınız.

Televizyonu kapatıp yerine oturdu.

            __Biliyor musun  Muhyiddin? Dedi.Aslında bu eylemi başka bir şahadet adayı gerçekleştirecekti.Lakin bizim genç doktorumuz ağlaya ağlaya öncelik istedi.

            __Onun samimiyetini hatırlıyorum. Filistin ve Kudüs bu genç kahramanlar sayesinde özgür olacaktır inşallah.

            __3-4 ay önce şehit edilen, dr. Fethi Şikaki’nin ahı içimde kalmıştı.şimdi rahatladım. İşgalcilerin de eşleri ve çocukları ağladığında bizim ne hissettiğimizi anlasınlar.

            __işgalci yönetim suikastlerini dış ülkelere de yapmaktan kaçınmıyor.

            __Neden çekinsin ki? Arkasında Amerika gibi abide-i zulum bir hamisi varken… Fethi Şikaki Libya dönüşü malta adasına uğradığında Nasad tarafından mazlumane şehit edildiğinde yüreği yanan yine Müslümanlardır. O muhterem bir insandı.

            __Zaten son zamanda işgalci yönetim iyice zıvanadan çıktı. Öyle ki Yahudi yerleşimciler dahi ferdi eylemlere yöneliyorlar.

            __Bunu dedin de aklıma geldi. Geçen yıldı galiba. Temmuz ayıydı. Hatırlıyorum; bir Yahudi yerleşimci, Gazzemizde işine gitmekte olan 19 yaşındaki Ahmet Şair adındaki adlı işçi bir genci arabasıyla kasıtlı olarak arkadan vurup şehit etmişti. Sen de hatırladın mı?

            __Evet! Maalesef o olayı hatırlıyorum. Ama Ramallah’ın Devra El-Kara köyündeki olay da unutulur gibi değildi.

            Yahya’nın hatırlamadığını belirten şaşkın bakışları arasında olayı özetledi:

            __Anlattığın olaydan iki ay sonra galiba Ağustos ayıydı. Yahudi yerleşimcileri Fililstin’lilere ait bir araziyi işgal etmişler. O esnada bir Filistinli kardeşimizi de kurşunla şehit ettikten sonra hırslarını alamayıp Ramallah’ın yanında ki devra El-kara köyüne silahlı saldırı da bulunmuşlar. Çıkan çatışmada Hayri El_Fisi adına bir kardeşimiz göğsünden yaralanıp olay yerinde hayatını kaybetmişti. Adamlar, dağdan gelip bağdakini kovuyor misali, toprağımızı karış karış işgal ediyorlar. Bu halkı da kuzu zannediyorlar. İşte yanıldıkları nokta burası.

            Yahya Ayaş imalı imalı konuştu.

            __Allah’ın izniyle daha yanılacakları çok noktalar olacak!

            __Geçenler de, dedi Muhyedin Şerif. Bir haber aldım. İşgal yönetiminin gizli servisi Şinbet bazı satılık ruhlu kimseleri kullanarak, bilgi toplamak için faaliyet ağı kurmuş.

            Gülümseyen Yahya

            __Demek ki şehadet eylemlerimiz ve operasyonlarımız onları epey zorluyor, dedi. Kinleriyle gebersinler.

            Sözleriyle bir gerçeği ve endişesini dile getirdi, Muhyedin Şerif.

            __Paranın cazibesi, intifada ve direnişten daha doğrusu Filistin davasını gütmekten/ daha çok çekici oluyor bazı ruhu satılık ve şahsi menfaatini ulusal çıkarından üstün görenlere. Hatta yıllardır vurduğumuz  bu ağır darbeden dolayı birinci hedef olarak senin yerini tesbit etmeleri için istihbarat çalışmaları yaptıklarını sen de biliyorsun.

            __Önemli değil, dedi Yahya. Yolumuz Kudüs ve Filistin için cihad yoludur gerisi Allah’ın taktiri.

            İki arkadaş uzun uzadıya konuştular. Yeni planlar, yeni yöntemler, yeni yeni metodlar üzerin de çalıştılar. Her buluşmaları, her konuşmaları işkal rejiminin belini kırmaya yönelikti.

            Aradan birkaç gün geçti. Tarih 5 Ocak 1996’yı gösterirken direniş, şehit daha kazandı. Gazze’de haberi getiren genç nefes nefese  Muhyedin Şerif’in yanına girdi. Beti benzi atmış, üzgün ve telaşlıydı.

            __Ne oldu, dedi Muhyedin?

            __Sakin ol!

            __Hah şöyle biraz soluklan.

            __Mühendis… dedi, içeri giren genç üzgün üzgün. Az önce şehit oldu.

            __İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.

            Üzgündü Muhyedin. Henüz birkaç gün önce birlikteydiler. Planlar, programlar yapmıştılar.Takdir-i ilahinin ne zaman tecelli edeceğini kim bilebilirdi? Sayıklar gibi konuştu:

            __Mühendis! Rabbim şehadetini kabul etsin. İntikamın ses getirecek! Söz veriyorum.

            Mühendis, Yahya ayyaş’ın lakabıydı. İşgalci İsrail’e karşı gerek düzenlediği şehadet operasyonları ve gerek bizzat yaptığı bombalı eylemlerden dolayı bu lakapla anılırdı.Zira o, eylemlerin arkasına ki beyindi. Bu nedenle Şin Bet-in ortadan kaldırılacaklar listesinin başındaydı. Nitekim lanetli işgalci rejim amacına kavuşmuştu.

            O gün Gazze’nin sokaklarında, geniş anayolların da bir insan seli akıyordu. Omuzlarda bir cenaze, başka bir iklime uğurlanıyordu. Yumruklar sıkılmış, eler hava da intikam yeminleri vardı dudaklar da. Gözler şahitlik etti bu insan kalabalığına. Sevgi, işte buydu. Yiğit, işte böyle olurdu. Ölüm gülerek giden güzel insan.. Yahya Ayyaş…

                                                                       *

            Remle zindanına gireli rahatsızlıları daha bir artar olmuştu Şeyh Yasin’in. Tedavisi için kılını kıpırdatmayan işgalci yönetim, adeta ölmesini bekliyordu. Hasta yatağın da acil tedaviye ihtiyaç duymasına rağmen, Şeyh Yasin’in minnetine girmiyordu işgalci yönetim. Bir çok yere serbest kalması karşılığında pazarlıklar yapmak bir takım şartlar ileri sürmek istemişlerse de, hep şiddetli bir tepki görerek geri çekilmişlerdi.

            Buna rağmen yüzünden tatlı tebessümü eksik etmeyen Şeyh Yasin, zindan kardeşlerine nasihatleri ve sohbetleriyle faydalı olmaya çalışıyordu.

            Kendini iyi hissettiği bir gündü. Tekerlekli sandalyesine oturmuş Ebu Abdullah’la konuşuyordu. Ebu Abdullah:

            __Efendim, dedi. Ziyaretçilerimin dediğine göre Rantisi tahliye olmuş.

            __Buna çok sevdim Ebu Abdullah.

            __Bir de özerk yönetim halka kötü davranıyormuş hatta bazılarını gözaltına bile alıyormuş.

            __Ben de duydum bu haberleri, dedi Şeyh Yasin üzgün üzgün.

            Bu sırda koğuşa giren bir mahkum selam verip yanlarına oturdu. Sonra Şeyh Yasin’e hitaben;

            __Eendim! Rahatsız etmiyorum inşallah, dedi.

            __Hayır Münir kardeş! dedi Şeyh Yasin ne münasebet.

            __Hani efendim rahatsızsınız!.. Düşündüm ki…

            __Şu an iyiyim Münir. Hamdolsun! Hem iyi ki geldin. Biraz konuşuruz böylece. Ayrıca kardeşlerimiz, benim rahatsız olmam için havalandırmaya çıkıyorlar. Bunu fark ediyor, rahatsızlık duyuyorum.

            __Bu onların saygısındandır efendim.

            __Biliyorum ama rahatsız oluyordu. Kendimi sizlerden ayrı biri görmüyorum. Farklı muamelelerden sıkılıyorum.

            Şeyh Yasin zindan da otoritel değil, bir arkadaş gibi içten ve samimiydi. Herkeslere konuşur, herkesin seviyesine göre hitap ederdi. Kimseyi kırmaz; dar olan mekanı daha da daraltmazdır. Onun bu vasıfları herkesi hürmete sürüklüyor, adeta bir arkadaş yakınlığı kuruyordu.

            __Ebu Abdullah konuşuyordu, dedi Şeyh Yasin Münire hitaben. Gel! Şöyle otur. Evet Ebu Abdullah seni dinliyoruz.

            __Özerk yönetimin polis gücünün zulmünden bahsediyordum efendim. Yani özerk yönetim şimdi işgalci İsrail’in yaptığının aynısını halka reva görüyor. Kim bilir işgalci yönetimle ne tür gizli anlaşmaları var da haberimiz yok.

            __Anlaşılan Ebu Abdullah doluydu. Teskin etmek gerekiyordu.

            __Ebu Abdullah! dedi Şeyh Yasin. Üç yıl önce Siyonist düşmanla yapılan anlaşmayı islami cihatla beraber kabul etmeyip muhalif olduğumuzda bunların olacağını tahmin etmiştik. Hatta kamuoyuna duyurmuştuk. Hem sadece biz değil; Oslo’da Arafat işgalci İsrail’le mütabakata vardığı zaman Filistin halk cephesinin lideri Ahmet Cibril’de açıklama yapmış: “ dört yüz km. lik toprak için Filistin’lilerle Yahudiler adına mücadele ihalesini almış olan Arafat, zilletin en aşağısına düşecektir” demişti…

            Şeyh Yasin’nin kısa bir soluklanmasını fırsat bilen Münir, izin alarak araya girdi.

            __Filistin alimler Birliği, Oslo sonrası “ kimliği ve mevkisi ne olursa olsun hiç kimsenin bu toprakları gasp edenin onda hak sahibi olmasını sağlayacak bir anlaşma imzalamaya yetkisi yoktur” diye bir bildiri yayınladığını çok iyi hatırlıyorum efendim, dedi.

            __Evet! O bildiriyi ben de hatırladım, dedi Şeyh Yasin. Fakat tüm bu tepkilere rağmen Arafat kendini Filistin’in yasal temsilcisi olarak gördü veya gösterildi ve masaya oturtuldu. Tabi ki Amerika Başkanı Clinton’un huzurunda Arafat ve Rabin el sıkışmadan önce, birer gün arayla birbirlerini tanıdıklarına dair belgeler imzaladılar.

            __Nasıl yani? Anlamadım efendim.

            __Yani Araft’ın FKÖ’sü İsrail devletini siyasi alanda Yahudi’lerin, İzak Rabin’le FKÖ’yü Filistin halkının yasal temsilcisi olarak tanıdı. İlgili belgeleri de karşılıklı imzaladılar. Sonrada asıl anlaşmayı…

            __Yani Filistin Filistin Özerk  Yönetimi’nin kurulmasına dahil olan anlaşmaya…

            __Aynen öyle Ebu Abdullah. yani bir başka değişle güya toprak karşılığı olan anlaşmayı… sözde işgalci İsrail rejimi Gazze ve Eriha gibi sınırlı birkaç şehirden çekilecek buraları özerk yönetime bırakacaktı. Bununla işgalci

 

israil,filistin halkının bir kısmına filistin'in bir bölümünde haklarının bir kısmına vaad ediyordu. Bu ise üç yıllık bir dönemde gerçekleşecekti. İşgalci askerler de sözde bu anlaşmaya göre dört ay içinde tamamen çekilecekti. Fakat Allah'a verdikleri ahdi tutmayan bu kavim, Arafat'a verdiği ahdi mi tutacak ? Heyhat ! gülüç bir konu doğrusu. Biz bu durumu bildiğimiz için Amerika'nın ve işgalci İsrail'in oyununa maşa olmadık. O nedenle de FKÖ ve Arap Birliği'n den ayrı olarak işgalci İsrail'in  1967 değil, 1948 ve hatta daha öncesine dönmesi gerektiğini vurguladık.

 

            -Doğru söylüyorsunuz efendim, dedi Ebu Abdullah zira işgale uğrayan bizim vatanımız, işgali yaşayanlar da biziz. Bu anlaşma vs hepsi birer oyundan ibaret. Onu kabullenmekse halkımızı ezmenin bir başka şekli. İşgalcinin maşası olmak, kabul edilir bir şey değil. Başkası kabul etse de ... zaten bu uğursuz anlaşmayı imzalayan işgalci rejimin başı İzak Rabin, geçen yıl galiba kasım 95'ti aşırı sağcı bir Yahudi tarafından suikaste kurban gitmedi mi ? Arafat ise gittikçe pasifleştirilip devre dışı bırakılıyor. Zira alametler buna işaret ediyor. 

      

            Münirde bu has sohbette bir tespitini dile getirdi.

 

            -Efendim ! diye başladı. Şu anki işgalci rejiminin başı olan Benjamin Netanyahu geçenlerde bir demenç verdi. Kendileri için güvenliğin çol önemli olduğunu ; ama toprağın da önemli olduğuna işaret etti. Bu konuda asla uzlaşmayacağını belirtti.

 

            -Ben de o demeci dinledim. Münir, dedi Şeyh Yasin. Amerika Netanyahu'ya baskı yapacak ama nafile ... Pek bir sonuç alamayacak gibi.

 

            -Sobet devam ederken birden havalandırmadan " Allah'u Ekber " nidaları yükseldi. İçeriye sevinçle giren birine Şeyh Yasin sordu :

 

            -Hayrola Haşim, nedir bu tekbirler ?

 

            -Efendim ! Müjde !.. Müjde !.. Şehit Mühendisin intikamı alınmı. Az önce haberlerde dört şahadet operasyonun düzenlendiği ve 59 kişinin öldürüldüğü söylendi.

 

            -Allah’u Ekber !.. dedi Şeyh Yasin .

 

            Gözleri bir bilinmeyene takılmış gibi pencereden dışarıya odaklandı. Mavi gökyüzünde Yahya’nın gülümseyen yüzünü görür gibi bir tebessüm yayıldı yüzüne

 

            -Allah’ın selamı ve rahmeti üzerine olsun ey Yahya. Ne mutlu sana ve bu yolda şehit olanlara.

 

            Ebu Abdullah’ın göz işareti ile herkes Şeyh Yasin’i kendi haline bırakıp dışarı çıktı. Çıkışta Haşim, Ebu Abdullah’a sordu :

            Yahya’nın şahadetinde hain ve işbirlikçilerin parmadı olduğunu duymuştum, doğru mu ?

 

            Maalesef doğru. Satılık ruhlu olup paranın cazibelerine kapılan yakın bir akrabası vasıtasıyla, cep telefonuna yerleştirilen bombanın patlamasıyla şehit edildi. Zaten uzun zamandır işgal yönetimi, Yahya hakkında istihbarat çalışmaları yapıyor, fakat yerini tespit edemiyordu. Neticede böyle bir ihanet sonucu şehit edildi. Ama intikamı alındıya ! Artık gam yemem !

 

            Haşim , içerde düşüncelere dalan Şeyh Yasin’i kastederek;

 

            -Galiba onu çok seviyordu , dedi.

 

            Nasıl sevmesin, dedi Ebu Abdullah O, hepimizin manevi evlatları olarak görüyor. Hepimiz onun öğrencileri,dergahının müritleriyiz. Tek tek onun sohbet ve ders halkalarında yetiştik. Filistin yıllardır onun dershanesi oldu. İntifadanın ve direnişin ileri gelenleri onun yetiştirdiği nesildir. Düşün ki gözleri önünde çocuklarının tek tek ölümü bir babaya zor gelen bir durum var mı? Allah onu başımızdan eksik etmesin. Zira direniş onunla hayat buldu; onun önderliğinde yürüyor.

 

 

ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

 

       25 Eylül  1997 Amman / Ürdün !..

 

            Güzel yüzlü, sıcak bakışlı, cana yakın 40 küsur yaşlarında bir adam geniş ve kalabalık caddede yürüyordu. Korumaları olan iki sivil bakışlarını bir an üzerinden ayıtmıyor, dikkatle kendisini takip ediyordu.

 

            Fakat bu güzel yüzlü adamı takip eden iki kişi daha vardı. Uzaktan uzağa bir fırsat kollamaya çalışıyor inatla takipten vaz geçmiyorlardı. Zaman zaman bir birlerine bakıp işaretleştikleri gözlerinde; hile, kin ve nefret parlıyordu.

 

            Güzel yüzlü adam yavaşladı. Tam kolladıkları bir fırsatta. Tekrar bakıştılar. Başları karışıklı birbirlerini onaylarcasına eğild. Sağ taraftakinin elinde bir cihaz peyda oldu.Adımlarını hızlandırdı.

 

            Güzel yüzlü adamın bir an durup ileriye bakmasını fırsat bilen adam, hızlı adımlarla arkadan ansızın yaklaştı. Elindeki cihazı hızla batırıp kaçtı. Vücudunda bir sızı hisseden güzel yüzlü adam, ani bir refleksle dönerken uzaklaşmaya çalışan her iki saldırgan, korumalarının müdahalesi kıskıvrak yakalandı.

 

       Olaydan bir müddet sonra aynı gün Ürdün Kraliyet sarayında Kral Hüseyin’e istihbarat servisi başkanı rapor sunuyordu.

            Majesteleri ! Saygılar sunarım. Bu gün Hamas Siyasi Birim Başkanı Halid Meş’al’e suikast düzenlendi. Arz etmek için huzurunuzda bulunuyorum.

 

            Yüzü öfkeden kıpkırmızı kesilen kral, kurşun hızıyla art arda sorular sıraladı.

 

            Halid Meş’al’e suikast mı ? kim. Neden, niçin, nasıl ?

 

            Mossad efendim.

 

            Tek kelimelik cevap her şeyi anlatmaya yetse de rahat etmedi yaşlı Kral.

            Baştan anlat şu olayı. Dinlemek istiyorum.

           

            Efendim ! Bu gün Amman’da iki korumasıyla yürüyen Meş’al’e iki kişi bir cihazla suikast düzenlediler. Arkadan yanaşıp ellerindeki cihazı Meş’al’e batırıp kaçarken Meş’al in korumalarınca yakalanmış ve tesirsiz hale getirmişle. Halid Meşal hastaneye kaldırıldı. İki suikastçı da güvenlik teşkilatımızca göz altına alındılar! Yaptığımız ilk araştırmada ülkeye kanada pasaportuyla giriş yaptıklarını belirledik. Daha sonra soruşturmayı derinleştirdiğimizde Massad ajanları olduklarını anladık. Suikastı silah yerine farklı bir metodla yapmak istemişler.

 

            Kızdındı Kral Hüseyin .

 

            Nasıl farklı bir metod ?..

 

            Açıklayayım efendim . Solunum organlarına zararlı ve zehirli bir madde saçan bir cihaz kullanmışlar. BU cihazdan vücuda enjekte edilen maddenin kişiyi zehirleyecek öldürme özelliği varmış.

 

            İnanılmaz bir şey dedi Kral Hüseyin kendi kendine. Benim ülkemde hem de burnumun dibinde bir suikast ha ! Netanyahu bunun bedelini ödeyecek. Bu kadar ileri gidip uluslararası arenada beni küçük düşürmemeliydi.

 

            Kızdın ve öfkeli Kral, birden sakinleşti. Yüzünde kurnazca bir gülümseme belirdi.

 

            -Bu olayı lehimize kullanabiliriz., dedi sayıklarcasına.

 

            -Nasıl efendim ? dedi. İstihbarat Başkanı.

 

            Kral yıllardır tahttaydı. Birçok badireler atlatmış, birçok tecrübeler kazanmıştı.nerede ve nasıl çıkarlarını elde edeceğini bilen bir siyaset tarzı geliştirmiş, yıllardır tahtını korumayı bilmişti.

 

            Birazdan toplantıya çağırttığı danışmalarına hitaben olayı kısaca özetleyen istihbarat servisi başkanının susmasından sonra, kendisi konuştu :

 

            Beyler, dedi. Ülkemde hem de payitahtımda İsrail’in böyle bir küstahlığa soyunması kabul edilemez bir durum. Bu aptalca cesaret gösterisini lehimize çevirecek adımlar atmalıyız. Biliyorsunuz ki yıllardır gerek mülteci, gerek vatandaş sıfatıyla olsun ülkemizde milyonlarca Filistinli var. Son yıllarda Filistinlilerce yönetimimize karşı duyulan olumsuz tepkileri çevirmek ve İsrail’in bu küstahlığının cezasını vermek için bu olay bir fırsat. Şöyle ki, basına yapılacak açıklamada yakalanılan iki İsrailli ajanın mahkemelerimizde yargılanacakları açıklanmalıdır. İkinci adımda da İsrail’den Halid Meş’al’e enjekte edilen zehirin panzehiri acilen istenilsin: Aksi taktirde her iki ajanlarının da idam edileceği iletilsin.

 

            O anda aklına bir şey gelmiş gibi durdu ve solundaki danışmasına sordu:

 

            Şeyh Ahmet Yasin kaç yıldır İsrail zindanlarında yatıyor ?

 

            Böyle bir soru beklemeyen danışmanı önce hafif bir şaşkınlık geçirdi. Sonra tekrar toparlandı.

 

            Efendim , dedi. Galiba sekiz yada sekiz buçuk yıl olsa gerek.

 

            İyi ! Bu kadar yıl yatmış çok bile ... Üçüncü olarak da İsrail’e Şeyh Yasin’in serbest bırakılıp ülkeme tedavi edilmek üzere getirilmesi istediğimiz iletilsin. Zira hastalığının ilerlediğini duymuştum. Yanılıyor muyum ?

      

            Hayır efendim, dedi danışmanı. Sağlık durumu gittikçe kötüye gidiyormuş. Bunu Hamas geçenlerde basına verdiği demeçte de belirtmişti.

 

            Öyleyse onun da zindandan çıkarılması prestijimizi yükseltecektir.

 

            Acil olarak gerekli girişimler başlatılsın.

           

            Kralın yüzünde zafer kazanmış bir komutanın tebessümü vardı. Netanyahu’ya gününü gösterecek, Filistin kamuoyunun gönlünü lehine çevirecekti.

 

            Neticede İsrail hükümetiyle yapılan gizli pazarlıklar sonucu Benjamin Netenyahu, iki ajanına karşılık Kral Hüseyin’in ileri sürdüğü şartlaı kabul etti. Halid Meş’al’in tedavisi için söz konusu pan zehirde hemen gönderildi. Bu adım, Netanyahu’nun bir hatası ve başarısız bir girişimi olarak tescillenirken, Kral Hüseyin için şimdilik bir başarı, bir zaferdi uluslararası siyaset arenasında Yaşlı Kral sözde durumdan faydalanmasını bilmiş, durumu lehine çevirmişti. Bir taşla birden fazla kuş vurmak buna denir ( ! )” diye düşündü.

 

            Sekiz buçuk yıla yakın zindan hayatının bu son demlerinde Şeyh Yasin’in sağlık durumunda bozulmalar gittikçe artıyor, rahatsızlıkları çoğalıyordu. Yıllardır maruz kaldığı işkence, hakaret ve sıkıntılar özürlü bedenini ağırlaştırmış, hasta yatağına düşürmüştü. Tedavisiz, ilaçsız, bakıma muhtaç olan Şeyh Yasin, hafif düzelmeler hissettiğinde zindan kardeşlerini yine sohbetleriyle ihya ediyordu.

 

            Hazreti Yusuf aleyhisselam misali sabırla, tevekkül ve teslimiyetle zindan hayatına direniyor, kararlılığıyla müstesna bir şahsiyet sergiliyordu.

       30 Eylül 1997 Salı akşamıydı. Kendi dışında cereyan eden olaylardan bihaber olan Şehy Yasin, etrafını saran koğuş arkadaşlarına nasihatleriyle sohbet ediyordu.

 

            Yusuf aleyhisselam, Züleyha’nın ve misafiri olan kadınların fitnesine karşı “ Ey Rabbim ! Zindan bana bunların davet ettikleri işten daha sevimlidir.... “ 1 demişti. Böylece yıllarca bu irfan mektebinde kaldı.

 

            Kardeşlerim ! Nefsimiz, dünya ile ilgili arzu ve isteklerimiz tıpkı Züleyha ve misafirleri misali bizleri fitneye davet etti. Fakat Hazreti Yusuf aleyhisselam misali zindanı tercih eden bir direnişi nasib eden Allat Teala, bizi bu irfan mektebinin talebeleri yaptı. 

 

1.      Yusuf  Süresi / 33

 

            Burası intifadanın mektebi, direnişin merkezidir. Manevi yapımızı korumak, geliştirmek, sağlam ve yıkılmaz bir iman kalesi inşa etmek için mücahede ediniz. Burası Allah’a yakınlaştırma ve gönüllerin ilahi dergaha samimiyetle sığınma yeridir. Gönüllerimizi, yüreklerinizi yakınlaştırınız. İslami Direnişimize dualar Kudüs ve Filistin’imiz için yakarışlarda bulununuz. Burası sabır mektebi, tevekkül ve teslimiyet yeridir. Sabır direniş, tevekkül teslimiyet, inkıyaddır. Allah’ın meleklerinin kendileri için istiğfar dilediği yeryüzü halkından olmak istemez misiniz ? Her gün, her saniye ? Feve feve meleklerin sohbetlerine, derslerine misafir olduğu insanlardan olmak istemez misiniz ?..

 

            Aniden mazgaldan koğuşa bir ses dalga dalga yayıldı :

 

            Ahmet Yasin ! Hazırlan ! Müdüriyete gidiyorsun.

 

            Sohbet bölünmüştü. Haşim ve Münir Şeyh Yasin’i hazırlarken Ebu Abdullah kapıya yöneldi. Birazdan geri döndüğünde yüzünde şaşkınlık ve sevinç karışımı bir ifade vardı. Kurulu bir robat gibi Şeyh Yasin’e kadar sokuldu ve yeni kendine gelmiş gibi ;

 

            Efendim, dedi bön bön. Sizi bırakacaklarmış.

 

            Ortalığa bomba düşmüş gibi sevinç tekbirleri ayyuka çıktı. Kimi sevinçten ağlıyor, kimi gülüyordu.

            Şeyh Yasin gayet sakin ve metanetli bir şekilde.

 

            Hamd Allah’a dır. Takdir, O’nun kudret elindedir, dedi. Hemen mi çıkarıyorlarmış.

 

            Hayır Efendim, dedi Ebu Abdullah. Önce müdüriyette konuşacaklarmış. Akşama bırakacaklar dedi gardiyan.

 

            Herkes sevinç içinde olayın nasıl olduğunu birbirine sorarken Leyh Yasin’i kapıda olan görevliler, tekerlekli sandalyesini idareye doğru sürdüler.

 

            Az sonra Şeyh Yasin ceza evi müdürünün odasındaydı. Askeri ve sivil yetkililer de vardı. Her zamanki vakar ve izzeti yüzünden okunuyordu. Nedense müdür hep çekinir di ondan. Bilmediği, tarif edemediği bir histi bu. Halbuki diğer mahkumlara karşı bu duyguları taşımazdı. Fakat şimdi misafirlerinin yanında bu hislerini bir kenara bırakmalıydı. Kasılarak konuştu:

 

            Ee Şeyh Yasin ! Haydi gözün aydın. Serbest bırakılacaksın . Teşekkür bekleyen sözler yerine tokat laflar döküldü Şeyh Yasin dudaklarından :

 

            Allah’ın gücü ve kudreti her şeye kadirdir. O’a hamd ederim !

 

            Ama hükümetimizin sana yaptığı bu kıyağı unutmamalısın, dedi odadaki bir askeri yetkili.

 

            Şükür Allah’a dır vesilelere değil.

 

            Seni, dedi bir sivil yetkili. Kral Hüseyin’in ricası üzerine bırakıyoruz. Hastalığını orada tedavi edecekmiş. Yani artık serbestsin Şeyh Yasin.

 

            Aklına başka şeyler geldi Şeyh Yasin’in “ Bunlar oyun oynuyorlar olmasınlar sakın. Direnişten beni koparmak için sürgüne yolluyor olabilirler “ diye geçirdi zihninden. Söylenen sözlere şüpheyle baktı. Konuştukça mesele anlaşıldı. Kendisi dışında gelişen bir takdir – i ilahi ortadaydı. Elbette yüce Allah dilerse mümin kulları için en umulmadık kapıları, umulmadık vasıtalarla açar. Sebepler hiçbir zaman Münim–i Hakiki’nin yerini tutamazdı.

 

            Ürdün’e gitmeyeceğim !

 

            Soğuk bir duş etkisi yapmıştı bu iki kelime. Odadaki herkes birbirine bakarken aynı sivil yetkili,

 

            Herhalde anlatamadık Şeyh Yasin. Dedi şaşkınlıkla. Sana serbest kalacağını ve Ürdün’e Kral Hüseyin tarafından davet edildiğini, hatta tedavi göreceğini söylüyoruz. Hem buna ihtiyacın yok muydu ?

 

            Ürdün’e gitmeyeceğim dedim. Vatanımdan asla ayrılmam. Ancak ...

 

            Evet ancak ... dedi yetkili heyecanla.

 

            Zira gitmemesi durumunda işler sarpa saracaktı. İkna edilmeli ve göndermeliydi.

 

            -Ancak, dedi Şeyh Yasin. Filistin’e tekrar geri dönme hakkımın mahfuz olduğuna dair yazılı ve geçerli bir belgenin yönetiminiz tarafından bana verilmesi durumunda Remle den ayrıla bilirim.

 

            -Yani gidecek olursan bir daha dönememe durumun olabileceğini mi iddia ediyorsun ?

 

            -Evet ! Yurduma istediğim zaman dönme hakkımın Mahfuz olmasını istiyorum. Aksi halde asla Filistin’den çıkmam.

 

            Sivil yetkili hiç konuşmadan odadan çıktı. Odada fısıltılar yükseldi. Hafif sesler Şeyh Yasin’in kulağınada geliyordu :

 

            -Adama bak yahu ! Bu haliyle dahi direniyor.

 

            -Yerinde başkası olsa hiç düşünmeden kabul ederdi.

 

            -Kendisini sürgün etmemiz için önlem alıyor.

 

            -Sakat; ama çok zeki biri !

 

            -İşini garantiye almak istiyor !

 

            Yarım saat sonra aynı yetkili tekrar içeri girince tüm gözler ona çevrildi.

 

            Pekala Şeyh Yasin ! Dedi sivil yetkili. Birazdan Ürdün helikopteri gelecek. Biz belgelerini hazırlayana kadar sende hazırlanırsın.

 

            Hz. Yusuf Aleyhisselam misali bir tavır sergilemişti. Şeyh Yasin : Hz. Yusuf Aleyhisselam, kralın rüyasını yorumladıktan sonra kral tarafından serbest bırakılıp huzura çağırılınca, hemen zindandan çıkmadı. Önce Züleyha ve misafiri olan kadınların ağzından suçsuzluğunu itraf ettirdi. Daha sonra zindandan çıktı. Zira zeki tavrı sisayeti suçsuzluğunu perçinleştirirken, üzerine oynanan oyun ve hilelerin hepsini boşa çıkarmıştı.

 

            Şeyh Yasin’de Yusufları bir hareket ve siyasetle Filistin’e dilediği zaman dönme hakkını belgeleyerek, işgalci Yahudi’nin sinsi oyunlarını boşa çıkardı. Çünkü Şeyh Yasin’in Amman’a götürülüşü ile bir daha dönmesine izin vermeyerek ondan kurtulacaklarını hesaplamıştı İsrail rejimi. Fakat yanılmışlardı. Müminin feraset ve basiretini hesaba katmamışlardı.

 

            Müdüriyet odasında kendisini gözetleyenlere karşı hiç heyecana kapılmadan tam bir kararlılık göstererek, aleyhinde çevrilen / düşünülen oyunlara meydan vermedi. Filistin davasına olan bağlılığını, direnişe olan duyarlılığını ortaya koydu. Hem de Yusufvari bir tavırla.

 

            Koğuşuna döndüğünde tüm gözleri üzerinde buldu. Olan biten gelişmeleri kısaca anlattıktan sonra:

 

            Kardeşlerim ! dedi. Yüce Allah’ın takdirinin nerede, nasıl gerçekleşeceğini bilemeyiz. Fakat dönme hakkının mahfuz olduğunu belirten belgeyi almadan helikoptere binmeyeceğim.

 

            Filistin’in direnişçi halkına şu mesajımı iletmeyi unutmayın: “ Bu vatana sahip çıkma konusunda asla gevşeklik göstermeyin. İşgalciler sizin en ufak bir zaafınızı kendi şahsi politikaları için kullanabilirler. Buna fırsat vermeyin.” Hakkınızı helal edin...

 

            Hıçkırıklar,tekbirler yükseliyordu koğuştan. Tek tek Şeyh Yasin’e sarılıp ağlayanlar, bir yandan da çıkışına sevinerek teselli buluyorlardı.

 

       Remle zindanı, sekiz- sekiz buçuk yıldır ondan aldığı feyizle hayat bulmuştu. O. Filistin’in olduğu gibi zindanın da manevi dayanağıydı. Herkes gücünü onunla buluyor; nasihatleri, dersleri, sohbetleri kısaca varlığıyla teselli oluyordu. Ya şimdi ? Remle onsuz boynu bükük bir yetim olacaktı.

 

            O salı akşamı istediği belgeleri de yanına alan Şeyh Yasin, Ürdün’den gelen helikopterler eşliğinde Amman’a uçtu. Yüreğini Remle’de bırakarak ... Kardeşlerinin akıttığı gözyaşlarını yüreğinde damla damla hissderek... Edilen duaların kulaklarında yankılandığını unutmayarak... Zaten o mazlumların duaları değil miydi Filistin için direnişi şaha kaldıran izzetli ve şerefli bir intifadayı dünyaya ilan eden ?

 

            Şeyh Yasin Amman’a varır varmaz tedavi altına alındı. Yıllar boyu Remle zindanında yıpranan ve hakaret gören felçli vücudu epeyce yıpranmıştı. Sağlılığı etkileyen olumsuz koşullar, hastalıklar türetmişti bedeninde.

 

            Tedavisi devam ederken Ürdün yetkililerinin yanı sıra Ürdün’deki Filistinliler ve Hamas’ın Ürdün siyasi Birimindeki ileri gelen isimler de Şeyh Yasin’i ziyaret ediyordu.

 

            Onun Amman’a gönderilmesi “Sürgün” adı altında basına haber olarak sızdıran işgalci yönetim, Filistin direnişini sekteye uğratmak, pisikolojik çöküntü meydana getirmek istedi.

 

            Bu sırada hastaneye gelen bir gazeteci, bu sorunu dile getirince şöyle bir cevapla karşılaştı :

 

            Sürgün olduğum iddiası doğru değildir. Bu art niyetli ve bilinçli bir yaklaşımdır. Amman’a tedavi için geldiğim. Allah’ın izniyle sağlığıma kavuşu kavuşmaz, vatanıma geri döneceğim.

 

            Zira işgal yönetiminden yurduma geri dönmemi sağlayacak yazılı bir belge aldım. İstediğim zaman vatanıma geri dönme hakkım mahfuzdur.

       Şeyh Yasin’in daha fazla yorulmaması için dışarı çıkarılan gazeteci kafasında dolaşan bir sorunun cevabını alamamanın sıkıntısı içindeydi. Birden Şeyh Yasin’i ziyaret edenlerden bazılarının koridorun bir köşesinde aralarında konuştuklarını gördü. Yanlarına yaklaştı. Aklını kurcalayan sorunun cevabını bulabilmek ümidiyle ayaktaki ziyaretçilerin içinde tanıdık bir sima aradı.

 

            Gözleri İbrahim Goşe’ye takıldı. Hemen yaklaştı.

 

            Sayın Goşe, dedi Şeyh Yasin’in Amman’a getirilmesi Ürdün’ün elinde tutuklu bulunan iki Mossad ajanına karşılıkmış deniliyor. Ne düşünüyorsunuz bu konuda ?

 

            İbramim Goşe, soruyu soran gazeteciye baktıktan sonra yanındaki Muhammed Nezzal’a döndü. İkisi de Hamas hareketinin Ürdün siyasi Kanadını temsil edenlerdendi. Temkinli ve ihtiyatlı konuşmalıydı.

 

            Ortalık bir müddettir böylesi söylentilerle çalkalanıyor dedi İbrahim Goşe. Bizde bunlara inanmak istemiyoruz. Nitekim bir iki saat önce kraliyet basın sözcüsü bir açıklama yaptı. Buna göre, bu konuda bir pazarlık olduğu iddiaları olmadığı gibi başkanımız Halid Meş’al’e suikast girişiminde bulunan iki Massad ajanının da Ürdün mahkemelerinde yargılanacakları açıklandı.

 

            Gazeteci ikircikli bir soru yöneltti.

 

            Peki, siz buna inanıyor musunuz ?

 

            Muhammed Nezzal araya girdi.

 

            İnanmak istiyoruz, dedi. Zira suç mahali Ürdün devletidir.

 

            Gazeteci muziple güldü. Konuyu daha fazla irdelemeden ortada soru işaretleri bırakarak uzaklaştı.

 

            Tedavisinde nispeten olumlu gelişmeler görülen Şeyh Yasin’in Gazze’ye dönme zamanı yaklaşmıştı. Sık sık ziyaretine gelen Goşe ve Nezzal’a baktı Hams, artık ülke dışında da kendisini gururla temsil edecek genç, dinamik siyasi temsilcilere sahipti. Son nefeslerine kadarFilistin’in özgürlüğü için kararlı bir hareketin aktif fertleri, uluslararası arenada boy gösteriyordu.

 

            Şeyh Yasin o gün, adeta hastalığını unutmuştu. İbrahim Goşe’ye bakarak tebessümle.

 

            İslami direniş hareketimizi bihakkın Filistin dışında da temsil etmenizi takdir ediyorum, dedi. Dualarımız başarılarınızın devamına yöneliktir.

 

            Saygı dolu bakışlarla;

 

            -Allah razı olsun, dedi.

 

            -Halid Meş’al nasıl ? İyileştimi ?

 

            -Tam değil efendim. Ama sizi yakında ziyarete gelebilir.

 

            -Hayır, hayır ! Rahatsız olmamalı. İyileşmesi öncelikli temennimizdir.

 

            Nitekim beklenen gün gelip çattı. Şeyh Yasin, Gazze’ye uğurlandı. Tam olmazda tedavisi müsbet neticeler vermişti. Fakat yılların, sakat bir vücuda yığdığı marazlar kolay kolay onulacak gibi değildi.

 

            Gazze o gün sevgilisine kavuşan aşık misali şen ve neşeliydi. Sekiz buçuk yllık bir haslet, bir özlem vuslata dönüşmüştü. Halk seviç içindeydi. İşgalci yönetime nazire yapılarcasına yüzler seviçli, gözler aydınlıktı.

 

            Coşkulu sevenlerin karşılaması Şeyh Yasin’i mutlu etmişti. Hele içlerinde iki göz bebeği olan Rantisi ve Ebu Şenneb’i görmek ne hoş, ne güzel bir duygudur. Hocalarına sarılmak, doyasıyla haretlerini dindirmek, uşvi bir davanın verdiği hissiyatın tezahürüydü. Şeyhlerini tekrar başlarında görmek, tekrar mücadeleye devam etmek, eski günleri anımsatıyordu. Ona ne de muhtaç olduklarını anlamış, onsuz geçen zamanın kıymetini idrak etmişlerdi.

 

            Şeyh Yasin’in evinde ise sevincin yansıması tüm ailede neşe, tüm ailede heyecan meydana getirmişti. Henüz çocukken geride bıraktığı Abdi 25’ine yakın bir delikanlı olmuştu. 8’i kız 3’ü erkek olan çocuklarından kimi evlenmişti, kimi genç kız ya da delikanlıydı. Etrafında torunlarının seslerini duydukça zihninde yıllar öncesi hatıralar canlanıyordu.

 

            Çocuklarının ağlamalarını, yerlerde badi badi yürümelerini düşündü. Meryem’e, Abdulgani ve Abdulhamid’e baktı. Serpilmiş fidan gibi olmuşlardı.

 

            Birden yılların ne çabuk geçtiğini hatırladı. Etrafında biriken bunca insan, daha dün yoktu. Şimdi birer delikanlı, birer genç kız olmuşlardı. “ Demek ki ihtiyarladım gayri “ diye düşündü.

 

            Gözleri yanında mutlu bir şekilde oturmuş olan sevgili hanımı Halime Hatun’a takıldı. Geçen yılların izlerini yüzünden okudu. Fakat başka bir mutluluk okunuyordu hanımının yüzünden. Kocası, çocukları ve torunlarıyla bir arada olmanın mutluluğu olsa gerekti.

 

            Kucağına bırakılan küçük torununun minik elleriyle ağarmış sakalını çekmesi; yılların acılarını, çektirdiklerini alıp götürdü o an üzerinden. Kalbin meyvesi olan bu küçük torunları ve çocukları; hayat acılarını çekilir, hanesini mamur kılmıştı. Yüzünde dalga dalga yayılan tebessüm bu gece kondu evde bir bayram sevinci yaşatıyordu herkese.

 

 

ON BEŞİNCİ BÖLÜM

 

            Şeyh Yasin’in Gazze’ye dönüşünden bir müddet sonraydı. O sabah kahvaltıdan sonra bürosuna gitmeden önce, tebessüm saçan yüzü ile seslendi :

 

            -Torunlarımı getirinde göreyim. Kucağına bırakılan torunlarını tek tek sevdi. İpek gibi yumuşak yanaklarına buseler kondurdu. Sevgi ve şefkat dolu bakışlar arasında oğlunun sürdüğü tekerlekli sandalyesi ile bürosuna doğru yola çıktı.

 

            Tekerlekli sandalyesini süren oğlu Abdiyle sokaklarda ilerlerken, halkın saygı ve teveccühü, samimi ve sıcaktı. Kimi yaklaşıp sarılıyor, öpüyor, kimi dualar ediyordu.

 

            Biraz ilerdeki evin duvarı dibinde oturan yedi – sekiz yaşlarında iki çocuk gördü. Fakirliğin tüm izleri üzerlerine yansımıştı.Onlara baktıkça yüreğinden bir şeylerin koptuğunu hissettti. Yanına çağırdı. Öptü ve güzel sözlerle gönüllerini aldı. Abdi onların yetim çocuklar olduklarını söyleyince yüreği daha çok dağlandı. O’da bir yetimdi.

 

            Yetim ümmetin yetim bir ferdi...

 

            Oğluna başıyla işaret etti.

 

 

            Abdi’nin eli cebine daldı. Avucunda bozuk paralar belirdi. İki küçük çocuğun avuçlarına bozuk paraları koydu. Seviçle koşarak eve girdiler. Bu yaşanan küçük mutluluk bile Şeyh Yasin’in tüm sıkıntıları dağıtmış, yüreğinden yüzüne tebessüm çiçeklerini yansıtmıştı.

 

            Yaşadığı bu mutlulukla bürosuna vardı. Rutin işlerini yaparken başından derlenip önüne konulan bir haber dikkatini çekti : İşgal rejiminin Başbakanı Netonyahu dün akşam yanına Ariel Şaron ve İzzak Mordahayı da alarak kameraların karşısına geçmiş, bir açıklama yapmıştı : İşgale karşı direnenler veya direniş gösterenler nerede olursa olsun izlenecekleri belirten sözler sarf etmişti. Meğer Halid Meş’al’e suikast düzenleyen iki mosat ajanını, Ürdü’nün İsrail’e iade etmesi nedeeni ile bu toplantı yapılmış, bu demeç verilmişti. Anlaşılan Kral Hüseyin’in söz konusu ajanları gizli bir pazarlık sonucu İsrail’e vermesi, Şeyh Yasin’in Ürdün’den ayrılmasından sonra gerçekleşmişti.

 

            Kral Hüseyin bu tavrıyla Filistin halkı ve ülkesindeki Filistin’liler, hatta arap alemi nezdinde – Şeyh Yasin’i Remle’den alıp tedavi etmesiyle – lehine olan gelişmeleri, bir anda nefrete dönüştürmüştü, bir çuval inciri berbat etmek diye buna denilirdi. Nitekim menfaatçi rejimler, çıkarlarını her şeyden üstün tutuklarını tashih ettiler.

 

            Şeyh Yasin olayı tefekkür ederken islami bir tavır, islami bir şuurun eksikliğinin neticelerini gördüğünü anladı. Acı ve elem verici olsada, arap rejimlerinin esef verici manzarası, maalesef  buydu. Bu tablo var olan gerçeğin yansıması, bir potresiydi.

 

            İçeri giren iki göz bebeği Rantisi ve Ebu Şenneb, onu daldığı tefekkürden uyandırdı. Selamlaştılar. Birbirlerini sordular. Şeyh Yasin :

 

            -Nasılsın Ebu Şenneb ?

 

            -Hamd olsun efendim.

 

            -Askalan zindanda 92’deki açlık grevinden sonra 95’te de bir açlık grevi yapmıştınız.

 

            -Evet efendim.

 

            -Nasıl, Şartlarınız düzeldi mi peki ?

 

            -Evet efendim.Zindanın şartları ilk açlık grevinden sonra nisbeten düzelmiş olsa da, sonra tekrar baskılar arttı. 95’teki açlık  grevlerimiz hastalarımızın iyileşmesinde büyük rol oynadı.

 

            Allah gayretinizi kabul etsin.

 

            Ebu şenneb’in y6anındaki koltukta oturan Doktor Rantisi’ye baktı.

 

            -Ya sen rantisi, dedi Şeyh Yasin. Sen nasılsın? Kaç ay oldu çıkalı?

 

            -Efendim! Sizin Ürdün’e gidişinizden 6-7 ay önce Bi’ru’s sebudan çıkmıştım.şeker hastalığım artsada şu an hamd olsun iyiyim. Yüreğim, bileğim Filistin için atıyor. Dualarınızı bekliyorum.

 

            Sohbet biraz daha ilerleyince Şeyh Yasin, kunuyu Ürdün’ün meselesine getirdi. Masadaki haber özetini onlara okuttu.

 

            -Ne düşünüyorsunuz ? diye sordu.

            -Aslında, Dedi Rantisi. Hiç şaşırmamak gerek efendim. Gönlüm olmasını dilemese de olması muhakkak bir vakaydı. Sadece sizin Ürdün’den ayrılmanız bekleniyordu şayet yargılanmasalardı o iki ajan, işgal rejiminin rezil olmasına yeter bir olaydı ama gizli bir el buna izin vermedi.

 

            -Allah-u Teala celle celelahu dedi Şeyh Yasin. Bizim dışımızda meydana gelen sebepler zincirini, bizi zindandan çıkarmaya vesile kıldı. Bu pazarlıkta ne benim, nede Hamas’ın bir hissesi olmadığına, Allah elbette şahittir. Her şey onun güç ve kuvveti ile olur. Bu da onun taktiriydi.

 

            -Efendim !

 

            -Biraz farklı bir nidaydı bu. Sanki Ebu Şenneb bir şeyi haber verecekmiş gibi bir hisse kapıldı.

 

            -Evet ebu Şenneb !

 

            -Ebu Şenneb Rantisi’ye baktı ikisi de susukundu. Aralarında işaretlerin dili dolaşıyordu. Nihayet Ebu Şenneb konuştu :

 

            -Bir durum daha var efendim !

       “Ney miş “ der cesine bakan Şeyhn Yasi’e üzgün bir şekilde açıkladı.

 

            -Ürdün yönetimi Amman’daki büro muzu kapattı. Hareketimizin siyasi kanadımızı başta Halid Meş’al olmak üzere Doktor Musa Ebu Merzuk, Muhammed Nezza-i ve İbarhim Goşe’yi de sürgün etti. 

 

            -Şeyh Yasin’in çalışma bürosunda önce bir sessizlik oldu. İlk toparlanan Şeyh Yasin’in dudaklarından

 

            -İnna lillahi ve inna ileyhi raciun, sözleri döküldü. Yüzündeki ciddiyet, kemale ermiş bir teslimiyetle çekillenmişti.

 

            -Üzülmeyin kardeşlerim ! dedi. Yüce Allah bu yolda bir kapıyı kapatırsa elber başka bir kapı açacaktır. Biz ihlasla çalışıp direniş için gayret göterdiğimizde, elbette engellerle karşılaşacağız. Sabırlı ve sebatkar olmak gerek.

 

            Rantisi üzgündü. Yaşanan gelişmeler karşısında konuşmadan edemedi.

 

            -Efendim ! dedi kırılgan sesiyle. Zaten bu Ürdün rejiminden filistin davasına yönelik aldığımız ilk darbe değil. Siz bizden daha iyi hatırlarsanız : 67 savaşında Ürdün ordusu, Filistinli gerillaların kontrolündeki kudüs ve çevresi alıp Siyonist rejimib işgaline elleriyle teslim ettikten sonra çekilmedi mi ? Asıl ihanet ozaman başlamıştı.

 

            Şeyh Yasin bir müddet başını kaldırdı.

 

            -Aynı gün Hams, konu ile ilgili yaptığı açıklamada şunu ilan etti: “ Biz, Mossad adlı terör örgütüne mensup ajanların yargılanmalarını beklerken, onların Siyonist yönetime teslimi yönünde gelişmeler olmasına şaşırdık. Hamas, hareketinin siyasi biriminin başkanı kardeşimiz Halid Meş’al’e suikast girişiminde bulunan Mossad ajanlarının Ürdün hükümeti tarafından siyonist işkal rejimine teslim edilmesini, büyük üzüntüyle karşılamıştır. Bu haraket siyonist teröre karşı yumuşak tavır anlamaına gelir ki , böyle bir tavır da onlara daha çok cesaret kazandıracak, dolayısıyla benzer girişimleri tekrarlamaya teşvik edecektir. Siyonist yönetimin Başbakanı Benjamin Netanyahunun Ariel Şaron ve İzzak Mordahay adlı iki teröristi de yanına alarak dün akşam televizyonda yaptığı açıklamada işgale karşı direnenler nerde olurlarsa olsunlar kendilerini izleyecekleri yönde sarf etmesi, bizim görüşlerimizi doğrulamaktadır.

 

            O gün kahvaltıdan sonra Şeyh Yasin bürosuna gitmedi.Zaman zaman, yaptığı gibi, evinde çalışacaktı.Ayrıca gelecek misafirleri evinde ağırlamak için bu güne randevu vermişti.Ziyaret, Arafat’ın temsilcilerince yapılacaktı. Mutlaka bir şeylerin olacağını tahmin eden Şeyh Yasin, yardımcısı Ebu Şenneb’i de çağırmıştı.

 

            Evindeki küçük çalışma odasında önüne yığılmış evrakları incelerken, Ebu şenneb’in geldiğini haber verdiler.

 

            İçeri gelsin, dedi oğlu Abdiye.

 

            Ebu şenneb odaya girip Şeyh Yasin’i selamladı. Birbirlerini sorduktan sonra:

 

            -Ebu Şenneb! Dedi Şeyh Yasin. Bu günkü randevumuzu biliyorsun.

 

            -Evet efendim. o sebeble burdayım

 

            -Bu tür ziyaretleri sıkca yaşayamıyoruz. Acaba  neye borçluyuz dersin?

 

            -Sizin hem zindan çıkışınız, hem de hastalığınız için sorma nezaketinde  bulunacaklarmış efendim.Ama başka bir durum varsa göreceğiz.

 

            -Evet ! Bekleyip görelim bakalım!.. Üniversitadeki çalışmaların nasıl, devam ediyor mu?

 

            -Evet efendim, devam ediyor. Hem üniversitedeki öğretim görevlisi  kadromu, hem de mühendisler sendikası başkanlığımı...

 

            Tam bu sırada dışardan bir araba  sesi duyuldu. Odanın kabısı açıldı.İçeri giren Abdi.

 

            -Baba!..     beklediğimiz misafirler geldi. Dedi.

 

            -İçeri al oğlum.

 

            İçeri  giren iki kişinin  ilk etapta şıklıkları göze çarpıyordu. Kravatlı ve takım elbiseliydiler.Ebu şenneb’in de iltifatlarıyla koltuklara oturdular .Şeyh Yasin:

 

            -Tekrar hoş geldiniz  beyler, dedi

 

            -Hoş bulduk efendim, dedi orta boylun olanı. Ebu şenneb de onları sorduktan sonra, adam söz aldı:

 

            Efendim!..   Başkan arafatın geçmiş olsun dileklerini sunmak için buradayız. Şahsı ve halkı adına size geçmiş olsun mesajının yanı sıra sıhhat ve afiyetinize dair iyi dileklerini  de iletti.

 

            -Sağ olun, dedi Şeyh Yasin. Teşşekkür ederim. Kendileri nasıllar?

 

            -Sıhhatteler efendim. Yoğun bir görüşme temposu içinde olduğundan ilk fırsatta sizi bizzat ziyaret etmek ister. Malumunuz 93’teki barış sürecinden bu yana meclis çalışmaları, yanı sıra güvenlik ve sosyal kurumlarımızın yeniden inşası, uluslararası platformda destek ziyaretleri başkan yoğun bir programla boğuşturuyor.

 

            Şeyh Yasin, adamın ikide bir “ Başkan,başkan “ diye Arafat’ın liderliğine vurgu yapmasına tebessüm etti. Bu, tüm Filistinlilerce temsil edilmeyen, ama ettirilmeye çalışılan bir söylemdi.

 

            Adam, başka bir konuya vurgu yaptı.

 

            -Ebu Şenneb, sizide burada görmemiz çok güzel oldu aynı dileklerimizi sizin içinde tekrarlıyoruz : Geçmiş olsun ! Zira sizde Filistin davası için tıpkı Şeyhimiz gibi nice çilelere göğüs gererek as kalan zindanında kaldınız. Uzlaşmacı kişiliğini Filistin davasına büyük yararlar sağlandığını unutmadık. Ayrıca Dr. Abdul Aziz Rantisi’ye de aynı dileklerimizi lütfen adımıza iletiniz. Filistin, uğruna yapılan kahranmanlıkları unutmayacaktır.

 

            Adam Şeyh Yasin’e döndü.

 

            -Efendim ! dedi. Şimdi nasılsınız ? Sıhhatinizde Amman daki tedaviden sonra bir gerileme olmadı inşallah.

 

            -Hayır ! Hamd olsun iyiyim. Bizi asıl üzen maddi sıkıntılar değil. Elbette bir gün çekilen bu zorluklar meyvelerini vercektir. Lakin as olan işgal rejimine direnmek ve Filistin’i tam bir özgürlüğe kavuşturmaktır. Zira bu yaradır asıl bizi rahatsız eden. Zahiri yaralar değil.

 

            Bu ince mesaj karşısında adam baştan solma bir manevra yaparak :

 

            -Hepimizin gayreti ve temennisi bu efendim, dedi.

 

            Mevcut : Nisbi ve kolu ve kanadı kırık özerk yönetimin yeterliliğini savunmadan konuyu geçiştirdi. Kendini tebessüme zorlayan, sıkılan halini sahte gülücüklerle siyaset kokan sözlerle gizlemeye çalışan bir tablo yansıtıyordu.

 

            Bir ara bakışlarıyla evi incelemeye aldı. Daha çok fakir Filistinlilerin yaşadığı bu gece kondu mahallesi, adamın yaşadığı semte benzemiyordu. Üç küçük odası, bir mutfak, banyo ve tuvaleti olan bu ev, kışları soğuk, yazları ise sıcaktı. Oturduğu koltuklar, evin düzeni oldukça sade ve sıradandı. Hamas’ın manevi liderinin yaşadığı ev, böyle olmamalıydı. Daha geniş, daha büyük ve şanına yakışır bir evde olması daha yakışık olurdu. Ağırlandığı şu odayı hiç de beğenmemişti. Zaten bu gayeyle gelmemişmiydi ? Öyleyse asıl maksada giriş yapmanın zamanıydı.

 

            -Efendim, dedi adam. Eviniz biraz küçük gibime geldi.

 

            -Doğru, dedi Şeyh Yasin. Biraz küçük, fakat yeterli geliyor.

 

            -Her ne kadar öyle olsada sizin konumuzda olan bir insan için daha büyük ve daha geniş, güzel bir ev olmalı. Ayrıca hastalığınız için de daha rahat bir eve ihtiyacınız var...

 

            Sözün nereye varacağını merakla bekleyen Ebu Şenneb, Şeyh Yasin’in yüzüne baktı. Mütebbessüm çehresi gülümsüyor. Sabırla karşısındakini dinliyordu. Adam devam ediyordu :

 

            -Bu sebeplere binaen efendim, başkanımızın teklifi ile özerk yönetimimiz gazzenin en zengin semtlerinin birinde istediğiniz büyüklük ve rahatlıkta size bir ev tahsis etmeyi teklif ediyor. Sizinde kabul göreceğinizi umuyoruz.

 

             “İşte ! ziyaretin sebebi anlaşıldı. “ Diye düşündü Şeyh Yasin. Bu, bir yardım teklifinden çok Şeyh Yasin’i satın alma teklifiydi. Ustaca kurgulanmış bir oyun yada balla karıştırılıp içirilmeye çalışılan bir zehirdi. Ama bu teklif Şeyh Yasin’i tanımayan bir anlayışın ürünü gibiydi. Bir çeşit sus payı...

 

            Kabullenir yanı olmayan bu teklife Şeyh Yasin’nin tereddütsüz cevabı odada yankılandı.

 

            -Yönetiminizin teklifi için teşekkürlerimi iletin lütfen. Yanlız ben, halımdan ayrı yaşayamam. Bu fakir halkı seviyorum. Onlarla olmak, onlar içinde onlardan biri gibi yaşamaktan mutluluk duyuyorum. Buradab ve bu semtten ayrılmayı da düşünmüyorum.

 

 

           

            Ufak bir şaşkınlık geçiren adam, toparlandı ve fazla ısrarcı olmadı.

 

            -Madem uygun görmüyorsunuz taktir sizindir efendim. Musadenizle biz kalkalım tekrar geçmiş olsun. Hayırlı şifalar diliyorum. Arkadaşıyla uğurlanıp dışarı çıkan iki adamı pencerden seyreden Şeyh Yasin gözünden korumaların ve otomobilin fiyakası kaçmadı. Öyleye ! Özerk yönetim devlet olmanın zahiri manasını yansıtmalıydı. Devlet olma anlayışının gereği buymuş gibi.

 

            Şeyh Yasin, odadan uzun bir müddet geçmeden bir konferansa katıldı. Özerk yönetiminin başı Arafat ve bir takım saygın kişilerin yanı sıra, çeşitli ilim damlarının da katılacağı bu geniş açılımlı konferans kalabalıktı. Tebliğler üzerine tebliğler sunuluyor, Filistin meselesine dair fikirler havada uçuşuyordu.

 

            Verilen bir istiharat sırasında dikkat çeken bir hareketlilik yaşandı. Salona giren Yaser Arafat’tı etrafını saran korumaları gazetecileri fazla yaklaştırmıyordu.

 

            Salona girer girmez gözleri birisini aradı aradığı kişiyi bulmanın sevinci gözlerine yansıdı. Hızlı bir tempoyla yürüdü.Tekerlekli sandalyesine oturan Şeyh Yasin’e yaklaşırken, güler bir yüzle içten olmaya çalışıyordu. Selamlamadan sonra Şeyh Yasin’e sarıldı sakalını öptü adet gereğince sıcak bir yakınlık sergiliyor, sürekli gülümsüyordu. Kameralar ve patlayan fılaşlar ona haz veriyordu.

 

            Şeyh Yasin herzamanki mütebessim yüzü ile Arafat’ı süzdü. Başındaki kareli kefiyesi, sağ omuzuna sarkmıştı. Pörsülmüş yüzü ve kızarmış gözleri, yaşlandığını haber veriyordu. Üzerindeki ünüformasıyla Şeyh Yasi’nin yanındaki sandalyeye oturdu. Geçmiş olsun ve hayırlı şifa dileklerini söyledi. Neşeli görünmeye çalışıyordu. Bir ara sol eli ile Şeyh Yasin’nin felçli ve hareketsiz parmaklarına dokundu. Tututmaya çalıştı. Bir müddet oturup konuştuktan sonra yanından ayrıldı.

 

            Her şeyi uzaktan izleyen basın mensuplarından bir gazeteci konferansın sonunda Şeyh Yasin’e sokuldu. Konferans hakkındaki görüşlerini öğrenmek için bazı sorular sordu.

 

            Bir ara:

 

            -Efendim. dedi özerk yönetimle ilişkileriniz nasıl?

 

            Kurkulanmış bir fitnenin kokusunu sezen Şeyh Yasin, temkinli konoştu

 

            -Filistin liderliğinin ortak noktası, bihrlik ve beraberliktie.Bu doğrultuda  Filistin özgürlüğüne yönelik her olumlu girişim filistin davasına hizmettir.

 

            -Müsadenizle bir soru daha sormak istiyorum: hamas olarak neyi hedefliyorsunuz, açıklar mısınız?

 

            Gazetecinin öğrenmek için merak ettiği tüm sorularına tek bir cevap vermeyi düşünen Şeyh Yasin, tane tane konuştu:

 

            -Bizim, dedi Hamas olarak hedefimiz; toprağımızı kurtarmak ve Siyonist düşmandan hakkımızı almaktır. Bu; sürekli, sabit sabit ve değişmeyecek bir hedeftir.Bu hedef er ve geç gerçekleşecektir.Bu hedef, Filistin davasına hizmet etmektedir.Biz filistin halkının birliği arasına herhangi bir ihtilafın uzlaşmazlığın girmemesi, iç şavaş çıkmaması için çalışacağız. İşte bu, filstin davasına hizmet edecektir. Hedef tektir. Biz isteklerimizi gerçekleştirmede ve israil işgal rejiminin gasp ettiği meşru hakkımızı geri almakta özerk yönetime destek oluruz.Bu gerçekleştiğinde herhangi bir çarpışma ve direniş olmaz. Biz ne koltuk ne mal ne mevki istemiyoruz.Yönetim, yine özerk yönetimin elinde kalsın. Biz ona bakmıyor ve ona rağbet etmiyoruz.

 

            Yüzüne beklediğini alamamanın mutsuzluğu yansıyan gazeteci, Şeyh Yasin’in konferanstan ayrılmak istemesiyle arkasından bakakaldı.”ne makam, ne mevki peşinde. Tek derdi; toprağı ve halkının gasp edilen hakları”

 

*

 

            Yahya Ayyaş’ın şehadetinden sonra duracağı yahut sekteye uğrayacağı düşünülen istişhadi eylemler, artarak çoğalıyordu. Zor anlar yaşayan işgal rejimi de boş durmuyordu, zulmün her yolunu denemeye çalışıyor, cinayetlerine ara vermiyordu.

 

            Bu sebeble İsrail ,özerk yönetimle imzalanmış olduğu güvenlik iş birliği anlaşmasından azmi derecede faydalanma yoluna gidiyordu.

 

            Nitekim bu iş birliğini nasıl pratiğe yansıyacağı halk tarafından yavaş yavaş anlaşıldınında el-Halil şehrinde binlerce Filistinli İsrail ‘le güvenlik iş birliğine son verilmesine yönelik yürüyüşler yaptı.Fakat işgalci israil yine de kendine yakın olan özerk yönetimin içindeki etkin isimlerden çeiştli istihbari bilgiler elde etmekle geçikmedi

 

            Bu bilgiler doğrultusunda Nablus yakınlarında dağlık bir bölgede arabasının yeri tesbit edileb Hamas ‘ın askeri kanadını Batı Yaka Bölgesi Sorulusu Mahmut Ebu Henut ‘un üzerine havadan 10 roket fırlatıldı.Amerikanın hediye ettiği Apaçi helikopterleri ve F - 16 savaş uçakları, artık bu işlerde kulanılır olmuştu.

 

            Bunun üzerine halktan tebkiler giderek yoğunlaştı. En sert tepki hamas’ın Gazze temsilcilerinden Porf. Dr. Abdulaziz Rantisi tarafından dile gerildi:

 

 

            -Ebu Hennut’un otomobilinin tesbit ve takip edile bilmesi Filistinliler arasında dolaşan bir takım kirli ellerin bulunduğuna işarettir.Bu kirli eller mutlaka tespit edilip ortaya çıkarılacak ve Filistin halkı onlara gereken cezayı verecektir.İşgalci İsrail ile yapılan güvenlik iş birliği anlaşması ‘ da kesin bir şekilde iptal edilmelidir...

 

            Hamas’ın bu karalı tutumu bir çok insanı etkilediği; sokaklara döktü.Gösteriler,protestolar yapıldı.Özerk yönetim bundan rahatsızlığını ilk etapta dile getirmese de daha fazla sabredemedi.

 

            O gün 9 nisan 1998 idi Şeyh Yasin ‘in evine uğrayan Ebu Şenneb, telaşlı ve endişeliydi.Gelişmeleri Şeyh Yasin’e anlatırken öfkesini gizleyemiyordu.

           

            -Yıllarca işgal yönetimiyle çalıştık, boğaz boğaza geldik, zindanlarında yıllarca yattık, her harekete ve işkenceye sabrettik efendim.Ama özerk yönetimin yaptığına bir bakın Allah aşkına! Muhyiddin Şerif ‘in şehadet acısı yetmiyormuş gibi Rantisi ‘yi tutuklayıp zindana attılar Zavvallı kendini bildi bileli zindanlarla nikahlı.

 

            Şeyh Yasin’in alnındaki çizgiler belirgin bir şekilde kabarmıştı.

 

            Fakat yine de ihtiyatlıydı. Öfkeyle fikir yürütüp duygusal davranmadı. Akıl ve izan süzgecinden düşüncelerini geçirip öylece konuştu.

 

            -Sakin ol Ebu Şenneb ! Sakin Ol ! dedi. Bu yolda, daha çok dikkatli olmamız gereken bir aşamadayız. İşgalci İsrail’e karşı bila şüphe saldırı yapabiliyoruz. Ama bu konuda dikkatli olmak gerek. Neticede oyuna da gelmiş olsalar kardeşlerimiz ve direnişte fikirdaşlarımızdırlar. Birliğimizi bozmamalıyız. Bizi kışkırtmak isteyenler ve onları da kullanan buna alet etmek isteyen harici güçler var. Zaman, basiret ve ferasetle olayları tahlil etme zamanıdır. Şimdi Şuraya otur da gelişmeleri güzelce bir daha anlat.

 

            Hayrandı Şeyh Yasin’e En sıkışık zamanlarda dahi çevresine güven / itimat veriyordu. Herkes gibi o da bu olumlu elektiriklenmeden nasibini alıyordu.

 

            -Yahya’nın şahadetin’den sonra, dedi. Ebu Şenneb. İzzettin Kassam tugaylarımıza karşı işgal güçleri tutunamıyor, zorlanıyordu. Bunu zaten biliyorsunuz Rantisi’nin Ebu Henud’un şahadetinden sonra “ Güvenlik İşbirliği Anlaşması “ nın iptal edilmesine yönelik demeci Özerk yönetiminin hoşuna gitmedi. Ona diş biliyorlardı. Nitekim bugün Muhyiddin Şerif’in şahadeti olayındada Rantisi, özerk yönetimin, işkaki israil’le işbirliği yaptığını dile getirdi. Zaten bu, her filistinlinin bildiği bir gerçek. Daha sonra özerk yönetimin polis gücü tarafından tutuklanıp zindana konuldu.

 

            -Maalesef, dedi Şeyh Yasin. Bu güvenlik işbirliği anlaşması başımıza çok dert açacak. Oynanan büyük oyunlar birliğimizi bozmaya yönelik gelişmelere gebedir. Oyuna gelmemek için direneceğiz Ebu Şenneb. Dikkatli olup birbirimize düşmeyeceğiz... Ama bu duyarlılığımız Arafat’ın politikalarının eleştirmememiz anlamına gelmemeli.Bu günden tezi yok özerk yönetimin hatalarını halka açıklayarak yapıc9ı eleştirilen yapmaktan geri durmayacağız. Özellikle Mahmud Zahar, uluslararsı basını bu konudaki demeçleriyle aydınlatmamalıdır. Fakat söylediğim gibi yıkıcılıktan uzak, yapıcı; gerçekleri halka ve dünyaya gerçekleri anlatacak doğrultuda demeçler verilmelidir.

 

            Kısa bir nefes aldı dalgın biri gibi konuştu.

 

            -Zavallı Arafat ! Osla anlaşmasıyla bağımsız bir Filistin’in olacağını zannetti. Topraksız ve haklarından mahrum özgürlük; Ancak esarettir, zillettir. İşgalcilerinde istediği bu değilmi ?

 

            Rantisi, o gün yine yusufiyedeydi. Ama bu tutuklanış farklıydı.Bu mevki ve makamla şımartılmış özerk yönetimi yanlışlıklarına karşı geliştirilen bir tepkinin sunucuydu. Bindiği dalı kesmenin idrakinde olmayan özerk yönetimin bu tavrı, onun dünya müslümanlarının gözünde şiddetle düşüşüne sebep olacaktı.

 

ON ALTINCI BÖLÜM

 

       İşgalci İsrail’in Filistin’in dörtbir tarafında artan tempodaki baskıları, baskınları, evleri talanları, yakıp yıkmaları boy boy dünya ekranlarına taşınıyordu. Her gün ya birkaç çocuk, ya birkaç kadın, ya birkaç erkek, ya birkaç genç ya da birkaç ihtiyar mutlaka ulu orta öldürülüyordu.Özerk yönetimin  ise kılı kıpırdamıyordu. Siyaset diliyle cılız bir kınama en sert açıklamasıydı.Korkusu: Filstin‘i  temsiliyet noktasında uluslararası destekte tecride uğraması, bu hakkın elinden alınmasıydı.

 

            Rantisi’ye reva görülen hücre işgencesi gibi, halkın seslendirdiği doğrulara özerk yönetimin tebkisi sertti.Tıpkı işgaki yönetim gibi. İllegaliteden  legeliteye dönüşün metamorfozunu oturtmaya çalışan korku karışımı bir hırs krizine tutulmuştu.Fakat halkın yaşananları değerlendiren ve sonuçlar çıkaran duyarlılığını biran unutmuşa benziyordu. Bir öfke seli gizli gizli kaynıyor, gittikçe hareketleniyordu.

 

            O sırada işgalci İsrail’de yaşana seçimler neticesinde iktidara gelen asker kökenli Ehud Barak, kamuoyuna selafi Netonhayu gibi kendisini barış yanlısı olarak lanse etti. Seçim vaatleri arasında Filistin sorununa nihai bir çözüm de vardı. Bu vaat özerk yönetimi bir daha şımarttı.

 

            Yaser Arafat 93’teki barış anlaşmasından bu yana işgalci İsrail tarafından birçok defa aldatılmış olamasına karşın, gerçekleri göremiyordu. Hile ve oyunlarla adı özdeşleşmiş bir kavmin sözlerine inanmanın tarihsel neticelerini idrak edemeyen Arafat, bir kez daha beklentiye girdi.

 

            O gün 2000 yılı Şubat’ının ikinci yarısıydı. Hücre işgencesi çektiği özerk yönetimin zindanından azat olan Rantisi, evde gözü yaşlı ihtiyar annesini ve hanımını gnülleri ve yürekleri buruk bir şekilde buldu. Bir sebebi olmalıydı.Serbestti artık. Neden ağlasınlardı? Ama bu göz yaşları sevinç göz yaşlarına benzemiyordu. Yinede bir dava adamının olgunluğunu sergilemekten geri durmadı.

 

            -Neler oluyor? dedi.hanımına. Biri bana açıklamayacakmı?

 

            Gözleri yaşlı ve hayatın çilesini beraber omuzladığı hanımı anlattı.

 

            -Sen bugün eve yetişmeden siyonist işgalci askerler oğlumuz Muhammed’i tutukladı.

 

            Tekrar göz yaşlarına boğuldu. İhtiyar annesi ve hanımını teselli ederken, yüreğindeki acıının dahada arttığını hissetti. Annesinin dudaklarından için için beddualar dökülüyordu işgalci askerlere.

 

            Serbest oluşuyla beraber gelen ziyaretçilerden yana o da teselli buldu. Şeyh Yasin, Ebu Şenneb, İsmail Haniyye, Mahmud Zahar, Salah Şahade, Muhammed Deif ve halkın ziyaretleriyle gönlü seviçler yaşadı.”bu yol...” diye düşündü.”Uğruna eşin, aşın, işin feda edilmesi göze alınan kutsal bir yoldur. Filistin’in kudüs’ün azatlığının yoludur. En büyük mükafatın verileceği, o büyük vaadin yoludur. Sabredeecek ve direneceğiz. Ayaklarımızı sabit, bileğimizi kavi kıl. Yüreğimizi aşkla doldur Ya Rabbi!”

 

            Rantisi’nin yüreği bu duygularla atarken; Amerika, özer yönetim ile İsrail arasındaki ara buluculuk görevini yürütüyordu.Fakat Amerika’nın tavrı kekliğe karşı kartalın şahinle işb birliğine benziyordu.Neticede 2000 yılının sonlarına kadar bir türlü istenilen nihai barış antlaşması gerçekleşmedi.Arafat bir daha oyuna getirilmişti.Onca yıllık oyalanma, onca yıllık kandırılmıştık, onca yıllık zulüm, halkı çileden çıkarmış,tansiyonunu yükseltmişti.İçten içe kanayan bir yara gibiydi Filistin.Yarım asrı geçen kutsal bir direniş pes etmiyor, inatla direniyordu.

 

            Bu sıralarda İsrail’de de önemli gelişmeler yaşanıyordu.Şubat 2001’de yapılacak genel seçimlerde Ehud Barak’ın başkanlığındaki işçi partisi ve Ariel Şaron başkanlığındaki Likud partisi arasında kıyasıya bir yarış sürüyordu. Aşırı sağcı kesimi oylarını almak için Şaron bir çok şey düşünüyordu.

 

            Bu maksadla Mescid-i  Aksa‘yı ziyaret etmeyi tasarladı.Böylelikle hem sağcı Yahudi seçmenlere mesaj verecek, hem de Filistinlileri önemsemediğini göstererek, oylarını alacaktı. Henüz  seçilmeden attığı küstah adımlar,seçildikten sonra atacağı adımların habercisiydi.

 

            Fakat hesaba katmadığı bir gelişme yaşandı.Müslümanların ilk kıbleleri olan Mescid-i Aksa’ya 28 Eylül 2000 tarihinde yaptığı bu provokatif ziyaret, Filstinlileri tahrik etmeye yetti.Bir kıvılcım bekleyen sinelerdeki kitlesel öfkenin tuşması geçikmedi.Büyük bir infial gerçekleşti.Çevresi mübarek kılınan Mescid-i Aksa’dan / Kudus’ten yayılan ve kısa sürede Filistin’in tüm kentlerinde tutuşan İKİNCİ İNTİFADA ateşi boy gösterdi. AKSA İNTİFADASI diye bilinen bu direniş, kutsal ve mubarek bir mekandan rahiyalar saçtı Filistin’ne.

 

            87’den bu yana işgalci İsrail’e karşı sinelerde büyüyen öfke seli sokaklara,caddelere,kaplara,şehirlere dalga dalga yayıldı.Yüreklerdeki öfke dudaklarda sılayanlara dönüstü.yetmedi ellere sapanlara taş, silahlara kurşun olup İsrail’in işgalci askerleri üzerine yağdı.Fehdakarlık oldu; candan, yardan, serden vazgeçiş oldu.Bomba bomba patladı üzerlerine. Ard arda düzenlenen istişhadi eylemler aş, iş,ve eş imtihanını eylem eylem patlatıyordu işgalcilerin böğründe.

 

            Nitekim Şaron da oyununu iyi oynayıp sağcı kemin oylarıyla başbakan oldu. Bu durum, tansiyonu iyice yükseltecek yeni bir şiddetin habercisiydi.

 

            Ramallah’taki özerk yönetimin acil bir toplantısında konuşuluyordu:

 

            Bu daha farklı bir gelişme beyler! diyordu öfkekli ses. Farkında değil misiniz? Filistinin siyasi önderliği artık sadece kağıt üzerinde bizde kaldı görünüyor. Halkın gönlünde ve dillerde ihtiyar bir meflucun adı dolaşıyor. Hamas rengini sokaklara vermiş.

 

            Doğru! Dedi ikinci ses.Direnişin gidişatında bu aşamadan sonra biz dışlanmış gibiyiz.Adeta halk önderlerini çıkarır oldu.

 

            Çöken sessizlikten sonra bir soru ortaya atıldı.

 

            -Teşhis bu! Yani söyledikleriniz. Ama çözüm nedir beyler? Samimi ve açık yüreklilikle konuşalım.

 

            -Efendim! Gelinen noktada önderlik temsiliyetimizin devam edebilmesi için, halka yakın olan önderler gibi bir söylem geliştirmeliyiz. Aksi halde önderliği, sokakları dolduranlar kendi bağırlarından gözlerimizin içine baka baka çıkaracaklardır.

 

            Elini çenesine dayayan Arafat düşünüyordu.”Doğru “ dedi içinden.” Söylenenler doğru. Lakin Amerika’nın tepkisi nasıl olur, nasıl davranır? Bilemeyiz. Neticede liderlikten olmakta var.İnce düşünmeli!”

 

*

 

            İkinci intifada cenin’de, Kudus’te, el-Halil‘de, Gazze’de öfke öfke büyürken, elden ele dağıtılan bildiriler ve mescid mescid vaazlerle yönlenen bir azimle güç ve kuvvet buluyordu.

 

            Yebna’daki Bilal ibni Rebah camii’nin kürsüsünden bir ses dalgalanıyordu:

 

            -Kardeşlerim! Bu gün mübarek Ramazan ayının son cuması.Yani bu gün “Kudüs Günü “!... 67’den beri esaret altında ağlayan mazlum Kudüsümüz daha ne kadar inleyecek bu zulüm tufanının altında? İlk kıblem olan bu kutsal mabedimiz, daha ne kadar işgalci Yahudi’nin silahları gölgesinde inleyecek?

 

            “Her türlü eksiklikten münezeh bulunan (Allah),kulu (Muhammed aleyhi selatü veselamı) geceleyin Mescid-i Haram’dan alıp, kendisine bir takım ayetler gösterelim diye, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götürdü.Şüphesiz ki o, işitendir,görendir”1diye buyuran kur’an, bize bir hakikati yani Mescid-i Aksa’nın çevresinin kutsallığını müjdeliyor.

 

            Bu kutsallık  işgalci İsrail’in istilasına uğradığı gün, çiğnendi. Peygamberlerini katleden bu uğursuz siyonist kavim, bu Aksa intifadasıyla bunun bedelini ağır bir şekilde ödüyor.

 

            Tarihte nice Ömer ibnu Hattablar nice Selahaddin Eyyubiler bu mücadelenin mirasını omuzladılarda Allah’ın yardımıyla galib geldiler.Bu muttaki ve mümin direnişçiler gibi direnip sahip çıkalım Kudüs’ümüze.İsra Mirac’a mekan, Resullüllah aleyhi selatü vesalamın övgüsüne mazhar olan bu mescid; bağından, kutsal ve mübarek kılınan çevresinden bir intifada doğurdu.Beni kurtarınYahudi’nin çizmesinden  dercesine...

 

            “Ey Allah’ın salih kulları! Yolunda mücadele edenlere hidayet kapılarını göstermeyi vaad eden yüce Allah’ın dinine yardım günüdür bu gün.İzzet ve şerefi kuşanma günüdür...şehadet günü,şehit olma günüdür.”

 

            O günkü Cuma namazı sonrası yollar, caddeler tekbirlerle inledi Refah’ın Yabna semtinde.Her Cuma camiler bir öfke seline medar olacak ateşleme görevi görüyordu.

 

            İşgalcinin korkulu rüyasıydı cuma namazları.Bir direniş bir diriliş günüydü cumalar.Kudüs’ten Gazze’ye, El-Halil’den  cenin’e...

 

            Coşkun bir kitlenin gönlü Aksa için öfkeyle atarken,gözler yaşanılan zulme karşı kin doluydu.sokağa taşan kitlenin hışmına uğrayan, o sıralarda oradan geçen işgalci bir askeri birlik oldu.Tank eşliğinde birkaç askeri cemseyle geçen konvoy, taş yağmuruna tutuldu. 

                                           

1-      İsra süresi/1

 

            Aniden ortalık kurşun seslerine boğuldu.Halkın üzerine acımadan kurşunlar yağıyordu. O esnada iki genç belirdi önlerde. Nereden çıktılar? Nasıl çıktılar? Anlaşılmadı. Askeri konvoyun ortasına dalan gençlerden sonra, ortalıkta arta kalan bir yığın tank ve askeri cemse enkazı ve etrafa saçılmış işgalcilerin parçalarıydı.

 

            İki gün sonraydı yine.bir başka şehadet operasyonu, bir başka eylem ses verdi işgalcilerin yüreğinde.Daha sonra bir başkası, derken bir başka yerde bir başkası daha...Yerleşimci Yahudilerden Tel-Aviv’de rahat rahat yaşayan Yahudilere kadar bir korku sindi.İliklere bir ürkeklik...

 

            Toplantı üstüne toplandı yapıyordu çiçeği burnunda başbakan Şaron.

 

            -Beyler! dedi masanın etrafını saran yeni kabinesine.Tüm bu gelişmelerin altında tek bir isim yatmaktatır; Şeyh Ahmet Yasin! Yani Hamas!... istihbaratımız her sokakta,her şehirde, her sıloganda, her eylemde onun adını görüyor. Adı dillerde yetmiyor muşcasına gönüllerde’de... 87’de 1. İntifadaki rolünü unutmamak gerek. Bu defa buna fırsat verme niyetinde değilim. Varlığını bizimle mücadeleye adıyan o adama kendimi tanıtacak ve kim olduğumu göstereceğim. Hem ona hemde tüm dünyaya...

 

            Efendim ! dedi savunma bakanı. Bugüne kadar şehir lerimizden uzak olan eylemler, artık sivil halkada yansıdı. Topyekün bir savaşta karşı karşıyayız. Halkımız korku ve panik içinde. Kalabalık caddelerimizde, alış veriş merkezlerimde, otobüs duraklarımızda, bar ve pavyonlarımızda, eğlence mekanlarımızda, turizm merkezlerimizde her an yaşanacak bir intihar eyleminin korkusunu yaşayan halkımız bir çıkmazda. Buna bir çözüm bulmamamız halinde hükümet olarak halk nazarında presHj kabederiz.

 

            -Çok doğru, dedi aşırı sağcı Turizm Bakanı. Ortam çok gergin, halkımızda tedirgin...Turizmimiz oldukça geriledi. Geçen yıllara nazran güvenlik ve asayişin olmaması sebebiyle turist sayısında aşırı bir düşüş yaşıyoruz. Ekonomimiz derbe alabilir. Çözüme yönelik önerim şu : Şüpheli görülen araplara vahşi hayvanları uyutmak için oklardan atılarak vurup tutmak gerek.

 

            Ancak bu şekilde tehlikeyi bertaraf edebiliriz.

 

            Toplantıdaki bakanlardan kimi güldü, Kimi onayladı içinden. Fakat görünen oydu ki, bir karara varılmıştı. Şaron’un gözleri parlak parlaktı. Hedefinin şekli zihninde canlandı : Şeyh Ahmet Yasin !

 

*

       2001 Yılı Aralı ayının 15’iydi. Dört ay önce yaşanılan 11 Eylül saldırıları Amerika’yı azdırmıştı. Terörle mücadele adı altında dünyanın bir çok bölgesine yığınaklar yapıyor, müslümanlara saldırılar düzenliyordu.

 

            Bu saldırıların sonuncusunu tefkkür eden Şeyh Yasin, yoğun iş temposu altında çalışıyordu. Bürosundan ayrılmadan önce son tembihlerini de yaptı.

            -Dün gelen maddi yardımlar belirttiğim adresteki dul ve yetimlere acilen ulaştırılsa iyi olur. Yiyecek ve içecek sıkıntısı çekiyorlarmış. Kimseleri de yokmuş zavallıların sahip çıkmazsak hesabını yarın nasıl veririz mahşerde?

 

            -Anlaşıldı efendim. Bugün akşama kalmaz yetiştiririz inşallah

 

            Şeyh Yasin oğlu Abdi’ye baktı.

 

            -Haydi oğlum çıkalım, dedi. Namaz’a yetişelim. Bismillah ...

 

            Az sonra sokaktaydılar. Karşılaştığı kimselerle selamlaşa selamlaşa camiye vardılar. Beş vakit namazını cemeatle kılmaya özen gösteriyordu Şeyh Yasin

 

            İsrail ordusu, kapalı kapılar ardında alınan kararları uygulamak için geniş çaplı bir saldırı harekatı yaptı. Gaye; halkı korkutmak, sindirmek ve Hamas’ı etkisiz kılmaktı.

 

            Gazze’nin heryeri gelişi güzel talan edildi. Füzeler ve kurşunlar duvarlarda yaşanan zülmü belgeledi. Zulmün sesi avaz avaz mazlumların üzerinde gürledi. Tanklar, uçaklar, helikopterler eşliğinde baştan ayağa silahlı, tam donanımlı askerler etrafa korku saçıyordu.

 

            Cami’de ki cemaat dışardaki hengameyi, feryadı, figanı işgal askerlerinin önüne geleni devirip yıktığını görüyor, temkinli davranıyordu. Cami cemaatinin dağılmasından sonra Şeyh Yasin, oğlu ve birkaç kişi kalmıştı.

 

            Tam bu sırada kulakları sağır eden bir patlama sesi duyuldu. Cami isabet almıştı. Füzeler peş peşe atılmış, caminin bir tarafını çökertmişti.

 

            Abdi :

 

            -Aman Allah’ım ! diye haykırdı. Babasını bir solukta dışarıya çıkardı.

 

            Uzaklaştıklarında daha da güvendeydiler. Babasına baktı. Tebessümü yine yüzündeydi.

 

            -Oğlum ! dedi Şeyh Yasin. Taktirden kaçınılmaz. Rabbimin dilediğinden gayrısıda gerçekleşmez. Yinede tedbirin ve cesaretin güzeldi.

 

            Bu suikastten kurtulan Şeyh Yasin, işgalci siyonistin açık bir hedefiydi. Nitekim ertesi gün bazı ziyaretçileri bu durumu açıkça dile getirdi.

 

            -İşgalci yönetim sizi tamamen ortadan kaldırmayı politika edinmiş efendim, dedi. Rantisi daha dikkatli olmakta fayda var.

       Köşede sessizce duran Salah Şehude’yi süzdü. Şeyh Yasin. Göz göze geldiler.

 

            -Efendim, dedi Şehade. Sizi ciddi bir anlamda korumamız gerek. Gönüllü fedailerimiz çok. İzin verirseniz...

 

            -Doğru söylüyor, dedi. Muhammed Deif . Kesinlikte korumamız lazım.

       Kendisi için endişelenen bu fedakar insanlara tebessümle baktı. Uzun bir sohbetten sonra Şeyh Yasin, Rantisi’ye işaret etti.

 

            -Artık gitme zamanı geldi, dedi. Randevumuza ancak yetişiriz.

       Hemen ayrıldılar. Çıkmadan önce Şeyh Yasin dikkatli olmaları için Şehade ve Deif’e tavsiyelerde bulundu. Ziyaretlerinden memnun olduğunu belirtip dualar etti.

 

            Birazdan yoldaydılar. Tozu dumana katarcasına ilerleyen otomobilde Şeyh Yasi, Rantisi ve şöförleri vardı.

 

            Hava açık ve berraktı. Gazze’den başka bir bölgeye gideceklerdi.

 

            -Efendim! dedi Rantisi.ortalık gergin başka bir zaman gitseydik.

 

            Otomobilin camından tabiatı seyreden Şeyh Yasin cevap verdi.

 

            -Dost ziyareti ilahi rızayı çeken bir hasrettir Rantisi.Her adım, her çaba sevaba yöneliktir.Nereye kadar erteleceğiz. Mücadele hayatını kendi hayatımızdan üstün tutmalıyız.Olduğu gibi kabullenip alışmalıyız.

 

            Anlıyorum efendim, haklısınız.Fakat size bir şey olmasını istemem.

 

            O anda otomobilin camından ilerideki virajdabir şeye gözü ilişen Şeyh Yasin, yaklaşınca:

 

            -Arabayı durdurun,dedi .

 

            Yavaşca durulan otomobilin biraz ötesindeki manzara hiçde iç açıcı değildi:Devrilen bir otomobil ve etrafa saçılmış eşyalar... Bir trafik kazasıydı gördükleri.

 

            -Çabuk inip yardım edin.

 

            Hızla fırlayan Rantisi ve şöför devrilen arabadan bir adamı çıkardılar.Arabadaki oğluda kurtulunca,adam rahat bir nefes aldı.Rantisi bir durumu fark etti.Daha fazla yardıma tereddütlü bir tavırla hemen Şeyh Yasin'’in yanına döndü.

 

            -Efendim, dedi.Hafif bir kaza geçirmişler. Fakat...

 

            Rantisi’nin garib tavrını gören Şeyh Yasin merakla:

 

            -Fakat ne? dedi.

 

            -Fakat... diye yutkundu Rantisi.Adam bir Yahudi.

 

            Rantisi’nin teredütünü anlayan Şeyh Yasin;

 

            -Şu anda, dedi. Yardıma ihtiyaçları var. Kim oldukları önemli değil. Hastaneye kaldırılmaları gerek.

 

            -Peki efendim.

 

            Başından kanlar süzülen adama ve oğluna ilk müdahaleyi yapıp sadıktan sonra araçlarına aldılar.Onları en yakın hastaneye yetirmek için aceleyle gaza bastılar.Bir ara yaralı adam Şeyh Yasin’i pür dikkatle süzdü.

 

            Yaralı haliyle:

 

            -Siz, dedi. Siz o’sunuz:Şeyh Ahmet Yasin!

 

            -Şeyh Yasin, sadece tebessüm etti

 

            -Neden bana yardım ediyorsunuz? dedi adam.

 

            -Sizin,dedi Şeyh Yasin.Şu anda yardıma ihtiyacınız var. Lütfen telaş etmeyin.

 

            Adam şaşırmıştı.Ne diyeceğini bilemiyordu.Nihayet en yakın hastaneye vardılar.Adam oğluyla beraber arabandan indikten sonra dönüp içini dökercesine konuştu:

 

            -Ben olsaydım size yardım eder’miydim bilemiyorum.Fakat İsrail tanrı’sının yerine İsrail devletini koyan siyasal siyonizmden yana olmadığımı bilmenizi isrerim.Bu iyiliğinizi de unutmayacağım.Herşey için teşşerkürler.

 

            Tekrar yola çıktıklarında Rantisi Şeyh Yasin’in yüzüne bakıyordu.”Düşmanına dahi ihtiyacı anında yardımını esirgemeyen bu ihtiyar, ne kamil bir şahsiyet!” diye geçirdi içinden.

         Sanki içini okurmuş casına Şeyh Yasin aniden konuştu:

 

            -Yahudi’de olsa muhtaç durumdaki bir kimseye yardımdan uzak durmayız Rantisi.Bizim mücadelemiz haklarımızı gasp eden ve bize karşı silah kullananlarladır.

 

            -Efendim! Biliyoruz ki her Yahudi, askerliğinden sonra da zaman zaman silah altına girer ve ordu gönüllü olarak savaşır. Bu Yahudi inancını vecibesidir.Nitekim bir çokları’da mali destek sağlıyor işgalci İsrail devletine. Yani kadını – erkeğiyle tüm Yahudiler bizimle savaştalar.

 

            Seyir halindeki arabanın camından uzaklara bakarken:

 

            -Bu doğru bir tespit dedi Şeyh Yasin. Mucadelemizdeki esaslı ve geçerli bir dayanak. Lakin yine’de yardıma ihtiyacı olana yardım etmek mümince bir tavırdır. Bize yakışan onlar gibi zulm etmek değil, merhamet ve hakaniyetle olaylara yaklaşmaktır. Bu olayda da bu gerekiyordu.Fakat mucadelede yöntem bizi şehade eylemlerine kadar mecbur bırakmışsa, bu; düşmanımızın kandın,çocuk ayrımı yapmayan saldırılarına karşı çaydırı bir direniş yolu olduğu içindir. Zira kendimizi savunacak başka silahımız kalmadı Rantisi...

 

 

            Buna rağmen saldırılarına karşılık misliyle mukabele görmeleri onları düşündürmüyorsa, bu onların bileceği bir iştir. Bizim mucadelemiz gasp edilen haklarımız adına Filistin için, Kudüs için, halkımızın özgürlüğü içindir.

 

             “Aslında “ dedi Rantisi içinden.”bu büyük insanın merhametini hak etmiyor işgalciler.”

 

*

 

 

            Rantisi ve Şeyh Yasin’in ayrılmasından sonra;

 

            -Şeyhimizi resmen hedef alan bu suikast eyleminden sonra, dedi Salah Şahade.Daha dikkatli olmalıyız

 

            Gülümsedi Muhammed Deif ;

 

            -Evet, dedi.köşeye sıkışan kedi pençelerini gösterirmiş.

 

            -Ama o pençeleri sökeceğiz inşallah.Bağrında bombalar patladığında direniş nasıl olurmuş görecekler

 

            -Herşey hazırlandı değil mi?

 

            -Merak etme her şey hazır.Sadece uygun zaman ve zemini bekliyoruz. İzzed’din Kassam Tugaylarının gönüllü fedaileri yeşil kurşun kuşağını özlediler.İşgalci İsaril ölümü boynunda bir gerdanlık gibi süs olarak görenlere ne yapabilir ki?

 

 

 

 

 

ON YEDİNCİ BÖLÜM

 

 

            Birkaç gün sonra ajanlar, dünya basınında yankı uyandıran haberler geçiyordu. Düzenlenen bir şahedet eylemiyle tarımar olmuş bir binanın görüntüleri yansıdı ekranlara. Yıkılmış ve harebeye dönmüş bu binada çıkarılan Yahudi cesetleri sıra sıra dizilmiş ambulaslsrs götürüyordu.

       Aynı anda İsrail’in göbeği Tel – Aviv’de patlayıcı yüklü bir otomobil taplamış birkaç İsrail’linin ölümüne 35 – 40 civarında yaralanan hastanelere kaldırılmalarına sebep olmuştu.

       Gazeteler son gelişmeler ışığında şimdiye kadar İsrail’in iç bölgelerine yansımayan savaşın artık yahudi halkın arasında paniğe sebep olduğunu yorum yorum yazıyordu. Turist sayısındaki düşüş, ekonominin bütçeye yük olması, güvenlik olgusunun İsrail’in her tarafında işlememesi bir çok olumsuz tabloları bebarerinde doğuruyordu.

       Normalde her yıl gittikçe artan bir dış göç dalgasına maruz kalan İsrail, şahadet eylemleri ve 2. İntifadanın aktivitesi karşısında hemen hemen hiç dış göç alamaz oldu. Zira güvenliğin olmadığı bir ülkede kimse yaşamak istemiyordu.

 

 

 

            Dışardan yıllardır alınan göçlerin kesintiye uğramaya yetmiyormuşcasına tarihinde İsrail, ilk defa dışarıya göç vermeye başlamıştı.Hem de azımsanmayacak ölçüde akın akın Avrupa ve Amerika’ya, tersine bir yahudi göçü oluyordu. Hayat felsefesi rahatlı üzere kurulu çıkarcı anlayışın kulları, güvenli olmadıkları İsrail’den şimdilerde kafile kafile kaçıyordu.

       Ekonomide alarm veren bütçe açıkları gazetelerde sayfa sayfa gündemdeydi. Fabrikalar ve sanayi kolları, işçi çıkarmaya başlamış, ekonomik tasarruflara yönelmişti. Hükümet sürekli büyüyen ekonomik açıkları kapatmaya güç yettiremiyordu. Artan askeri harcamalar halkın sırtında bir kamburdu. Hergün iktidara eleştiriler diziyordu basın. Yayın.

            Kamuoyununun baskıları iktidarı düşündürüyordu. Artan tepkiler bir şekilde pasivize edilmeliydi. Başbakanlık konutunda Şaron başkanlığında yine bir toplantı yapılıyordu. Uzun bir birifing veren İçişleri Bakanı sözlerini toparladı :

            -Efendim ! Kısacası saldırılar artık yanı başımıza kadar uzandı. Gelişmeler endişe veren boyutlara ulaştı. İş merkezinde, alışveriş mekanlarında, çarşılarda, caddeler halk kendini güvenli hissetmiyor. Terör burnumuzun dibinde özellikle Hamas’ın intihar eylemleri artarak devam ediyor. Özerk yönetim Hamas, İslami Cihad, Filistin Halk Cephesi, İzzeddin Kassam ve Aksa Tugayları gibi örgütleri kontrol altına almada çekingen davranıyor. Halktan tepki almaktan korkuyor. Zaten Filistin’lilerin çoğu Hamas’tan ve eylemlerinden yana tavır sergiliyorlar. Zira Hamas’ın eğitim, sağlık, sosyal, siyasal, kültürel ve askeri alanlarda halkla bütünleşen köklü faliyetleri var. Halktan destek görmeleri bu yüzdendir. Ayrıca İsrail kamu oyunun tepkisinide her gün basın – yayından okuyor, izliyorsunuz. Olmayan şeylerde ilk defa olmaya başladı.

            - Nasıl yani ? Biraz açıklık getirirmisin ?

            -Açıklayayım efendim : İşçi çıkarmaları arttığı için pretöstolar sokaklara yansıyor. Terörün gittikçe tırmanan korkusu ve etkisi kamu oyuna yansıyor...

 

            Şaron, Savunma Bakanı, Şaul Mofaz’a döndü :

 

            -Şimdi dedi. Söyleyeceklerimi iyi dinle : Madem Arafat Hamas’ı kontrol altına alamıyor, iş başa düştü demektir.yan o bu işi yapacak yada biz yaptıracağız.

 

            Birden durdu. Bir şey hatırlamış gibi :

 

            -Diğer faaliyetler ne durumda ? Dedi.

 

            Bir an şaşırdı Mofaz.

 

            -Hangisi efendim ? Analamadım, dedi.

 

            -Şu, güvenlik için yapılmasını istediğimiz duvar ...

 

            -Ha ! Evet efendim. İlgili tüm ayrıntılar, geçeceği yerler tespit edildi. Haziran’da inşaasına başlıya biliriz.

 

            -Güzel, dedi Şaron. Sevinçli bir yüz ifadesiyle. Bakalım bu duvarıda yaptıktan sonra eylemler devam edecek mi ?

 

            -Efendim ! İzninizle bir şey sormak istiyorum.

       İşkillenmiş gözlerle Savunma Bakanı’na baktı :

 

            -Dinli yorum, dedi.

 

            -Biliyorsunuz ki efendim; güvenlik duvarı inşa edildiğinde Berlin duvarına benzetilecek. Bu yüzden çok tepki alabiliriz.

       Umursamaz gibiydi Şaron.

 

            -Hiç önemli değil Mofaz. Amerika arkamızda ve finansanımız. Ayrıca mesala sadece intihar eylemlerini durdurmakla alakalı değil. Biliyorsun ki bu duvar bir çok açıdan milli çıkarlarımızla doğrudan ilgili olacak. Hatta yeni pazarlıklar için elimizde bir kozda olabilir.

       Son sözlerinden sonra pis bir tebessüm belirdi yüzünde.

 

*

       29 Mart 2002 Sabahı ! ...

       Bir hafta sonraydı. Güneş bir başka doğmuştu bu sabah. Sanki hüzün saçıyordu tepelerden kızıl kızıldı, aheste aheste... Ogün olacaklardan dolayı kırmızı bir bandaj sarmış gibiydi başına siyah yerine al al renklere bürünmüştü matem diye...

 

            Batı Şeria, fırtına öncesi bir sessizliği yaşıyordu. Nablus, Cenim, Beytullahim, Tulkarim, Ramallah semtini... Kubanlık kentler olacaktı birazdan.

 

            Cenin’in Haredüt – Demenç Cami’inin gölgesinde bir ihtiyar oturmuştu. Elleriyle romatizmalı dizlerini Ovmayı bırakıp bastonunu eline aldı. Önündeki toprağa bilinçsizce eşerken, oynayan çocuklara baktı. On dört bin nüfuslu bu kentte ömür ağacının sonlarına doğru yaklaştığını düşünüyordu.

 

            O anda yüreğini ağzına getiren bir patlama sesi duyuldu. Ardından alçak irtifada uçan bir F-16 savaş uçağının sesi, binaların ve cami’nin camlarını patlatmaya yetti.

 

            Sindiği cami’in duvarı dibinden etrafını korkulu gözlerle süzdü. Az önce oynayan çocuklardan eser yoktu.Adeta çil yavrusu gibi dağılmış,ortalıktan kaybolmuşlardı.Karşıdaki binaların ötesinde siyah dumanların yükseldiğini gördü.

 

            Sokağın diğer uçundan koşarak gelen birini fark edince bir umutla önüne atılırcasına durdurdu.

 

            -Dur hele evlat, dedi. Neler oluyor, biliyor musunuz?

 

            Nefes nefese kalan genç bir an durdu.

 

            Dede, dedi kesik kesik soluyarak.İsrail askerleri saldırıyor. Karınca sürüleri gibiler. Yüzlerce tank, zırhlı araç ve binlerce askerle Cenin’i sardılar. Çabuk evine git! Birazdan ortalık karışacak.

 

            Aynı hızla koşan gencin ardından bakan yaşlı adam geçen bir F-16 ‘ın fırlattığı füzeyle kendine yerde buldu. Yanındaki binadan dumanlar yükseliyordu. Az önce ovduğu romatizamalı dizleri birden iyileşmiş gibi bir maraton koşucusunun çevikliğiyle soluğu sokağın sonundaki evinde aldı.

 

            F-16 ‘ların yanı sıra Apaçi helikopterleri’de durmadan Cenin’i roketle fize yağmuruna tuttu.Bir kilometre karelik mülteci kampı binlerce füzeyle yakıp yıkıldı.Yıkılan evler, enkaz enkaz binalar, feryatlar, figanlar... Cenin yerle bir edilmişti.

 

            Ramallah’taki Arafat’ın başkanlık bürosunda kargaşa son halindeydi.Giren çıkanlar, sağa sola koşuşturanlar peşi sıraydı.

 

            Yüzüne üzüntünün son haddi resm olmuştu Arafat’ın. Bir şok, bir çaresizlik içinde sıkıntıyla sandalyesine yığılırcasına çöktü. Nefe nefese içeri giren özel koruma subayı;

 

            Efendim,efendim! dedi telaşla. İsaril askerleri karşı sokağın girişini kapattılar.Her tarafımızı sardılar ....

 

            Konuşması devam ederken aniden kurşun yağmuruna tutulan binanın camları, avizeler şangur şungur aşağı indi.Özel, koruma, Atafat’ı tuttuğu gibi oval masanın altına soktu.

 

            Duvarlar delik deşik olmuştu. Dışarıdaki özel koruma muhafızları ve askerler arasında kısa süreli  bir çatışma yaşandı. Biraz sonra sukünet sağlanınca kapıya çıkan Arafat, özel korumalarından bir kaçının cesetleriyle karşılaştı.Diğerlerinin de ellerinden silahları alınmıştı.

 

            Öfkeden kıp kırmızı olmuştu. Karşısındaki İsrailli komutana:

 

            -Buna hakkınız yok, diye bağırdı. Ben Filistin Devlet Başkanıyım. Birleşmiş Milletler beni tanırken, siz ne hakla büroma baskın yapıyorsunuz?

 

            Kıs kıs güldü içinden İsrailli subay. Ciddileşerek:

 

            -Arananlar var, dedi. Buraları arayacağız.

 

            Birden Arafat’ın yanında özel koruma subayını işaret ederek:

 

            -Hey, sen! Dedi sert bir şekilde.Ellerini başının üzerine koyarak yavaşça yaklaş.

 

            Arafat’a mana yüklü gözlerle bakan özel koruma subayı gayri ihtiyari ellerini başının üzerine koydu. Yavaşça ilerledi. Ellari kelepçelendiği gibi karşıdaki tankların arkasındaki askeri araçlara götürüldü.

 

            Az sonra geri çekilen askerler, bironun ilerindeki sokağın başına kadar ilerleyip nöbet tutmaya başladılar.

 

            Dünya kamuoyu Şaron’un bu katliam baskınını diline dolamış haberlerin ilk sıralarına yerleştirmişti.İki – üç gün sonra ortalık biraz daha sakindi.Arafat’ın bürosu, Bakanlarının akınına uğradı.

 

            Özerk yönetiminin elektiriksiz, susuz ve iletişimsiz Başbakanlık bürosu bir toplantıya sahiplik yapıyordu.

 

            Gelişmelerin ne boyutta olduğunu dinlemek istiyorum.

 

            Karşısında oturan özerk yönetiminin Güvenlik Bakanı:

 

            -Efendim, dedi. Şu an batı şeria tamamıyla kuşatma altına alınmış.Sadece Cenin üçyüz tank, zırhlı araç ve binlerece askerle kuşatılmış.Tulkarim, Beytullahim’de hala çatışmalar devam ediyor.F-16 uçakları, Apaçhi helikopterleri ve tanklarla şehirlerimiz bonbardımana tutulmuş. Yıkılan onca evler ve enkazlar altında kalan cesetler, tutuklanan kadın, kızı, çocuk dahil tüm insanlar toplama kamplarına götürüldü.

 

            Sokaklar cesetlerle dolu. Hastanelerin morglarında cesedleri koyacak yer bulunmuyor . ilaçve giyecek yardımları engelleniyor.Ambulanslara dahi ateş açılıyor.Halkın, ölülerini gömmesine izin verilmiyor. Evlerin bahçeleri toplu mezarlara dönüşmüş. Kısacası, İsrail askerleri çini porselen pazarına giren ve her şeyi kırıp geçiren deli boğa gibiler.

 

            Kireç gibi bem beyaz yüzü ve ateş gibi kızarmış gözleriyle söylenenleri dinleyen Arafat,çaresizlik içinde çırpınıyordu.Söz alan her Bakanı, felaket tellallığı yapıyordu. Günlerdir aç ve susuz bir şekilde biçare kaldığı bürosunun kırılmış pencerininden dışarı baktı.Karşı ki sokağın uçunda nöbet bekleyen İsrail askerleri, içindeki öfkeyi dahada arttırdı.

 

            İçindeki kin aniden yanlış bir yöne kanalize oldu.” Bunu yanına bırakmayacağım” dedi kendi kendine.” O felçli halinle bir türlü bizimle anlaşmaya yanaşmadın.Habire karşı cephe aldın ha! Sana ilk fırsatta bunun hesabını soracağım.Bunlar hep senin yüzünden.”

 

            Derken kulağında “gazeteciler geldi!” sözü yankılanınca gözleri parladı.Durumu Dünya kamuoyuna en duygusal sözlerle anlatmalı ve bu fırsatı kullanmalıydı.

 

            Patlayan flaşlar ve kameraların cazibesi karşısında kırmızımsı gözlerinde alabildiğince bir mazlumiyet ve masumiyet haber ajanslarının  ekranlarına yansıdı.

 

            İki ay sonraydı.Gazze deki bürosunda önüne konan günlük basın özetlerini okuyan Şeyh Yasin, yardımcısı Ebu Şenneb’le değerlendirmelerde bulunuyordu

 

            -Cenin yaraları demek hala sarılamadı ha?

 

            Maalesef efendim, dedi Ebu Şenneb.Sadece Cenin değil, tüm batı şeria şehirleri işgalci askerlerin katliamlarından nasipini aldı sayılır. Ramallah ‘da buna dahil.

 

            Gözleri önündeki haber küpürüne takıldı Şeyh Yasin. Bir enkazın yanında ağlayan beyaz yaşmaklı iki kadın vardı fotoğrafta.

 

            -Halka şefkatle muamele edilmeli dedi. Merhametle yaklaşmak ve gerekirse ev ev ziyaret etip yardımlarda bulunmak gerek. Kardeşleriniz bu konularda daha çok gayretli olmalıdır.

 

            Dar gününde halkın yanında olddumuzu hissettirmeli, direniş güçünü ayakta, diri ve canlı tutmalıyız.

 

            Masanın üzerindeki haberlere bakarken bir yandanda soruyordu:

 

            -Az önce Ramallah dedin Ebu Şenneb.

 

            -Evet efendim! Ramallah da fazlasıyla bu kuşatma ve katliamdan nasibini aldı.

 

            -Yani Arafat’da...

 

            -Evet Arafat’da... Ayrıca...

 

            Şeyh Yasin başını kaldırdı. Ebu Şenneb’e baktı:

 

            -Ayrıca ne Ebu Şenneb?

 

            -Efendim! ayrıca geçenlerde Şaro’nun televizyonlarda yayınlanan bir demeci dikkat çekiciydi.Arafat’ın özellikle bizi, İslami cihadı ve diğer direniş gruplarını dizginleyememesini bedelini ağır ödeyeceğini söylüyordu.”özerk yönetim direniş gruplarını ve eylemlerini kontrol etmeli,onları silahsızlandırmalıdır.” Şeklinde ifadeler vardı demecinde.

 

            -Maalesef hakikat bu,dedi Şeyh Yasin.Siyonist rejim bizi birbirimize düşürmek,birlik ve beraberliğimizi bozmak istiyor. Fakat biz özerk yönetimle konuşmayacağız. Ama eleştirilerimizide söyleyeceğiz.Yeri geldiğinde de elbette onları ikaz edeceğiz.Ama yapıcı olacağız.

 

            Şeyh ,Yasin susmuştu.Gözleri uzaklara dalan bir sesizliğin heybetindeydi. Ebu Şenneb onu seyrederken gıbta ile baktı. Şu beyaz kafiyeli, gösterişsiz, mütevazi, sakat adam mıydı İsrail’i korkutan, kafa tutan? Allahtan çok, onun korkusu vardı şaron’un yüreğinde.Ama oydu işte, tek başına ve mefluc haliyle direnen. Her davudi sopanın atılan taşı oydu.İşgalci askerlerin kalbinde patlayan,Tel-aviv’i yerinde oynatan her bombanın, direnişin ve intifadanın adı, Şeyh Yasin’di.

 

            Aklına bir şey gelmiştiEbu Şenneb’in

 

            -Geçenlerde Beyt Hanun’daki entüstri bölgesinde Salah Şahadeye misafirdim efendim, dedi.

 

            Yüzüne bir gülümseme yayıldı Şeyh Yasin’in. Şehade’nin adını duyunca sevinmişti. Ebu Şenneb. Şeyh Yasin’in Şehade’yi çok sevdiğini biliyordu.  

 

            -Görmeyeli uzun zaman oldu. Nasılmış ?

 

            -Size çok selamları ve sevgileri vardı efendim. Hususen dualarınızı diliyordu.

 

            -Allah yardımcısı olsun. Onu ve kardeşlerini korusun. Bu yolda cesaretlerini artırsın. Kahramaklıklarını bereketli kılsın.

 

            -Bir durumdan bahsetti efendim. İleri de eylemlerimizi nisbeten sekteye uğratabilecek bir durumdan...

 

            Ciddileşti Şeyh Yasin. Direnişe en ufak bir mani, onun her açıdan dikkatini çekerdi.

 

            -Anlamadım Ebu Şenneb dedi. Nasıl bir durum ?

 

            -Gerçi konu ile ilgili bir raporu önünüze koymuştum efendim. Fakat yine de belirtmem gerekirse kısaca “ Güvenlik duvarı “ demem yeterli gelir herhalde. Yani bir tür ayrım duvarını kastediyorum. Tamamen Amerika finasmanıyla tamamlamak üzere 16 Haziran 2002’de inşasına başlanacakmış. Bu duvarın örülmesiyle ilgili Şehade, bazı endişelerini dile getirdi. Benim kanaatime göre de duvarın ilan edilmemiş bir sınır olarak kalabileceğidir.

 

            -Konuyla ilgili raparunu henüz okumadım.

 

            -Önünüzdeki dosyada duruyor efendim. İsterseniz kısaca özetleyeyim.

 

             “Olur “ manasında Şeyh Yasin’den onay alan Ebu Şenneb, kısaca meseleyi anlatmaya başladı.

 

            -Efendim, dedi. Batı Yaka topraklarında inşa edilecek bu “ ayrım duvarı “ bir kere denildiği gibi güvenlik nedeniyle inşa edilmiyor. Çünkü bu duvar, Birleşmiş Milletler’in kararlarında İsrail sınırları olarak göterilen Yeşil Hat üzerinde değil. Gaye; ilerde bu duvarıda bir pazarlık unsuru yapmak ve ilan edilmeyen bir sınır çizmektir. Hatta F ilistin’i bölge bölge getto ve kantonlara ayırarak, kontrol altına almaktır. Diyebiliriz ki bu duvarla halkımızekonomik ve sosyal açıdan parçalanacak, birliğimiz bozulacaktır. Öyle ki Filistin tamamen yarı açık bir cezaevi hüviyetine börünerek. 730 km’lik Çin Seddinden sonra dünyanın en uzun duvarı olacak. Birçok insanımızın verimli arazisinin, tarlasının, bağının, bostanının hatta evlerinin dahi ellerinden alınmasına da sebep olacak.

 

            Yanısıra okulların bir kısmı duvarın bu tarafında diğerleri de öbür tarafında kalacak. Eğitimde böylelikle büyük felaketler yaşanacak. Tahudi yerleşimcilerin merkezleri korunurken, halkımızın aile yaşantısı ikiye bölünecek. Zorlaştırılan hayat toplu göçlere sebep verecek. İşgal güçlerinin lehine nüfus dengesizliği ortaya çıkacak. Her ne kadar Lahey Adalet Divanı’na müracaat edilse de lehimize çıkacak bir gelişmenin işgal gücü üzerinde baskı unsuru olacağı da meçhul. Zira Lahey Adalet Divanı’nın kararları da Birleşmiş Milletler kararları gibi İsrail’i bağlayıcı nitelikte değildir.

       Ayrıca Kudüs’ün de bu duvarla tamamen israil tarafında kalacağını unutmamak gerekir. Zira Kudüs’ün dışında inşa edilecek olan duvar şehri ilhak etmek anlamındaır. Mescid-i Aksa dahi diğer tarafta kalacak. En Önemlisi de bu duvar Fisitin’in bağımsızlığına en büyük engel olarak sürekli karşımıza dikilecek...

 

            Şeyh Yasin Ebu Şenneb’in söylediklerini düşünüyordu. Daha sonra başını kaldırıp.

 

            -Hamas olarak, dedi. Bu utanç duvarı hakkındaki siyasi görüşümüzü tez elden dünya ajanslarına ilan etmemiz gerekç

 

            Ebu Şenneb kalemine sarıldı. Şeyh Yasin’in söylediklerini not etti : “ Bu duvar israil’i koruyamayacak ve işgal devam ettiği müddetçe direniş de devam edecektir. Şayet işgal gücü güvenliğini sağlamak istiyorsa, bunun yolu gayet basit ve açıktır. İşgali durdursun ve halkımızın haklarını gasp etmekten vazgeçsin. O zaman sorun kendiliğiden halledilecektir. “

 

            O günün akşamında oğlu Abdi’nin nezaretinde eve dönen Şeyh Yasin, Sabra’nın fakir bir sokağında ilerliyordu. Haziran’ın sıcak havasında bu ikindi vaktinin akşama yakın olan saatlerinde insanlar, evlerinin gölgelerine sığınmışlardı. Su serpilmiş gölgeliklerden yayılan toprak kokusu bir hoş ediyordu insanı.

 

            İlerdeki bir evin gölgesinde oturan ihtiyar bir kadın, Şeyh Yasin’e doğru yaklaştı. Abdi, babsının tekerlekli sandalyesini yakınlarındaki evin gölgesine çekti.

 

            Babasının işaretiyle biraz uzak durdu. İhtiyar kadın, alçak bir sesle Şeyh Yasin’in yanı başında uzun uzadıya konuştu. Bir şehidin annesiydi. Hem de duldu. Vaktiyle eşini de Filistin’e adamıştı. Zaten Şeyh Yasin’in en zayıf olduğu noktalardı bunlar. Şehid ve dul eşlerine, yetimlerine ayrı bir önem verirdi. Sorunlarını dinler, yiyeceğini dahi onlarla paylaşmaktan çekinmezdi. Komşuları sayılan bu ihtiyar kadın, dualarla Şeyh Yasin’i uğurlarken yüzünde mutluluk dolu ifadeler dolaşıyordu.

 

       Abdi bu manzaraya şahitti. Babasının tekerlekli sandalyesini sürerken bir yandan da ihtiyare kadının başından ne istiyebileceğini düşünüyordu. Gözlerinde gördüğü sevinç, ihtiyar kadının istediğini aldığının nişanesiydi. Kim bilir beilki de bir duaydı istenilen, bir dertti söylenilen. Zira Şeyh Yasin’in halkın arasında dilden dile, gönülden gönüle dolaşan manevi bir kimliği vardı.

 

*

 

            İçinde bir sıkıntıyla 24 Haziran 2002 sabahı uyanan Şeyh Yasin; sabah namazından sonra adeti üzere bir miktar Kur’an okumuş, daha sonra odasına istirahat etmek üzere çekilmişti.

       Kahvaltıdan sonraydı. Dışardan araba ve koşuşturma sesleri geldi. Birileri evin etrafında sağa sola koşuyordu. “ Sen şuraya, sen de şuraya ! “ diye sesler duyuluyordu. İşgal gücünün baskınına mı uğramışlardı ?

 

            Pencereye koşan Abdive Halime Hatun’un gördüğü ilk şey bunların işgal askerleri olmadığıydı. Bıyıklı, bereli ve tek tip elbiseli olan bu adamlar da kimdi ?

 

            Şeyh Yasin, telaş içinde kendisine çevrilen endişeli gözlerle karşılaştı. Kinle beraber adım adım büyük bir öfkeyle doluydu oğulları.

 

            -Özerk yönetimin adamları, dedi Abdi. Evin dört bir tarafını kuşatmışlar vuruşalım !...

 

            -Sakin olun ! Sakin olun çocuklar ! Birazdan ne istediklerini anlarız.

       Pencereden görüldüğü kadarıyla bu mütevazi gecekondunun her tarafı silahlı adamlarla sarılmıştı.

 

            -Durum gayet ciddi görünüyordu. Az sonra Şeyh Yasin’in tahmin ettiği gibi kapı çalındı. Açılan kapıda arkasında birkaç silahlı adam bulunan iri kıyım gibi bir adam duruyordu.

 

            Abdi, arkasında kardeşleri Abdulhamid ve Abdulgani olduğu halde adamın konuşmasına fırsat vermeden :

 

            -Kimsiniz ? dedi öfkeyle. Ne istiyorsunuz ? Evimizi neden kuşattınız ?

 

            Kurşun gibi peş peşe sıralanan sorular karşısında kapıdaki adam.

 

            -Sakin ol delikanlı ! Babanızla görüşmek istiyorum.

 

            Kapıda tekerlekli sandalyesiyle görünen babalarına yer açan gençler, kenara çekildiler. Şeyh Yasin’i gören adam :

 

            -Efendim ! dedi Şeyh Yasin’in sormasına fırsat vermeden Özerk Yönetim adına Başkan Yaser Arafat’ın özel emriyle sizi evinizde gözaltına aldığımızı bildirmek için buradayım. Şahsınızın ikinci bir emre kadar şu andan itibaren evden ayrılması yasak. Aile bireyleriniz ise kontrollü olarak girip çıkabilirler.

 

            Çocuklarının homurtuları yükselince Şeyh Yasin, müdahale ihtiyacı hissetti. 

 

            -Tamam çocuklar sakin ! olun !

 

            -Sizi anlıyorum. Dedi adam. Yerinizde olsaydım aynı tepkiyi gösterirdim. Lakin emir kuluyuz. Elimizden bir şey gelmez. Lütfen bizi anlayın.

 

            -Pekala dedi Şeyh Yasin.

 

            Adam hemen geri çekildi ve aracına doğru yöneldi. Eve belirli mesafede duran eli silahlı Özerk Yönetimin muhafızları da anlaşılan bu durumdan pek memnun değildi.

 

            Çalışma odasına çekilen Şeyh Yasin, oğlu Abdi’yle uzunca konuştu. Bir müddet sonra Abdi, her zamanki gibi evden çıktı. Dışarıda nöbet bekleyen özerk yönetimi muhafızlarına öfkeli bakışlar fırlatıp, aheste aheste uzaklaştı.

 

            Halime Hatun, Şeyh Yasin’in odasına girdi. Kocasını düşünceli gördü.

 

            -Abdi çıktı, dedi.

 

            -Çıksın. Bir şey olmaz hatun. Ben yolladım.

 

            Abdulhamid, Abdulgani çok öfkeliler.

 

            Eşine baktı gülümsedi :

 

 

            Ya sen ! dedi. Sen de öfkeli değilmisin ?

 

            Böyle bir soruyu beklemiyordu. Halime Hatun. Birden afalladı.

 

            -Şey, ben... elbette öfkeliyim, dedi ciddileşerek. Kendi evimde, hemde kendi insanım tarafından hapsedilmem kadar izzet-i nefsime dokunan bir şey olmaz. Rantisi’yi tutuklamakla başlayan özerk yönetimi gözdağlarının neticesinin bu olması, beni hiç şaşırmadı. İşgalcilere uşaklık etmenin kepazeliği ancak bu kadar olur.

 

            Şeyh Yasin hiç böyle görmemişti hanımını. Öfkeli, ama itidallıydı.

 

            Arafat çok sıkışmış olmalı, dedi Şeyh Yasin. Ramallah baskınıyla bir şeyler yapmaya niyetlenmiş olabilir. Bu onun işgal rejimine karşı oldukça yumuşadığını ve taviz politikasının temposunu arttırdığını gösteriyor. Belli ki son şahadet eylemleriyle sıkışan Şaron ve yandaşları onu çok sıkıştırmış olmalılar ki böyle bir adıma tevessül etti.

 

            Anlamıyorum, dedi. Halime Hatun. Neyi amaçlıyor böyle yapmakla ? Bu, işgalcilerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir şey değil ki !

 

            Her işte bir hayır var hatun. Yüce Allah buyur muyor mu ? ... “ Olur ki bir şey, hoşunuza gitmediği halde sizin için daha hayırlıdır. Ve olur ki bir şey sevdiğiniz halde sizin için şer olur. Allah bilir, siz bilemezsiniz “ [11]

       Hanımının anlamayan bakışlarıyla muhatap olan Şeyh Yasin :

 

            Çocukları da çağır gelsinler dedi.

 

            Abdulhamid, Abdulgani, kızları ve gelinleri çalışma odasına doluştular. Şeyh Yasin hepsini gözden geçirdi. Tane tane kınuştu.

 

            -Sevgili çocuklarım ! Annenize olur ki bu durumun hoşumuza gitmediği halde, Hkkımızda hayırlı olabileceğini anlatıyordum. Nasıl diyen bakışlarına muhatap olunca düşüncelerimi sizlerle de paylaşmak istedim. Yaşadığımız bu durum karşısında sakın kendinizi sıkmayın. Dünya, bir imtihan meydanıdır.

 

 

            Bizler de bu meydanda Allah’a karşı kulluk vazifemizi yaşamak ve yaşatmak için varız. Bu imtihanın en büyüğü şu andaki savaşımız, direniş ve mücadelemizdir. Vatan toprağımız, Kudüs’ümüz işgal altında iken elbette gönüllerimiz rahat ve huzurlu olmaz. Bu uğurda çile ve keder payımıza düşendir. Şimdi de şu kadarcık ufak bir baskıyla yapılan imtihanı ve yıllardır çektiğimiz mukayese ederseniz, ne derece rahatlık içinde olduğumuzu anlayacaksınız.

 

            Bu işin hakkımızda hayırlı olan yönüne gelince, düşünün : Hamas, yıllardır mücadelesini halkın aklını ve kalbini aydınlatmakla, İslami şuur ve bilinç aşılamakla yürütürken; Arafat’ın bu ölçüsüz ve düşüncesiz tavrı haklılığımızı pekiştiren bir gelişme olmayacak mı? Halk bunu mukayese ile özerk yönetimin samimiyetini değerlendirmeyecek mi? Bu ilahi bir lütuftur bize. Biz ne kadar da uğraşsaydık haklılığımızı halka ve dünyaya bu derece ortaya koyamayacaktık. Bunu bir lütuf ve hayır olarak değerlendirmeyip de ne yapacağız?

 

            Odadakilerin gözleri ve gönülleri ışıldıyor, yüzleri gülüyordu. Olanları hiç de bu açıdan değerlendirmemiş, öfkeyle tepki vermişlerdi.

 

            Aynı sırada Abdi, evden çıktıktan sonra Gazze’nin inşlek olan el-vahde caddesinde yürüyordu. Hamas’ın ofisi, kent merkezinin bulunduğu bu cadde üzerindeki bir binadaydı. Merdivenleri hızla çıktığı gibi soluğu ofiste aldı.

 

            Babasının söylediği gibi Ebu Şennebi’i ofiste buldu. Oturduğu yerden selam veren Abdi’nin yüzüne bakan Ebu Şenneb anormal bir şeylerin olduğunu hemen anladı.

 

            - Hayrola Abdi? Dedi. Yüzün bir tuhaf. Ne oldu?

            - Daha ne olsun, dedi. Abdi öfkeyle. Arafat’ın silahlı adamları evimizi sardı ve babamın evden dışarı çıkmasına izin vermediler.

            - Nasıl? Dedi Ebu Şenneb şaşkın şaşkın, Arafat’ın adamları mı dedin?

            - Evet : Hem de Arafat’ın özel emriyle babamı evde gözaltına aldıklarını söylediler.

            - Allah Allah! Ya baban?... Baban nasıl? Ona bir şey yaptılar mı?

            - Hayır! Sadece onun dışarıya çıkmasına izin vermediler. Bu sebeple beni tembihleyip sizi ve Doktor Rantisi’yi bulmamı durumu iletmemi istedi. Yoksa adamların başka bir zararları yok. Evin çevresinde nöbet tutuyorlar.

            - Anlıyorum. dedi dalgın dalgın. Başka bir şey demedi mi baban?

            - Durumu size anlatmamdan sonra sizin nasıl davranacağınızı bildiğinizi söyledi… Sahi ne yapacaksınız?

           

            Abdi’yi süzdü Ebu Şenneb. Doğrusu ne yapacağını o da bilmiyordu:

            - Şu an bilmiyorum. Sen istersen eve dönebilirsin.

            - Doktor Rantisi’yi de görmeliyim.

            - Gerek yok Abdi. Ben onunla görüşürüm. Yalnız eve uğramadan Mahmud Zahar’a ulaşmaya çalış. Uluslar arası ajansları durumdan haberdar etsin.

            - Peki efendim.

            Abdi- çıktıktan sonra Ebu Şenneb pencereden dışarıya baktı. Zihninde bin bir düşünce cirit atıyordu. Anlaşılan Arafat Hamas’ın eleştiri ve ikazlarından bunalmıştı.

            Bir saat sonra Gazze İslam Üniversitesinde beliren Ebu Şenneb, Doktor Rantisi’nin odasına girdi. Ebu Şenneb’i gören Rantisi şaşırmıştı.

 

            - Bu bir sürpriz dedi Rantisi sevinçle.

           

            Yerinden kalktığı gibi dostuyla kucaklaştı ve ona yer gösterdi. Birbirlerini sorduktan sonra, Ebu Şenneb’in üzüntülü olduğunu fark etti.

 

            - Ne oldu Ebu Şenneb? Seni üzüntülü görüyorum.

            - Bu sabah, dedi Ebu Şenneb. Arafat’ın adamları Şeyhimizin evini kuşatma altına almış.

            - Yaa!

            - Hiçbir yere bırakmayarak evinde göz hapsinde tutacaklarmış.

            - Hangi cesaretle bunu yapabilmişler. Hayret doğrusu. Halk tepki verse çatışma çıkar, birliğimiz bozulur.

            - Düşünsene Rantisi! Salah Şahade bunu duyarsa…

            - Zaten işgalci rejimin de isteği bu. Birbirimize düşüp birliğimizi bozmamız… Sen nasıl öğrendin?

            - Bir saat önce Abdi hem haberi, hem de şeyhimizin bir mesajını getirdi.

            - Mesaj mı?

            - Evet mesaj! Şeyhimiz nasıl davranacağımızı bildiğimizi söylemiş.

            - Yani ?

            - Sana gelirken yolda düşünüyordum. En kısa zamanda özerk yetimle bir görüşme ayarlayıp Arafat’a bu yaptığının yanlışlığını göstermeliyiz. Aslında bu bizim yani Hamas için pozitif bir gelişme. Zira halk Arafat’ın bu tutumuyla hem özer yönetimin gerçek yüzünü görmüş olacak, hem de şeyhimize ve Hamas’a olan sevgileri daha da büyüyecek.

 

            - Filistin, özgürlük mücadelesinde kimin haklı ve gerçek bir mücadele verdiğini de görecek.

 

            Gülümsedi Ebu Şenneb :

 

            - Haklısın dostum, dedi. Fakat bu kuşatmayı da en kısa zamanda kaldırtmalıyız. Halkı ne zamana kadar tutabiliriz ki? Bu sebeple sen şahadiye ve Muhammed Deif’e haber verebilirsen iyi olur. İtidal ve sükûnet için. Ben de özerk yönetimden bazılarıyla irtibata geçeceğim. En kısa zamanda seninle beraber gidip bu durumun kaldırılması için özerk yönetimle gerekirse Arafat ile görüşelim.

 

            - İşi düşünmüşsün. Ben şehadeye ulaşırım. Gerekenleri konuşurum.

 

            - Tekrar görüşürüz o halde. Ofise nerede olduğuma dair haber bıraktım.

 

            Ebu Şenneb çıktıktan sonra, Rantisi de çıkmak için hazırlıklarını görüyordu.

 

            İki gün sonra Filistin Özerk Yönetiminden  bir yetkilinin açıklaması televizyonlarda yayınlanıyordu. Hamas’a bağlı El-Ceel Medya Markezinden de yayınlanan açıklamada da Şeyh Yasin’in evinin kuşatılmasının gerekçesi şöyle açıklanıyordu :

 

            - … Şeyh Yasin’in Filistin halkının ulusal çıkarlarını korumak için önceki günden başlayarak evinde göz hapsine alınmasına karar verildi.

 

            Açıklamayı duyan ve seyreden her Filistin’in yüzünde şaşkınlık, dudaklarında beddualar vardı. Arafat’ın bu tutumu ona kendini küçük düşürmekten başka bir kazanç sağlamamıştı, halkın nefret ve öfkesini kazanmıştı.

 

            Ebu Şenneb ve Rantisi’nin özerk yönetimle yaptığı görüşmeler sonucu bir müddet sonra kuşatma kaldırıldı. Kaldırılmasındaki bir etki de halkın giderek artan tepkisi ve Şeyh Yasin’in evinin bulunduğu sokağın sevenlerinin akınına uğramasıydı. Her an bir çatışma olabilir, her an önlenemeyen bir gelişme yaşanabilirdi. Fakat Hamas’ın itidal çağrıları istenmeyen bir durumun yaşanmasını engellidi.

 

            Olayın sükûnetle halledilmesinin ertesi sabahı Halime Hatun sabah erken pencereden bakınca gözleri şaşkınlıktan büyüdü.

 

            - Aman Allah’ım! Dedi. Yine gelmişler.

 

            Pencereye doğru bakan Şeyh Yasin, dışarıda siyah kar maskeli ve elleri silahlı adamlar gördü. Biraz daha dikkatli bakınca, hanımına bakıp gülümsedi,

 

            - Korkma, dedi. Bunlar bizimkiler.

 

            - Bizimkiler mi ?

 

            - Evet! Bandajlarına baksana!

 

            O anda kapı açıldı. Abdi içeri girdi. Selam verdi. Neşeli görünüyordu.

 

            - Anne-baba! Dışarıda gece boyu nöbet tutan kardeşlerimiz var, dedi. Haberiniz var mı?

 

            - Şeyh Yasin tam cevap verecekti ki dışarıdan gelen bir araba sesiyle herkes pencereye döndü. Rantisi ve Ebu Şenneb’diler.

 

            Az sonra küçük misafir odasına alınan misafirleriyle Şeyh Yasih konuşuyordu.

 

            - Ebu Şenneb! Rantisi! Nasılsınız?

 

            - Sizi sormalı efendim, dedi Rantisi. Hamd olsun biz iyiyiz.

 

            - Doğru efendim, dedi Ebu Şenneb. Önemli olan sizin sağlığınız. Siz nasılsınız?

 

            - Allah’a hamd-u senalar olsun. Onun takdiri üzerinde bir şey tanımıyoruz. İyi ve afiyetteyim. Yalnız geceden beri dışarıda nöbet bekleyen kardeşlerin benim yüzümden daha fazla rahatsız olmalarını istemem. Zannedersem bir daha özerk yönetim böyle bir şeye tevessül etmez. O sebeple adamlarımız çekilebilirler.

 

            Rantisi, Ebu Şenneb’e baktı. Anlamlı anlamlı gülümsediler :

 

            - Efendim, dedi Rantisi. Salah Şahade’yi ikna edemedik. İlla da birkaç gün nöbet tutulması gerekliymiş dedi.

 

            - Şeyh Yasin, Şehade’nin adını duyunca gelişmelerin sebebini anlamıştı. Bu konuda daha fazla ısrar etmedi. Ebu Şaenneb ve Rantisi’yle ayrıntılı bir şekilde konuştu. Yaptıkları görüşmeler ve özerk yönetimin bu tavrının sebebini anlattılar.

 

            - Efendim, dedi. Ebu Şenneb. Kanaatime göre işgalci yönetimin sizi takip etmesi yahut sizi ortadan kaldırmaya yönelik tavırları, çıkarcı bir politikaya dönüşmüştür. Bu durum Arafat’ın da işine geliyor.

 

            - Bu, dedi Rantisi. Açık bir olgu. Zira önderlik sadece onda olursa daha rahat hareket edecektir.

 

            Gülümsedi Şeyh Yasin :

 

            - Hala Ramallah’taki bürosunda mı?

 

            - Evet, dedi Ebu Şenneb. Şimdiye kadar yıllardır ödüllendirildiği Amerika ve İsrail tarafından artık istenmeyen adam olarak ilan edildi. Zira bizi ve diğer direnişçi grupları kontrol edemediği için devre dışı bırakılmak isteniyor. Bürosundan da ayrılmasına izin verilmiyor. Uluslar arası destekten de mahrum kalması için Amerika diğer ülkelere baskı yapıyor. Yani zor durumda.

 

            - Bu onun basiretsizliğinin sonucu, dedi Şeyh Yasin. Ancak biz direnişi elden bırakmayacak, intifada meşalesini sonuna kadar koruyacağız. Gerek sizler, gerek Mahmud Zahar osun, İsmail Haniyye’ye de haber verin, özerk yönetimin işgalci rejime verdiği her tavizi her yumuşama politikasının olumsuz yönlerini dile getirmekten uzak durmayın. Arafat’ın hatalarını ve yanlış politikalarını hatırlatmalıyız. Daha fazla taviz vermeden İsrail’in oyunlarına karşı direnme kararı almalıdır. Zira her tavizle beraber kandırılıyor ve büyük oyunlarla yüz yüze geliyor.

 

            - Haklısınız efendim, dedi Rantisi. Biri ona izzetli bir duruş sergilemesini hatırlatmalı.

 

            Şeyh Yasin Rantisi’nin gözlerine baktı.

 

            - Sahi, dedi gülümseyerek. Özerk yönetimin sana yaptıkları ne zaman son bulacak? Kaç defadır seni haksızca tutukluyorlar.

 

            Rantisi de gülümsedi :

 

            - En son beni Filistin halkını harekete geçirecek bir açıklamada bulunmamak şartıyla serbest bırakmışlardı efendim, dedi masum masum.

 

            Kalpleri Filistin ve Kudüs için atan bu üç adam, bu söz üzerine bakıp gülümsediler.

 

*

 

            Temmuz’un tüm sıcaklığının hissedildiği bir gündü. Şeyh Yasin evine çekilmişti. O gece çalışma odasından hiç çıkmadı. Sürekli Kur’an okuyor, dua ediyordu. Gözlerinden süzülen yaşlar, üzüntüsünün derinliğine şahitlik ediyordu.

 

            Salonda gecenin geç saatlerinde fısıldayarak konuşan sesler, onun hakkındaydı.

 

            - Anne! Dedi Abdi, Babam hala yatmadı mı?

 

            - Hayır oğlum. Şehade’nin dün şehid edilmesinden bu yana, gözlerinden yaşlar süzülüyor.

 

            - Nasıl süzülmesin anne? Siyonist devlet terörü F-16 uçaklarıyla şehid Şehade’nin evi üzerine bir tonluk bomba bırakıp ailesinin on bir ferdiyle beraber şehid ettiler. Buna yürek mi dayanır. Biliyor musun anne! Babam rahmetli Şehade’yi çok severdi. Nasıl desem? Ona karşı ayrı bir sevgi beslerdi.

 

            - Allah Şaron’a ve askerlerine halet etsin. Salah Şehade’nin şehadeti çok ağır geldi babana. Üzüntüsünden perişan olacak… Sen Şehade’nin cenaze törenindeydin değil mi?

 

            - Evet anne!

 

            - Nasıldı?

 

            - Müthiş bir kalabalık vardı. Kendinden geçenler, bayılanlar… Cenazeleri defnedene kadar saatler geçti. İntikam yeminleri edildi. İzzeddin Kassam Tugayları geçit törenleri yaptılar. Kanını yerde bırakmayacağız diye haykırıyor, sloganlarla ortalığı  çınlatıyordu. Tüm Gazze; bir vücut, bir ağızdı.

 

            - Allah ona ve ailesine rahmet etsin. Bu dava onun gibi nice yiğitlerin kanları üzerinde yükselecektir. Kanları meşale meşale tutuşacak, bu karanlık günlerimizi aydınlatacaktır oğlum. Filistin’in özgürlüğü, Kudüs’ün azatlığı o kahramanların sayesinde gerçekleşecektir.

 

 

ON SEKİZİNCİ BÖLÜM

 

            Benim bütün Müslüman gençlere nasihatim en bayta İslam ahlakıyla ahlaklanmalarıdır. Doğruluk ve güvenilirlik, ahde vefa, sevgi, kararlılık, çalışma ve amelde ihlas, Müslümanlarla yardımlaşmak ve onların dertleriyle dertlenmek de İslam ahlakının gereklerindendir. Allah yolunda cihad ve Allah-u Teala celle celaluhunun kelamının en yüce olması için başkalarıyla yardımlaşmak da İslam ahlakının gereklerinden biridir. Müslümanlara ilme önem vermelerini tavsiye ediyorum. İlim, gelecekte bizim düşmanlarımıza karşı zafer elde etmekte kullanacağımız silahımız olacak. Cehaletle zafer elde edemeyiz. Dini, dünyayı ve ahireti kuşatacak bir ilimle ancak zafer elde edebiliriz.

 

            -Zaman ayırıp bizimle röportaj yaptığınız için çok teşekkür ederim efendim, dedi yılların televizyon muhabiri.

 

            -Rica ederim. Umarım faydalı olmuştur.

 

            Tecrübeli televizyoncu bir yandan kabloları toplarken bir yandan da son derece mütevazı ve karşısındakine kıymet veren bu ihtiyarı düşünüyordu. Direnişin lideri konumunda olan bu adam hiç büyüklenmemiş, sorularına son derece mülayim bir şekilde açıklıkla cevap vermişti.

 

            Şeyh yasin, yoğun çalışma temposu sonucu o gün eve dönerken aklı son zamanlarda gündemde olan konulardaydı. Uygun tahliller ve çözümleri tefekkür ederken gözleri ansızın karşısındaki bir duvara takıldı. Heyecanla:

 

            -Dur! Dedi oğluna.

 

            Abdi aniden durdu. Babasının bakışlarının odaklandığı noktaya baktı. Karşıdaki evin duvarındaki bir posterdi.

 

            -Beni oraya yaklaştır!

 

            Tekerlekli sandalyesini postere yaklaştıran Abdi, babasını yönetiyordu. Şeyh Yasin, uzun uzun postere baktı. Bir ara :

 

            -Şehade dedi, seslenircesine. Bizi bırakıp da gittin ha! Gözleri yaşarmıştı. İhtiyar yüreği bir özlemin hasretiyle tutuşmuştu. Bir dostun ardından sicim sicim akıtılan gözyaşları vardı Şeyh Yasin’in göz pınarlarında.

 

            Abdi de etkilenmişti. Nedense babasının Salah Şehade’ye sevgisi farklıydı. Şehade’nin ardından onu hatırlatan her şey Şeyh Yasin’i hüzne boğuyordu.

 

            Babasının işaretiyle tekrar yola çıktılar. Abdi eve kadar hiç konuşmayan babasının evin girişinde halet-i ruhiyesinin değiştiğine şahit oldu. Kendini toparlayıp neşeli ve keyifli göründü. Salona geçtiklerinde Şeyh Yasin, küçük torunlarıyla oynamaya başladı. Abdi ise diğer odada olan annesinin yanına gitti. Halime Hatun oğluyla ayaküstü biraz konuştuktan sonra mutfağa  yöneldi.

 

            Küçük torunlarının cıvıltıları içinde yemek yerken bir şey, Şeyh Yasin’in gözünden kaçmadı. Gelini Ümmü Hüsam, keyifsiz görünüyordu. Her zaman neşeli ve gülümseyen yüzü, bu akşam somurtkandı. Toplanan sofradaki hareketlerinden çocuklarla ilişkisine kadar bir durgunluk vardı gelininin üzerinde. Bir sorunu olduğu kanaatine vardı.

 

            Sofra toplanıp çay içildikten sonraydı. Ortalık sakin olduğu bir anda, Şeyh Yasin çalışma odasına geçmek istedi :

 

            -Ümmü Hüsam! diye seslendi.

 

            Gelininin kendisine baktığını görünce.

 

            -Kızım beni çalışma odasına götürür müsün? Dedi.

 

            Ümmü Hüsam, hiçbir şey demeden sessizce kalktı. Şeyh Yasin’in tekerlekli sandalyesini iteleyip çalışma odasına götürdü. Masanın önüne varınca bıraktı. Tam çıkacaktı ki:

 

            -Ümmü Hüsam! dedi. Şeyh Yasin. Kızım! Biraz otur da şöyle baba-kız biraz konuşalım. Olmaz mı?

 

            Şaşırmıştı Ümmü Hüsam.

 

            -Şey!... dedi. Sessizce arkasındaki sandalyeye ilişip oturdu. Şeyh Yasin durgun olan gelinini süzdü. Şefkat ve merhametle baktı.

 

            -Ümmü Hüssam! Nasılsın kızım?

 

            Sesi ölgün ve kısıktı.

 

            -İyiyim baba.

 

            - Bir sorunun mu var kızım? Dikkatimi çekti. Akşamdan bu yana suskun ve durgunsun.

 

            Konuşmuyordu Ümmü Hüsam. Hala sessizdi.

 

            -Ben, dedi Şeyh Yasin. Gelinlerimle kayınbaba-gelin ilişkisinden çok, baba-kız ilişkileri içinde olmaktan yanayım. Bu eve gelin geldiğinden beri seni de kızlarımdan ayrı tutmadım. Bir arkadaş gibi her türlü sorununuzda yardımcı olmayı istedim. Sevinçlerinizi paylaşarak çoğaltıp, üzüntülerinizi de paylaşarak azaltalım. Ne diyorsun kızım?

 

            Birden gözyaşları boşaldı Ümmü Hüsam’ın. Sessizce hüngür hüngür ağlıyordu. Şeyh Yasin gelinin rahatlaması için müdahale etmedi. Zira ağlamak bir tür ruhi rahatlatmayı da beraberinde getiriyordu. Bir müddet gelinini seyretti. Gelin geldiği ilk günleri hatırladı. Çekingen, ürkek bir ceylan gibiydi. Yabancı bir evde yabancı insanlar arasında yaşamak, önceleri her genç kıza zor gelirdi. Zaman en iyi çözümdü. Diğer gelinlerine ve kızlarına davrandığı gibi, Ümmü Hüsam’a da sevgiyle davrandı. Güven verdi. Kızı gibi bir yaklaşım sergiledi. Genç kadın yavaş yavaş bu yeni ortama uyum sağlamış, kopmaz bir parçası olmuştu. Torununun doğumuyla bu sevgi aileyi daha da yakınlaştırdı, mutluluğa boğdu.

 

            Ümmü Hüsam, kendine gelmişti. Şeyh Yasin’in kendisini izlediğini anlayınca utandı. Bir an duygularının etkisinde kalmıştı. “Keşke ağlamasaydım” diye nedamet geçti içinden.

 

            -Kızım!

 

            Şeyh Yasin kendisine sesleniyordu. Toparlandı.

 

            -Efendim baba, dedi.

 

            Şeyh Yasin, sorunun kaynağını anlamıştı. Bu ağlamalar, bu çaresizlik her şeyi anlatıyordu aslında. Gelinini daha fazla üzmek istemedi.

 

            -Sorun Abdulgani mi? Dedi.

 

            Kısık bir sesle :

 

            -Evet! dedi Ümmü Hüsam.

 

            Aralarında geçen meseleyi olduğu gibi anlattı. Ağlaması onu rahatlatmış olsa da, kocasıyla arasında geçen sorunu anlattıkça daha bir rahatladı, hafifledi.

 

            Gelinin konuştuklarını sabırla ve tebessümle dinleyen Şeyh Yasin :

 

            -Kendini üzme kızım dedi. Haksız olan oğlum bile olsa buna kayıtsız kalamayacağımı biliyorsun; değil mi?

 

            Beyaz başörtüsüyle “evet” manasında başını sallayan Ümmü Hüsam, Şeyh Yasin’i onaylıyordu. Şeyh Yasin, genç kanının gönlünü almak gerektiğini düşündü. Onu teselli etmek, ona güven vermek gerekiyordu.

 

            -Ümmü Hüsam, sevgili kızım! Sen hiç merak etme. Ben en kısa zamanda Abdulgani’yle konuşup onu ikaz ederim, tamam mı? Gelinimi üzmek neymiş, anlar o zaman. Şayet bir daha seni üzerse hiç çekinmeden bana gel! Anlaştık mı kızım?

 

            Rahatlamıştı Ümmü Hüsam. Kendine güveni gelmiş, üzüntüsü geçmemişti.

 

            -Sizi de rahatsız ettim, dedi.

 

            -O nasıl söz kızım? Sizin derdiniz derdim, sevinciniz sevincimdir. Haydi kızım! Kendini üzme, Abdulgani’ye de bundan bahsetme.

 

            -Peki baba.

 

            Usulca kalkan Ümmü Hüsam, sessizce kapıda kayboldu. Ardından bakakalan Şeyh Yasin, gülümsüyordu. Kadın tabiatı narin ve nazikti. Kırılmaya gelmeyecek kadar zarif bir ruh sahibi olan kadınlar şefkat ve ilgiye muhtaç bir fıtratta olduğundan, eşlerinin bu yönüne dikkat etmek, erkeklerin gözden kaçırdığı ilk noktaydı. Biraz ilgi, biraz sevgiyle bir mutluluk tablosu inşa edebilecekken, bu gaflet neyin nesiydi? “Ey Allah’ım” dedi içinden. Vedud isminin hatırına bizi sevginsiz ve sevgisiz bırakma.

 

            -Selamun aleykum!

 

            Aniden irkildi Şeyh Yasin. Yanıbaşında hanımı Halime’yi tebessüm eden yüzüyle görünce rahatladı.

 

            -Ah! Sen miydin? Dedi.

 

            -İçeri girdiğimi fark etmedin mi?

 

            -Hayır hatun, fark etmedim, dalmışım.

 

            -Az önce, dedi Halime Hatun, Ümmü Hüsam’ın sevinçle odadan çıktığını gördüm. Yine baba-kız ne konuşuyordunuz?

 

            Sevgiyle baktı hanımına.

 

            -Sanki, dedi. İnce bir sitem var sözlerinde.

 

            -Evet, doğru! Gelinlerin, damatların, kızların, oğulların hepsi sana ayrı sevgi besliyorlar.

 

            -Allah hepsinden razı olsun hatun. Hepsinin yeri gönlümde ayrı ayrıdır. Tıpkı senin yerin gibi!...

 

            Halime Hatun al al oldu. Yaşlanmıştı, ama hala hayasından bir şey kaybetmeyen bir olgunluk akıyordu yüzünden. Böylesi iltifatlara alışık değildi.

 

            -Aslında konuyu açman iyi oldu, dedi Şeyh Yasin. Uzun zamandır ben de seninle bu konuda konuşmak istiyordum. Otur da şöyle baş başa rahatça konuşalım.

 

            Hemen koltuğa ilişti. Halime Hatun. Kocasıyla sahbetlere bayılır, bu tür fırsatları tepmezdi. O sırada küçük torunlarından biri içeri girince Halime Hatun onu dizinin üzerine oturttu. Çocuk, eliyle bir ninesinin beyaz başörtüsünü, bir elbisesini çekiştiriyordu, gülüyordu.

 

            - Eee… hatun! Seninle baş başa konuşup dertleşmeyeli çok oldu galiba. Seni ihmal ettim…

 

            -Hayır !

 

            Bu tek kelimelik ani bir tepkiydi. Ansızın ve gayri ihtiyari dökülmüştü Halime Hatunun dudaklarından.

 

            -Hayır! Dedi tekrar usulca. Ben hiç şikayetçi değilim. Asla beni ihmat ettiğini düşünmedim.

 

            Memnun memnun tebessüm etti Şeyh Yasin.

 

            -Seni bilmez miyim hatun? Hayatından şikayet etmeyen, kanaat zırhına bürünensin. Adın gibi yumuşak huylusun. Allah senden razı olsun. fakat yine de sormak isterim : Hayatından memnun musun hatun?

 

            -Hamd olsun. Dediğim gibi hayatımdan hiç şikayetim yok. Kocam, çocuklarım ve torunlarımla beraberim. Daha rabbimden ne isteyebilirim ki?

 

            -Peki hatun, peki? Ya kızların, oğulların, damatların, gelinlerinle aran nasıl? Bir sorun yaşıyor musun? Ne düşünüyorlar hakkımızda?

 

            -Nasıl yani?

 

            -Hani onları ihmal ettiğimiz, ilgi, alaka göstermediğimizi düşünebilirler.

 

            -Yok öyle bir şey, dedi. Başta Abdi olmak üzere üç oğlun ve Meryem olmak üzere sekiz evli kızın; damatların, gelinlerin hepsi Allah’ın bize hayırlı birer ihsandır. Oğullarımızın ve kızlarımızın sevgisini bir kenara bırakalım. Damatlarımız özellikle seni bir baba, bir hoca bir mürşid olarak görüyorlar. Tıpkı Filistin halkı gibi… Hele Meryem sık sık kendileriyle sohbet etmene, dertleşmene, hüzünlerini ve mutluluklarını paylaşmana ne memnundur bir bilsen. Kocalarıyla aralarının nasıl olduğunu sorman kızlarımı ve gelinlerimizi çok daha memnun ediyor.

 

            -Bunun farkındayım, dedi Şeyh Yasin. Yüce Allah bize sekiz kız vermekle lütufta bulundu. Zira onların terbiyesi ve saliha birer evlat olması, bizim için ahiret yatırımıdır. Allah’ın Resulü aleyhisalatü vesselam bunu bir çok hadis-i şeriflerinde müjdelemiştir. Belki de kalbimin kız çocuklarına karşı şefkat ve merhametinin, sevgisinin çok olması biraz da bundan olsa gerek.

 

            Halime Hatun nicedir bir konuda bahsetse ihtiyacı hissediyordu. Şeyh Yasin’in soluklanmasını fırsat bilerek konuştu.

 

            -Bize karşı hep şefkat ve merhametle dolusun. Ama kendine karşı hiç de böyle davranmıyorsun.

 

            Şeyh Yasin hanımına baktı. Sözün nereye varacağını tahmin ediyordu. Yine de sormadan edemedi.

 

            -Ne demek istiyorsun hatun?

 

            - Demek istediğim şu ki, her zamanki gibi bugün de büronda hep çalışıp yorulmuşsun. Televizyona röportaj vermeler, randevu sahipleriyle görüşmeler, araştırmalar tüm bunların üzerine rahatsızlığın… Eve geldiğinde bize hiç bu yorgunluklarını belli etmiyorsun. Torunların başta olmak üzere bizle, konu komşu herkesle ilgileniyorsun yoğun mesai harcıyorsun. Son zamanlarda gece yarılarına kadar süren yoğun çalışmalarına ve sabah namazlarına dek gece ibadetlerine şahit oluyorum. Gece-gündüz hasta vücudun nasıl dayanıyor, şaşırıyorum! Hiç olmazsa sıhhatine dikkat et. Sen sorunlarımızı nasıl paylaşıyorsan, ben de senin için bir şeyler yapmak istiyorum.

 

            -Hiç şaşırmadı Şeyh Yasin. Bu endişeyi ancak hanımı taşıyabilirdi.

 

            -Ey Hatunum! Dedi. Ben çok sevindirdi. Böyle söylemekle. Eve geldiğimde güleryüz, rahatlık ve huzur bulmamdaki katkın, benim için tüm bu söylediklerinin kaynağıdır. Fakat unutma ki Filistin ve Kudüs özgürlüğe kavuşmayana kadar bize rahat ve huzur yok. Zira yarın mahşerde Allah katında ona arz edebileceğimiz hiçbir bahane sahibi değiliz.

 

            Gecenin ilerleyen saatlerinde tatlı bir sohbetin devam ettiği Sabra’nın bu küçük gecekondusu, mutlu bir gece daha geçirmişti.

 

            Sabah aynı tempo ve aynı yoğunluk tekrar yaşanmak üzereydi. Ofisine gitmek üzere hazırlanan Şeyh Yasin adedi üzere küçük torunlarını görmeden evden çıkmadı. Cıvıl cıvıl koşuşturmaları, bağırıp çağırmaları kulaklarında kuş seslerini andırıyordu.

 

            Az sonra Abdi göründü. Babasına doğru yaklaşırken, Şeyh Yasin’in gözü gelini Ümmü Hüsam’a takıldı. Hatırlamış gibi sesini biraz daha yükselterek :

 

            -Abdulgani nerede? Dedi.

 

            -İçerde baba, dedi. Abdi, çağırayım mı?

 

            -İyi olur oğlum. Sen bugün başka işlerinle uğraş. Beni büroya Abdulgani götürsün.

 

            Göz ucuyla gelinini süzdü. Mutlu mutlu bakıyordu. Birazdan gelen Abdulgani’yle babası, yola çıkmışlardı. Hem gidiyor, hem de konuşuyorlardı.

 

            Şeyh Yasin bir ara :

 

            -Oğlum dedi

 

            -Efendim baba.

 

            -Ümmü Hüsam’ı soracaktım. Onu keyifsiz gördüm.

            Abdulgani’den hiç ses çıkmıyor. Tekerlekli sandalyeyi sürmedeki hızının düşüşünden Şeyh Yasin, Abdulgani’nin etkilendiğini anladı.

 

            -Doğrusu oğlum, dedi. Her karı-koca arasında böyle şeylerin olmasını doğal karşılasam da sana yakıştıramadım…

 

            Devam eden sözler Abdulgani için nasihat dolu tatlı-sert bir azarlamaydı. Babası konuştukça Abdulgani küçülüyor, utancından adeta eriyordu.

 

            Nihayet büroya doğru yaklaştıklarında sohbet ve nasihat, tavsiyelerle sona erdi. Gerektiğinde oğlunu dahi ikazdan çekinmeyecek kadar haklıdan yana olan Şeyh Yasin’i her günkü gibi ofisinde yoğun bir tempo bekliyordu.

 

ON DOKUZUNCU BÖLÜM

 

 

            -… Açıklanan bu sebeplerden dolayı bu plana karşı olduğumuzu ve işgal devletiyle masa başında bir anlaşmayı kabul etmediğimizin bilinmesini istiyoruz.

 

            Rantisi’nin Hamas adına basın-yayına deklare ettiği sözler, o günlerde kamuoyunda tartışılan meşhur “Yol Haritası” hakkındaki bir açıklamaydı.

 

            Özerk Yönetimin Filistin halkını harekete geçirecek açıklamalardan uzak durması şartıyla Rantisi’yi serbest bırakmasına rağmen; O Filistin’in yararına olan her konuda Hamas’ın sözcüsü olarak basın-yanına bir takım açıklamalarda bulunmaktan çeşitli demeçler vermekten çekinmezdi.

 

            Aynı şekilde Filistin dışında Hamas’ın sözcülüğünü yapan Halid Meş’al, Dr Musa Ebu Merzuk da aynı doğrultuda paralel açıklamalar yapmaktan, yol haritasını eleştirmekten geri durmadılar.

 

            Özellikle 11 Eylül’den sonra işgalci İsrail’in gittikçe artan askeri operasyonları ve cinayetleri, sınır tanımaz boyutlara varmıştı. Köylere kadar uzanan askeri operasyonlar, ikinci intifadanın artan baskısı karşısında hizaya gelmişti. Tel-Aviv dahil olmak üzere İsrail’in hiçbir kendi güvenli bir bölge değildi. Gittikçe çoğalan istişhadi eylemler, işgalci İsrail’in beyninde bir bomba olup patlıyordu.

 

            Bu gelişmeler üzerine Amerika devreye bir plan sokma girişiminde bulundu. “Yol Haritası!...” Bir takım göz boyamalar içeren adına barış planı denen “Yol Haritası”yla şehadet eylemlerini durdurmak ve Arafat’ı devreden çıkarmak gibi niyetler amaçlanmıştı. Teslimiyetçi bir Filistin isteniyordu anlaşılan.

 

            Yavaş yavaş basına sızan bu planın ayrıntıları belli olunca, Hamas adına Rantisi’nin bu açıklaması gündeme oturdu.

 

            Şaron yönetimi plana karşı yeni gelin gibi nazlansa da açıktan reddetmeye de yanaşmıyordu. Fakat planın görüşmelerinde Arafat’ı muhatap olmayacağını ilandan çekinmemişti. Bu Amerika’nın desteklediği bir politikaydı.

 

*

 

            4 Haziran 2003 Ürdün!...

 

            -Sayın seyirciler, diye başladı spiker. Bugün Akabe zirvesinde ABD başkanı George W. Bush, Filistin Özerk Yönetimi Başbakanı Mahmud Abbas ve İsrail Başbakanı Ariel Şaron “Yol Haritası”nı imzaladılar. Geçen nisan ayı sonunda Filistin ve İsrail taraflarına sunulan yol haritasında, şiddet olaylarının tamamen durması, İsrail’in yeni yerleşim birimleri açmayı durdurması ve 2005 yılına kadar Filistin Devletinin kurulmasını gibi başlıklar anlaşmada dikkat çeken noktalar olarak belirlendi…

 

            -Abdi! Oğlum şunu kapatır mısın?

 

            Yerden bir iki metre yükseklikte duvara monte edilmiş bir tahtanın üzerine olan televizyon, Şeyh Yasin’in mütevazı kitaplığının yanında bulunuyordu. Abdi kalkıp televizyonu kapattı.

 

            -Baba dedi. Bir şey sorabilir miyim?

 

            Şeyh Yasin bu gün büroya uğramayıp evinde çalışmaya karar vermişti. Zaten zaman zaman evinde, zaman zaman da bürosunda çalışırdı. Randevu ve görüşmeleri olmadığı zaman çeşitli İslami kitaplar okur, radyo/televizyon muhtelif haber programlarını takip ederdi.

 

            Oğlunun sorusuyla düşüncelerinden sıyrıldı.

 

            -Tabi oğlum. Seni dinliyorum.

 

            -Neden Arafat zirvede yoktu?

 

            Gülümsedi Şeyh Yasin :

 

            -Senin de dikkatini çekti öyle mi oğlum ?

 

            -Elbette baba. Zannedersem bu görüntüleri izleyen herkesin dikkatini çekmiştir.

 

            -Çok doğru oğlum! Muhakkak ki halkın da dikkatini çekmiştir. Ama Amerika ve İsrail artık Arafat’ı istemiyor. Zaten uzun zamandır Ramallah’taki bürosunda da bu yüzden mecburi ikamete zorlanmış.

 

            -Bu sebeple mi Başbakan Mahmud Abbas zirveye katıldı?

 

            -Elbette oğlum. İsrail Arafat’ı muhatap olarak kabul etmediğinden Başbakan Mahmud Abbas bazı yetkilerle donanıp zirveye gönderildi. Zaten bu aralar derinden derine özerk yönetim şaşkın ve ne yapacağını bilmez bir halde.

 

            -Neden Arafat bir çözüm yolu bulmuyor baba?

 

            Şeyh Yasin karşısındaki genç Abdi’ye baktı.

 

            -Nasıl anlatsam oğlum? Dedi. Bu, bir duruş eksikliğinin neticesidir. İşgalci yönetime güvenilmeyeceğini zamanında bilmek, o basirete sahip olmak lazımdı. Barış yolu diye söylenen şey gerçek değildi. Direnişin ve cihadın yerini tutamazdı. Tavizler ve yumuşak politikaların neticesi bu oldu. Arafat bunu anladığı zaman ne yazık ki vakit geçti. Şimdi de yetkilerini kaybetmenin mücadelesini veriyor. Ama artık dış destekten yoksun ve dışlanmış bir vaziyette.

 

            -Ya bu anlaşma baba?... Haberde 2005 yılında Filistin Devletinin kurulacağından bahsedildi.

 

            -Yaldızlı sözler bunlar oğlum. Yaldızlı ve afili sözler… Amerika ve İsrail, menfaatlerinin olmadığı hiçbir anlaşmaya imza atmazlar. Görmedin mi? Mahmud Abbas, kurtlar sofrasındaki kuzu gibiydi. Hem bu anlaşmanın bir çok kusurları var : Mesela Siyonist düşman, Filistin tarafından utanmadan hala yeni tavizler istiyor. Asıl korunmaya ihtiyacı olan halkımızken, kendi güvenliğini ön planda tutuyor. Hem de bunu özerk yönetimin eliyle yapmak niyetinde.

 

            -Anlamadım baba!

 

            -Yani özerk yönetimi kendi halkına karşı polis devleti niteliğine sokmak uğraşında. Bir başka deyişle “direnişi kontrol altına alın” demeye getiriyor.

 

            -Bu olmayacak bir şey baba.

 

            Tebessüm etti Şeyh Yasin. Zaman zaman oğullarıyla akidevi ve siyasi sohbetler yapar, onların feraset ve basiretlerinin açılmasına yardımcı olurdu. Oğulları Hamas’ın siyasi işlerinde uygulamalı bir tecrübe görüyor, stajvari bir birikim sahibi oluyornlardı.

 

            -Baba dedi Abdi.  Geçenlerde bir arkadaşım Doğu Kudüs’ü geçip minibüsle Ramallah’a gittiğini söyledi. Babasının ilgiyle dinlediğini görünce devam etti. Utanç duvarının 67 savaşından sonraki sınırdan daha fazla içeri girdiğini görmüş. Hatta Yeşil Hattı geçip Filistin bölgesinden yeni toprakları kapsıyormuş.

 

            -Demek ki geçen hazirandan bu yana bir yıl içinde bu utancı epeyce somutlaştırmışlar.

 

            -Geçen sene Ramallah’ta Arafat’ı bürosunda kuşattıklarında geri çekildikleri zaman işgalci askerler her tarafı yıkmıştı baba.

 

            -Duymuştum oğlum.

 

            -İşte şimdi o yıkıntıların hepsi kaldırılmış baba. Şehir de temizlenmiş. Fakat…

 

            Durdu Abdi. Şeyh Yasin’in dikkatini eken bu soluklanış manalıydı.

 

            -Fakat ne oğlum?

 

            -Fakat Ramallah’ta Coca Cola, Mc Donalt’s ve özellikle de gece kulüplerinin varlığı manevi yıkıntı olmuş.

 

            -Evet oğlum! Bu doğru! Maalesef bu bizim iç yaramız. Halkımız bir kültür emperyalizmine maruz kalmış. Anlayacağın, bizler sadece işgalci askerlerle savaşmıyoruz. 1960’lardan bu yana, halka İslami şuur ve bilinç aşılamak için bir çok dernek ve teşkilat adı altında çalıştık. Gençlerimizi ve insanlarımızı kültür erozyonuna karşı uyanık olmaya çağırdık. Zira direniş kuru bir cihad ile değil yürek ve bilek birlikteliğinde iman eşliğinde olur. Fakat insan eğitmek kadar zor bir zenaat oğul. Yine de azimle ve Allah’ın yardımıyla bu günlere geldik. Duyduğun, gördüğün ve şahit olduğun her manzarayı iyü düşün. İslam nimetinin idrakinde olmayanlar, yoldan çıktıklarını yahut zorda olduklarını kabul etmeyen bir gaflet uykusundadırlar. Bunu onlara anlatmak köre renk anlamak gibi bir şey. Ama şunu bil ki kör olmayanlar daha çok.

 

            -Bir de arkadaşım Mescid-i Aksa’yı gezmiş baba!

 

            -Mescid-i Aksa mı dedin?

 

            Mescid-i Aksa sözü babasını heyecanlandırmaya yetmişti.

 

            -Evet baba! Mescid-i Aksa… Fakat çevresindeki bir çok yerleşim yeri ve evler planlı bir şekilde tahliye ediliyormuş. Ardından da Yahudi göçmenler yerleştiriliyormuş. Dediğine göre İsrail İskan Cemiyeti adlı aşırı Siyonist bir terör örgütü bu işi üstlenmiş. Özellikle Silvan ve Vadi Havle semtleri ile el-Mağaribe mahallesi kısmen tedrici, kısmen de oyduğunu gibi yıkılmış. Daha beteri işgalcilerin Mescid-i Aksa’nın altında yıllardır yaptıkları kazılarmış. Bunun sonucunda el-Meğaribe kapısı ile Burak Duvarı arasındaki yer çökmüş. Ne İslami Vakıflar Dairesine ne de el-Aksa İmar Kurumuna yeniden yapımı ile ilgili izin verilmiyormuş. Kutsal mabedimiz göz göre göre yıkılıyor.

 

            Şeyh Yasin kitaplığındaki Mescid-i Aksa’nın resmine baktı “Ey sarı kubbeli sevgili!” dedi. “Ya sen özgür olacaksın ya da bencileyin yoluna kurban…”

 

            10 Haziran 2003!..

 

            Henüz Akabe zirvesinde imzalanan yol haritası anlaşması üzerinden bir hafta geçmemişti. O gün yanına oğlunu da alan Dr. Rantisi ve korumaları otomobildeydiler. Hava sıcak ve bunaltıcıydı. Açık camlardan esen rüzgar, haziranın sıcaklığını araba hareket ettiği sürece bir nebze olsun unutturuyordu.

 

            Caddede ilerleyen araç şoförü aniden ortaya çıkan bir Amerikan yapımı Apachi halekopterini gördü. Herkes olacakları anlamıştı. Kolay bir hedef olabilirdi. Sağa sola zikzaklar çizerek hızını arttırdı.

 

            Helikopterin fırlattığı ilk füze hedefi ıskalayınca, pilot öfkeyle ikinci füzeyi fırlattı. Kalabalık yolda patlayan füzeler ortalığı savaş alanına çevirdi.

 

            Otomobilin zikzaklı gidişi ve ilk iki füzenin hedefi ıskalaması pilotu çileden çıkarmıştı. Öfkeyle füzeleri peş peşe fırlattı. Art arda ateşlenen füzeler otomobilin önüne arkasına düşüyor, fakat isabet etmiyordu. Neticede otomobile isabet eden bir füze, pilotun sevinç çığlıkları atmasına sebep oldu. Görev tamamdı ve gitmeliydi artık. Hemen gök boşluğunda tüm uğursuzluğuyla süzülüp kayboldu. Arkasında bıraktığı cinayetin sorumluluğundan habersizdi.

 

            Uzun yol boyunca asfalt yer yer gediklerle doluydu. Atılan füzeler kocaman gedikler açmıştı. Son füzeyle parçalanan otomobilin ön tarafını dağıtmıştı. Devrilen araçtan inleme sesleri yükseliyordu. Etraftan koşanlar araçtakileri çıkarmaya çalıştı.

 

            -Yardım edin! Koşun! Diye bağırdı birisi.

 

            -Ambulans!.. Ambulans çağırın! Diye bir diğerinin feryadı yankılandı.

 

            Halk aracın başına üşüşmüştü. Otomobile yakın, yerdeki iki ceset hemen hastaneye kaldırıldı. Rantisi, oğlu ve bir koruması yarılı olarak gelen ambulansa alındı. Yol boyu atılan güzelerden dolayı ayrıca bir çok yaralı vardı. Tam manasıyla bir katliamdı bu.

 

            Haber duyulduğu an, halk sokaklara döküldü. Şiddetli protesto gösterileri ve atılan sloganlar manidardı. Megafonlardan öfke ve nefretin sesi dalga dalga çarpıyordu işgalci İsrail’in yüzüne.

 

            Tüm direniş grupları eylemi kınamış, intikam yeminleri etmişti. Direniş grupları arasında bu gibi olaylar/eylemler kaynaştırma görevi görüyordu. Adına ve şanına bakılmaksızın birlik ve beraberliği perçinleştiriyordu.

 

            Akın akın hastane ziyareti devam ederken, Rantisi’nin yaralı koruması da hastanede hayatını kaybetti. Ranhtisi ve oğlu dahil olmak üzere yarılı sayılı yirmi beşe yükseldi.

 

            Bu olaydan kısa bir süre sonra yol haritası çerçevesinde özerk yönetimin çeşitli direniş gruplarıyla görüşmeleri başladı. Gaye yol haritası muvacehesinde şiddet olaylarının karşılıklı olarak tamamen durmasını sağlamak için direniş grupları ve İsrail işgal ordusu arasında ilk etapta üç aylık bir ateşkes yapmaktı. Fakat hiçbir direniş grubu buna inanmıyordu. En yakın örnek, yol haritasının imzalanması üzerinden henüz bir hafta geçmeden Rantise’ye yapılan suikasttı. İşgalci İsrail’in bu konuda güvence vereceğini, hiçbir direniş grubu gerçekçi bulmuyordu.

 

            Tüm direniş gruplarının gözü Hamas’taydı. Hamas ve İslami Cihad özerk yönetimden güvence istedikten sonra işgal yönetiminin saldırılarını durdurması ve Filistinli mahkumların bırakılması şartıyla 29 Haziran 2003’ten geçerli olmak üzere ateşkesi kabullendiklerini açıkladılar. Diğer direniş gruplarından bazıları da ayrı ayrı aynı şartlarda ateşkesi kabul ettiklerini ilan ettiler.

 

            Fakat Filistin halkı başta olmak üzere dünya kamuoyu dahil hiç kimse İsrail’e güvenmiyordu. Çünkü verilen nice sözler çiğnenmiş, nice vaatler alt üst edilmişti. Saron’un bu konuda karnesi dolu doluydu. Bu ateşkes işgalci yönetimin gerçek yüzünü dünyaya ilan etmenin ve direnişin haklılığını ortaya koymanın başka bir adıydı.

 

            On gün kadar sonraydı. Ramallah’taki özerk yönetimin kır saçlı Başbakanı Mahmud Abbas, ateşkesten bu yana meydana gemlen gelişmelerin değerlendirdiği bir toplantı yapıyordu. Yardımcısı ve bakanlarıyla etrafını çevirdikleri toplandı masasında, yüzler anlamsız ifadelerle doluydu.

 

            Yardımcısına bakan Mahmud Abbas :

 

            -Ateşkesin sağlanması için, dedi. Bazı direniş gruplarının liderleriyle görüştük, ikna ettik. Fakat asıl önemli olan Hamas’tır. Yarın Şeyh Ahmet Yasin’le de görüşeceğim. Hatta İslami Cihadr’la beraber yönetime katımları için onu ikna etmeye çalışacağım.

 

            -Yönetime katılanlar mı? Dedi yardımcısı şaşkınlıkla.

 

            -Evet dedi Mahmud Abbas. Zira direnişin gruplarını kontrol altına almanın başka bir yolu yok.

 

            Masanın etrafındaki diğer bakanlar söylenenleri ilgiyle dinliyorlardı. Kimsenin konuşmadığını görünce bunu haklılığının tasdikine yordu.

 

            -Ateşkesten bu yana son on günlük gelişmelerin raporunu dinlemek istiyorum, dedi.

 

            -Hemen efendim, diyen yardımcısı önündeki dosyayı açtı. İlk sıraya bakarak konuştu :

 

            -Efendim! Her ne kadar direniş grupları İsrail’in saldırılarını durdurması şartıyla ateşkese destek verdilerse de :

 

 

            Mahmud Abbas, oflayıp, pofluyordu. Çünkü, El-Aksa Şehitleri Tugayı Arafat’a yakın askeri bir güçtü. Arafat’la arası açık olan Abbas, bunu hatırladıkça sıkıntı basıyordu kendisini.

 

 

            -Ateşkesten bu yana geçen son on günlük değerlendirmede İsrail7in yaptığına bak! dedi Mahmud Abbas öfkeyle. Tüm bunlar adeta ateşkes olmasın demenin fiili adı.

 

            Ertesi gün Şeyh Yasin’le görüşen Mahmud Abbas, Hamas’ın yönetime katılıp pasivize edilmesi konusunda yanıldığını anlamıştı. Her ne kadar Şeyh Yasin ateşkese İsrail karşılık vermediği sürece uyacaklarını açıkladıysa da ateşkesin uzun ömürlü olmayacağını sezmişti.

 

            Gazze şeridindeki Cebalye mülteci kampı !

 

            87 intifadasının doğduğu meakan… Yeri göğü inleten mahşeri bir kalabalık toplanmıştı. Sloganlar ve lanetler hep işgalci İsrail için. Tepkiler sinelerden nefret ve öfkeye dönüşerek çıkıyordu.

 

            Filistinli mahkumların salıverilmesi için yapılan bu gösteride öfke, havada slogan slogan uçuyordu. Bir ara kalabalıkta bir dalgalanma oldu. Toplananların kenara çekilerek kendisine yol açtığı bu adam, Hamas’ın üst düzey yetkililerinden Nizar Neyyan’dı. Gösteriye katılanlara hitaben yaptığı konuşma, halkı çoşturuyor, infiale getiriyordu.

 

            …Geçici ateşkes süresince eğer Filistinli mahkumlar serbest bırakılmazsa, mahkumlarla takas yapmak amacıyla Yahudi askerlerini kaçıracağız.

 

            Yükselen tekbir sesleri ve verilen mesajlar ayyuka çıkmıştı. Dalga dalga yayılan bu tepki bir çok hapishanelere de sirayet etti. Askalan zindanı, Mecdo Askeri Hapishanesi, Ramle Nefiye Terasta ve Biru’s-Seba başta olmak üzere, bir çok zindanda Filistinli tutuklu ve mahkumların bırakılması için grevler ve dayanışma protestoları düzenlendi.

 

            Nihayet Siyonist İsrail hükümeti Filistinli mahkumların serbest bırakılması hususunda taviz vermeye hazır olduğunu Haaretz gazetesinde dile getirdi. Buna göre, Hamas ve İslami Cihad’a mensup mahkumların da bırakılacak arasında olabileceği yazıldı.

 

            Ama buna rağmen işgalci İsrail operasyonlarından ve baskılarından vazgeçmiyor, cinayetlerine devam ediyordu. Cenin kampını yine basması, Nablus’ta, Gazze’de, Batı Şeria’da Tulkarim’de halka ateş açıp bir çok ölü ve yaralıya sebep olması, Arafat’a bağlı el-Fetih grubunu çileden çıkardı. Yapılan açıklamada : “İşgal devleti ateşkes konusunda kamuoyunu yanıltmaktan başka bir şey yapmamaktadır. İşgalci düşman, güvenlik organizasyonlarının arkasına sığınarak istediği her şeyi yaparken, ateşkes sadece Filistin tarafından istenmektedir.” Denildi. Böylece ateşkese uymayacakları ilan edildi. Cinayetsiz geçmeyen bir gün, bir saat yoklu mazlum Filistin’de…

 

            Bu süreçte direniş grupları ve işgalci İsrail taraflarınca dünya basınına karşılıklı demeçler veriliyor, bir çok konuda açıklamalar ve beklentiler dile getiriliyordu.

 

            Ateşkesin üzerinden bir ay geçmişti. Batı Yaka’nın Kakilya şehri Deyrul-Gurun kasabasında binlerce Filistinlinin katıldığı görkemli bir protesto gösterisi düzenlendi. Protestocular “güvenlik duvarı” diye bilinen utanç duvarının yapılmamasına yönelik sloganlar atıyor, seslerini dünyaya duyurmak için direniyorlardı. Yapılan konuşmalarda duvarın Filistinlilere ait binlerce dönüm arazinin gasp edilmesine sebep olduğu tekrar tekrar vurgulandı.

 

                                                                           *

 

            Batı Yaka’nın Nablus şehrindeki Filistin mülteci kampı… Sabahın erken saatleri… Tozu dumana katarak kampa giren İsrail işgal askerleri, kuşatmaya aldıkları kampı kurşun yağmuruna tuttular. Etrafa atılan bombalar, kırılan camlar, yıkılan duvarlar ortalığı savaş meydanına çevirmişti.

 

            Etrafa sarılan yedi katlı bir binanın civarındaki evler kuşatıldı. Bir çoğunun kapıları kırıldı, içeri dalan askerler ev sakinlerini yaka paça dışarı atıyor, kimini de tutukluyordu. Korku ve panik yaşatmada adeta mahirdiler.

 

            Fakat bir türlü yedi katlı apartmana yaklaşamıyorlardı. Uzaktan uzağa ateşlerine, binadan şiddetle karşılık veriliyordu. Karşılarındakiler silahsız halk değildi. Yanaşmak, bedel ödemek demekti.

 

            Apartmana Hamas’ın askeri kanadına mensup direnişçiler vardı. İsrailli komutan olayı izliyor, kara kara düşünüyordu. Sabahtan beri yanaşamadıkları bu binadaki direnişçileri toptan imha etmeliydi. Vakit geçtikçe uzuyor, aleyhlerine işliyordu…

 

            Biraz düşündü. Eli araç telefonuna gitti. Bir müddet bilinmeyen bir yerle konuştu. Çeşitli tarifler yapıp, koordinat verdi. Saatine baktı. Aracının koltuğunda biraz daha oturdu. Daha sonra askerlerini geri çekti.

 

            Yaylım ateşin azaldığı ve askerlerin apartmandan biraz daha uzak durmaları içerdeki derinişçileri kuşkulandırmıştı. Bu gelişmenin nedenini düşünürken ansızın duyulan Apachi helikopterinin sesiyle pencereye koştular. Semada beliren helikopter süzülüp apartmanı füze yağmuruna tuttu. Geldiği gibi kayboldu.

 

            Geriye yedi katlı apartmanın koca enkazından başka bir şey kalmamıştı. Hamaslı direnişçilerin şehadetiyle neticelenen bu İsrail askeri operasyonunda iki İsrail askeri öldürülmüştü.

 

            Aynı gün Gazze’de Hamas adına İsmail Ebu Şenneb’in açıklası yankılandı.

 

            -Siyonist düşman bu sabah ateşkesi açıkça ihlal etti. Bizce kırmızı hat aşıldı. Böyle bir saldırı karşısında sessiz kalamayız. Şehitlerimizin temiz kanları yerde kalmayacak ve bu iğrenç cinayete cevabımız Allah’ın izniyle şiddetli sarsıntıya yol açacak türden olacaktır.

 

            Bu operasyona karşı düzenlenen cenaze töreninde büyük bir öfke seli vardı. Bir yandan intikam yeminleri edilirken, diğer yandan tül direniş grupları ve özerk yönetimin, işgalci İsrail yönetimini eleştiriyordu. Hatta Arafat kameraların karşısına geçip gazetecilere yaptığı açıklamada.

 

            -İsrail’in yaptığı şey sadece ateşkesi değil, tüm barış sürecini öldürmektir, dedi.

 

            Nitekim Ebu Şenneb’in dediği gibi kısa bir süre sonra Kudüs’te Hamas ve İslami Cihad’ın ortaklaşa düzenlediği bir eylemde Siyonist yerleşimcilerden 20 kişi öldü, 120 kişi de yaralandı. Körüklü bir otobüsün içinde meydana gelen istişhadi eylem, aşırı Siyonistlerin korkulu rüyası olmuştu.

 

            Ateşkesin bozulduğu artık fiili olarak aşikar olsa da resmi olarak ortadan kalktığı taraflarca açıklanmamıştı. Fakat aradan geçen 50 günlük süre içinde kıvılcımı tutuşturan ve ateşkesi hep ihlal eden işgalci yönetim olmuştu.

 

            21 Ağustos 2003, Perşembe günü Kudüs’teki bu büyük eylemin hemen ertesi günüydü. Gazze’nin Rimal semtinde Amerika yapımı Siyonist Apachi helikopterleri yine bir füze saldırısı düzenledi. Hamas’ın siyasi liderlerinden İsmail Ebu Şenneb ve iki koruması şehid oldu.

 

            Yıllardır Şeyh Yasin’in dizi dibinde yetişen talebesi ve onun adeta gölgesi olan Ebu Şenneb, cennet yolcusuydu. Şehid olan korumalarından biri Şeyh Yasin’in damatlarından Hani Ebu Ömereyn’di. Şeyh Yasin iki defa yüreğinden vurulmuştu. Üzüntüsü kat kattı. Hastalığının artmasına vesile olan bu eylem onu derinden üzmüştü. Nereye dönse Ebu Şenneb’i görüyor, nereye yönelse onun silüetiyle karşılaşıyor gibiydi. Ebu Şenneb eli, Ebu Şenneb koluydu.

 

            Ertesi gün Cumaydı. Görülmemiş bir tepkiyle tüm direniş grupları sert açıklamalarda bulundular. Ajanslara geçen fakslarda Hamas ve İslami cihad ortak bir açıklamada bulunmuştu : “Biz 21 Haziran 2003 tarihinde birlikte ateşkes ilan ettiğimiz gibi, bugün yine birlikte askeri eylemlerin askıya alınmasının artık sona erdiğini ilan ediyoruz. Bunu Şaron’un bizzat kendisi sona erdirmiş ve kendisi katletmiştir. O, siyasi zat kendisi sona erdirmiş ve kendisi katletmiştir. Şaron geçmiş 50 gün içinde de halkımıza, onun toprağına ve kutsal değerlerine yönelik saldırgan tutumunu, öldürmeleri tutuklamaları, yıkımları ve baskınları sürdürmek suretiyle ateşkesin üzerine bir çok öldürücü ok fırlattı.”

 

            Bu açıklamayla birlikte Siyonist işgale karşı tutuşturulan intifada ateşi tekrar yükselişe geçti.

           

            O Cuma akşama kadar on binlerce Filistinli, gösteriler yaptı. Mühendis Ebu Şenneb’in intikamının alınacağı üzerine tekrar tekrar yeminler edildi. Özgürlüğe giden yolda bir yıldız daha kaymıştı. Geride “Sende mi bizi bıraktın Ebu Şenneb?” diye hasretler söylettiren bir ölümle, bir şehadetle…

 

 

                                                   YİRMİNCİ BÖLÜM

 

            Yolda düşünüyordu. Şeyh Yasin Ebu Şenneb’in şehadeti onu daha bir ihtiyarlatmıştı. Sabah evden çıkışı geldi gözünün önüne. Damadı Hani Ebu Ömereyn’in şehadetiyle dul kalan kızının hüznünü hatırladı.

 

            Evden ayrılmadan önce torunlarını severken Hani’nin çocuklarına ayrı bir sevgi, ayrı bir ilgi gösterdi. Bir köşede sessiz sedasız duran kızını yanına çağırdı. Teselli verip gönlünü bir daha aldı. Bu davanın zor, fakat izzetli olduğundan, Hani gibi yiğit erlerin omuzlarında yükseldiğinden bahsetti.

 

            Hani, damadıydı. Şenneb ise davadaşı, sırdaşı… Araba ilerlerken hep bunları düşündü. “Hani benim damadımsa” diye geçirdi içinden. “Ebu Şenneb benim elim, ayağım her şeyimdi.” Tüm şehitler gibi Filistinlinin özgürlüğü için onlar da yapı taşları oldular. Şefaatlerine bizi nail et Allah’ın.” Gözlerinden taşan iki damla yanaklarından süzüldü.

 

            Bürosuna vardıktan sonra önüne konan haber özeti raporların başlıklarına göz attı :

 

 

            Son başlık dikkatini çektiyse de ilk başlığa baktı. Emir büyük yerden görünüyordu. Hala kör, hala basiretsiz olan özerk yönetim, “denize düşen yılana sarılır” misali  hala Amerika’ya sarılıyordu. Birlik ve beraberliği direniş grupları arasında kaldırmak demek Filistin davasının yok olması demekti. Öyleyse Arafat’a ne oluyordu? Hangi cesaretle “İsrail’in saldırılarını durdurması halinde direniş gruplarına karşı önlem alacağını söyleyebiliyordu. Hangi akla işgalci İsrail ile hala ateşkes yapılmasını isteyebiliyordu? Ah basiret! Ah feraset! Dedi kendi kendine. Bu tehlikeli ve olmayacak bir işti.

 

            6 Eylül 2003 tarihli son haberin özetine baktı :

 

 

            Duvardaki saate baktı. Zaman yaklaşıyordu. Toplantısı vardı ve zamanında orada olmalıydı. Korumalarıyla beraber randevu yerine ulaştığında vakit geç değildi. Toplantıdakiler, İsmail Haniye gibi Hamas’ın önde gelen liderleriydiler.

 

            Gazze’de buluşma yeri olarak seçilen büronun çevresinde olağanüstü bir durum, bir izlenim görünmüyordu. İçerideki toplantı harıl harıl devam ettiği esnada tüm uğursuzluğuyla pencereden içerdi giren F-16 savaş uçaklarının sesleri duyuldu. Büyük bir sarsıntı bir patlama sesi, herkesi yerlere serdi. Adeta deprem olmuş gibiydi. Sallanan binanın yan duvarı çöktü.

 

*

 

            Olaydan bir müddet sonra Abdi eve koşmuştu. Oğlunu gören Halime Hatun’un da az önce haberlerden öğrendikleri karşısında yüreği pır pır ediyordu. Endişe dolu gözlerle Abdi’ye baktı.

 

            -Baban dedi endişe dolu bir yüzle.

 

            Annesinin olaydan haberdar olan bakışları karşısında :

 

            -Telaşlanma anne! Dedi. Babam da diğerleri de sağ. Önemli bir şey yok.

            -Elhamdulillah ya Rabbi! Sözleri döküldü dudaklarından. Yüzüne renk geldi annesinin. Biraz daha rahatlayan bir merakla sordu.

 

            -Nasıl olmuş?

 

            -Babamın toplantıda olduğu binaya işgalci yönetimin F-16 uçakları füze fırlatmışlar. Ama yan binaya isabet etmiş. Babam elinden yaralanırken binada bulunanlardan aralarında çocukların da bulunduğu 15 kişi çeşitli yerlerinden yaralanmışlar. Allah’a şükür kayıp yok.

 

            -Allah’a şükürler olsun! Ya baban?... Baban nerede oğlum? Ben de merak edersin diye Mahmut Zahar amcadan izin alıp geldim.

 

            -İyi ettin oğlum! Allah onu ve bu davaya gönül verenleri korusun.

 

            Bir gün sonraydı. Binlerce Filistinli Şeyh Yasin’e geçmiş oysuna gelmişti. Meydanı dolduran insanlar PİR-İ İNTİFADA’yı görmek, senini duymak istiyordu.

 

            “Kahrolsun İsrail!”

 

            “Yaşasın Hamas!”

 

            “Yoluna kanımız, canımız fedadır!”

 

            “İslami direniş engellenemez!”

 

            “Ey Kudüs! Bu can sana kurbandır!”

 

            Sloganlar sloganları takip ediyordu. Kalabalık ne ayrılıyor, ne de susuyordu. Gittikçe artan Şeyh Yasin’in aşıklarını, ancak Şeyh Yasin durdurabilirdi.

 

            Tekerlekli sandalyesiyle yüksekçe bir yere çıkarılan Şeyh Yasin’in sesinin duyulması önce büyük bir uğultu ve tekbirlere neden oldu. Sonra büyük bir sessizlik çöktü meydana. Uzunca konuştu.

 

            -Kardeşlerim! Hiç kimse Hamas liderliğini ortadan kaldırıp, kaybettiremez. Siyonist düşmanlar saldırıyor, hiçbir sınır tanımıyor. Hiç kuralla kendini sınırlandırmıyor. Evmiş, çocukmuş, kadınmış ayırt etmiyor. Evet F-16’larımız, Apachi helikopterlerimiz yok. Uzun menzilli füzelerimiz de yok. Ama savaşmaya ve şehid olmaya hazır insanlarımız var. İşte düşmanı sarsan ve onu can evinden vuran budur. Biz halkınıza söz veriyorsunuz ve herkese ilan ediyoruz ki direniş ve cihad bizim tercihimizdir. Zafere giden yok şehadetle kanla bezenmiştir. Biz Allah’a söz verdik şimdi size söz veriyoruz asla teslim olmayacağız. Yol istediği kadar uzun olsun. Biz bu yolda yürümeye devam edeceğiz. Sonunda zafer müminlerindir. Çünkü Allah bize zafer ve yer yüzünde egemenlik vaad etmiştir. Allah istediğini yapmaya kadirdir. Direneceğiz kardeşlerim. Düşmana asla unutamayacağı bir ders vereceğiz. Biz bir ölür bin diriliriz düsturuyla yeşeren bu kutlu sevdanın tek hakikati var kardeşlerim. İnnehu le cihad, nesrun ev istişhad. Bu öyle bir cihaddır ki ya zafer ya şahadetle biter.

 

            O gece de bir önceki gece gibi yatamadı Şeyh Yasin. Filistin’in mazlumiyetine yanan yüreği onu son zamanlarda daha çok uyutmuyordu. Yaşanan zulmü ve dostlardan ayrıldığını düşündükçe geceleri ibadete sığınıyor, ruhunu gözyaşlarıyla için için arındırıyordu. Kalbiyle Allah’a yakın olduğunu hissetiği anlar, bir serinlik esiyordu yüreğinde. Gecenin ihyasi, tilaveti, kıratı gönül aleminde bir kıyam, bir direniş yeşertiyordu perçin, perçin.

 

            Fakat ümmetin halini, duyarsızlığını düşündükçe nefesi daralıyor, göğsü sıkışıyor, üzüntülere gark oluyordu. Neden dünya Müslümanları duyarsız kalıyordu, Filistin davasına. Neden suskun, aciz ve yaşayan birer ölüler olmuşlardı? Neden şerefli direnişçiler terörist ilan edilirken, Siyonist katiller görmezden geliniyordu?

 

            İlahi buyruğu hatırladı : “Size ne oluyor ki “Rabbimiz! Bizi bu zalim kavimden kurtar! Bize katından bir sahip, bir yardımcı gönder!diye feryat eden kadın, çocuk ve mustazaflar adına Allah yolunda savaşmıyorsunuz?”

 

            Yüreği yangın yeriydi Şeyh Yasin’in. Gündüz kaleme aldırdığı duayı hatırladı. Tüm benliğiyle, tüm içtenliğiyle ve tüm samimiyetiyle gözlerine hücum eden yürek acısını Rabbine arz etmek için dudakları aralandı :

 

            -Allah’ım! Sana şikayette bulunuyorum… Sana şikayette bulunuyorum… Sana şikayette bulunuyorum. Gücümün azlığını, imkanımın yetersizliğini ve insanlara karşı zaafımı  sana şikayet ediyorum… Sen mustazafların Rabbisin… Sen bizim Rabbimizsin… Bize kime bırakıyorsun…

 

            Şeyh Yasin’e yapılan suikaste misilleme olarak ertesi gün yine muhtelif eylemler düzenlendi. Gazze’de düzenlenen bir eylemde bir İsrail askeri araç tamamen tahrip edilirken, bir işgalci askeri de öldürüldü.

 

            Yine Şeyh Yasin’e yapılan eylem, günlerce süren protestolara sebep oldu. Bir çok kamu kurum ve kuruluşları bildiriler dağıtıyor, ilanlarla, yürüyüşlerle eylemi ve İsrail’i kınıyordu.

 

            Gazze İslam Üniversitesi öğrenci meclisi tarafından da Şeyh Yasin’e destek yürüyüşü düzenlendi. Binlerce öğrencinin katıldığı bu yürüyüşte öğrencilere hitaben Şeyh Yasin bir konuşma yaptı. Filistin halkının özgürlüğü için verilen mücadeleyi hiçbir şeyin etkilemeyeceğini, bağımsızlık mücadelesinin süreceğini vurguladı.

 

            Avrupa Birliğinin o sıralarda Hamas’a mali destek sağladığı iddiasıyla bazı kuruluşların hesaplarını dondurması konusuna da değinerek :

 

            -Bu dedi. Avrupa birliği’nin genel politikasının ihlal edilmesi ve tümüyle Amerika’nın safında yer almasıdır. Çünkü Avrupa Birliği daha önce tarafsız kararlar alıyordu. Ama bu sefer tamamen Siyonist düşmanın tarafını tutmuştur. İşgale ve gaspa karşı canlarını savunan bizler mi teröristiz?...

 

                                                                       *

 

            İsrail işgal yönetiminin azgınlaşmış saldırıları dur durak bilmiyor sürekli artıyordu. Köşeye sıkışmış kedi misali pençelerini gösterip, ölçüsüz ve kuralsız saldırıların, baskınlarına devam ediyordu.

 

            10 Eylül 2003 günüydü. Abdi birazdan evden ayrılacaktı. Ancak farklı bir halet-i ruhiyeye, bir neşeye sahipti. Şeyh Yasin’in gözünden kaçmayan bu durum, Halime Hatunun da dikkati çekmişti.

 

            Her günkü evden ayrılışından farklıydı bu gidiş. Kapı kapanınca ihtiyar yüreğine tuhaf bir his yayıldı. Şefkatine yordu Şeyh Yasin…

 

            Abdi, Mahmud Zahar’ın evine gitmişti. Zaman zaman ona korumalık yapıyor, ondan siyasi ve didaktik dersler alıyordu. Zahar, uluslar arası basına Hamas’ın açıklamalarını yapan, demeçlerini veren ve dolayısıyla tanınan bir isimdi.

 

            O gün Şeyh Yasin hazirandaki suikasttan yaralı olarak kurtulan Dr. Rantisi’yi karşısında aniden görünce hem şaşırmış, hem de bir şeyler olduğunu sezmişti. Birbirlerini kısaca sordular. Şeyh Yasin’in olanlardan henüz haberdar olmadığını anlayan Rantisi yutkunarak ;

 

            -Efendim, dedi. Buraya bir haber vermeye geldim.

 

            Yüzündeki üzüntü gözlerinden okunuyordu. Olabilecek her türlü gelişmeye hazırdı. Şeyh Yasin. Bu dava yıllardır kendisine bu gerçeği öğretmiştir.

 

            -Nasıl bir haber Rantisi?

 

            -Bugün… Bugün Mahmuh Zahar’ın evine saldırı düzenlendi.

 

            -Saldırı mı?

 

            -Evet efendim! Fakat Zahar bayından ve sırtından hafif yaralı olarak kurtuldu.

 

            Gülümsedi Şeyh Yasin :

 

            -Allah’a hamd olsun. İyi ya! Dedi. Zahar kurtulmuşsa ne diye üzgünsün hala?

 

            Ansızın aklına Abdi geldi. Beyninde şimşekler çaktı. Aniden :

 

            -Yoksa Abdi!...

 

            Dr. Rantisi başını önüne eğdi. Yasin içinden bir şeylerin koptuğunu hisseti. Boğazı düğümlendi. Yutkunmakta zorluk çekiyordu. Kısa bir suskunluktan sonra :

 

            -İnna lillahi ve inna ileyhi raciun, ayeti döküldü dudaklarından. İhtiyar yüreğini nice acılara alıştıran Şeyh Yasin, buna da alıştırdı. Kalbine gömdü acısını içine yüreğine akıttı gözyaşlarını. Bir müddet sonra bir babanın merhameti, bir baba kalbinin şefkati yansıdı dudaklarına

 

            -Abdi!... Sevgili oğlum!...

 

            Üzgündü. Rantisi’ye baktı :

 

            -Nasıl oldu? Dedi. Titrek sesiyle :

 

            -İsrail işgal gücü, dedi Rantisi. Bugün F-16 uçaklarıyla Zahar’ın evini tıpkı Şehid Salah Şehade’nin evini bombaladıkları gibi füze bombardımanına tuttu. Zahar yaralı kurtulurken 24 yaşındaki oğlu Halid, bir koruması ve Abdi şehadet makamına ulaştılar. 20 kişi de yaralandı. Şehidler, Zahar ve yaralılar hastaneye kaldırıldı. Hastane halkın akınına uğradı. Ben de size geldim.

 

            -Allah razı olsun!...

 

            -Ayrıca kalkmadan söyleyeyim ki Muhammed Deif’i gördüm efendim. Akşam…

 

            Şeyh Yasin söylenecekleri anlamıştı :

 

            -Yaşanan gelişmelerle ilgili açıklamaları yaparsınız, diyerek Rantisi’nin sözünü kesti. Ben de annesine Abdi’nin şehadetini haber vereyim.

 

            Dr. Rantisi gittikten sonra Şeyh Yasin Halime Hatuna yani bir anneye oğlunun şehadetini nasıl haber vereceğini düşünüyordu. Fakat hanımına güveniyordu. İlk önce sarsılsa da toparlanarak Allah’ın takdirine teslim olacaktı. Yıllardır beraber yaşadığı hanımını biliyordu.

 

            Nitekim gözyaşlarına boğulan, Halime Hatunun anne yüreği oldu. Aile, kızıyla, sarsıldı. Bu ölüm, her ölümden öteydi. Bir oğuldu ölen; bir can, bir kandı.

 

            Şeyh Yasin’in teselli verin sözlerine ilaveten okuduğu ilahi müjde serpmişti yüreklere : “Allah yolunda öldürülenleri sakın  ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler. Rableri yanında rızıklara mahzar olmaktadırlar. Allah’ın lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmış olan şehid kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar. Onlar, Allah’tan gelen nimet ve keremin; Allah’ın müminlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler.

 

            Sonunda basiret galebe çaldı. Filistin için şehid veren her aile gibi Yasin ailesi de bir şehid sahibiydi. Şu kampla, şu Filistin toprakları her gün, her saat bir şehid vermiyor muydu? Şehitsiz bir ev zor bulunurdu. Bahtiyar saydılar kendilerini. Bahtiyardı Yasin ailesi.

 

            Olayın akabinde Kudüs’te ve Tel-Aviv yakınlarında yapılan istişhadi eylemlerde 16 ölü, 80 yaralı haberleri televizyonlara yansıdı. Hem de coğu işgal asreriydi.

 

            … Bu eylemler, İsrail işgal kuvvetlerinin cinayetlerine “misilleme”dir. Bu eylemlerle Siyonist saldırılara karşılık verilmiş oldu.

 

            “Misilleme” kelimesini mahsus kullanmıştı Dr. Rantisi. Zira dünya basını İsrail’in cinayetlerini “misilleme” olarak tanımlarken, direniş gruplarının eylemlerinin “terör” olarak nitelendiriyordu. Bu çelişki yahut bilinçli tavra dikkat çekmek gerektiği için, Rantisi misilleme kelimesini özellikle vurgulamıştı.

 

            11 Eylül sonrası Amerika’dan aldığı cesaretle özgürlük savaşı için direnen Filistinli liderleri yok etme politikası güden İsrail, Dr. Rantisi, İsmail Ebu Şenneb, Şeyh Yasin ve Mahmud Zahar gibi direnişin önde gelen liderlerine suikastlar düzenliyordu. Diğer direniş gruplarının da bu cinayetlerden nasibini alması, işgal yönetiminin paniğe kapıldığının göstergesiydi.

 

            Hamas’ın öncü şahsiyetleri bunu sezdikleri için Şeyh Ahmed Yasin’i daha iyi korumak adına güvenlik önlemlerini arttırmışlardı. Şeyh Yasin’in programını kaldığı yerleri evine gidiş zamanlarını herkese duyurmuyor, onu gözlerden uzak tutuyorlardı. Hatta gazetecilerle buluşturmuyor, mülakat vermiyorlardı.

 

            Bu kısa süren önlem, suikasttan 20 gün sonra bozuldu. O günün özel bir anlamı olması dolayısıyla, Şeyh Yasin Filistin Enformasyon Merkeziyle bir röportaj yaptı. Bu röportajın özel olması, o günün hem Aksa intifasının başlamasının dördüncü yıl dönümüne, hem Mecsid-i Aksa’nın Selahaddin-i Eyyubi tarafından kurtarılmasının yıl dönümüne, hem de İsra mucizesine rastlamasıydı.

 

            Bu röportaj Şeyh Yasin, Filistin direniş hareketi hakkında Filistin halkına, Arap milletine ve İslam ümmetine ümit ve güven aşılayan mesajlar verdi :

 

            “… Bugün mübarek Aksa intifadasının üçüncü yılını geride bıraktık. Acıların fedakarlıkların, kan ve şehadetin, yaralama ve tutuklamaların yoğurduğu intifadanın dördüncü yılına giriyoruz…

 

            (…)

 

 

            Diyorum ki, bizim halkımız Siyonist düşmandan daha güçlüdür… İnşallah intifada halkımız zafere ulaşıncaya, düşman; teslim oluncaya, halkımızın haklarını, topraklarını, vatanını ve kutsallarını geri verinceye kadar sürecektir…

 

            (…)

 

            Şunu bilin ki, istişhadi eylemlerin Siyonist düşman üzerindeki etkisi çok büyüktür. İstişhadi eylemler Siyonist rejimi sarsmakta, temellerini çatlatmaktadır. Siyonist düşman güvensizdir. Rahat yüzü görmüyor. Ekonomisi ve sahip olduğu her şey çöküyor. Cinnet geçirip şuursuzca saldırması bu yüzdendir.

 

            (…)

 

            Düşman sivil halkımıza ve kutsal değerlerimize saldırmayı yasadışı etnik sürgünleri ve suikast girişimlerini durdurmayı kabul ederse, biz de onların sivillerine yönelik saldırılarımızı durdurabiliriz…

 

            (…)

 

 

            İntifadanın  durdurulmasını, direnişin sona erdirilmesini ve silah bırakılmasını ön gören projeler Amerikan projeleridir. Amerika bu projelerini bazen yeni bir bakan veya yeni bir başbakan aracılığıyla ya da başka bir yöntemle dayatmaktadır.

 

            (…)

 

            Bu toprak, bu vatan ve kendi toprağı üzerinde özgür bir halk istiyoruz. Topraklarından sürülen beş milyon Filistinli mültecinin evlerine geri dönmelerini istiyoruz. Bu gerçekleşirse, ancak o zaman direnişi durdurmaktan söz edilebilir…

 

            (…)

 

            Biz niçin silaha sarıldık? Neden direniyoruz? Niçin intifada oldu?... Filistin Özgürlüğüne kavuşuncaya ve bu topraklar üzerinde Filistin devleti kuruluncaya kadar savaşmaya devam edeceğiz.

 

            (…)

 

            Hamas liderliği sokaklardan ve halkın arasından çekilmeyecektir. Bugün sizinle buluşmamız, ortadan kaybolmadığımızın ve bedeli ne kadar ağır olursa olsun daima meydanda olacağımızın delilidir…

 

            …Ben çok zaman ortaya çıkarım. Mecme’ul İslam Mescid’inin cemaati buna şahittir. Bu gün ise, İsra ve Miraç dolayısıyla, Kudüs’ün haçlılardan kurtarılışının yıl dönümü münasebetiyle bir açıklama yapmak üzere karşınıza çıkmış bulunuyorum. İslam Ümmetine, Filistin halkının yanında yer alması için çağrıda bulunuyorum…

 

            (…)

 

            Hamas hareketi kitleleri harekete geçirecek güce sahiptir. Varlığını sürdürme gücü de vardır. Hamas liderliği de hiçbir korku ve endişe duymadan uygun gördükleri zamanda halkın karşısına çıkacak güce ve cesarete sahiptir. Çünkü şehadet onlar için bir amaçtır, bir fırsattır. Onlar ölümden korkmazlar.

 

            (…) Hamas bütün tarihi boyunca, bire ikiyle karşılık verecek düşmana isteği cinayetleri pahalıya mal edecek, ağır bedeller ödetecek güçte olduğunu kanıtlamıştır. Son eylemlerde Hamas’ın çok hızlı karşılık verme, misillemede bulunma gücüne sahip olduğunu gördünüz.

 

            (…)

 

            Terörist devlet çok kere uluslar arası kamuoyu önünde sıkıştırıldı. Ama hiç bir uyarıyı dikkat almadı. Dünyaya, Birleşmiş Milletlere ve Güvenlik konseyine saygısı yok. Evlere, kadınlara, çocuklara ve yaşlılara saldırdığı zaman Güvenlik Konseyinde aleyhine bir karar alındığında Amerika onu koruyor. Dünyada bundan daha büyük bir baskı olabilir mi? Ama dünyanın sessizliği bir mezarın sessizliğini andırıyor. Terörist devlet her gün evleri yıkıyor, ırkçı, duvarlar örüyor, tüm uluslar arası kararlara rağmen Filistin topraklarını gasp ediyor. Bu yüzden Siyonist devletin, baskılara, anlaşma önerilerine aldırdığı yok. Filistin yönetiminin veya Filistinli herhangi bir örgütün diyalog teklifine pek önem vermez. Üstelik bunları, Filistinli otorite ve örgütler için bir hezimet olarak değerlendirir. Ama biz yenilmeyeceğiz ve inşallah zafere ulaşacağız…

 

            (…)

 

            (Bush) İslam’a ve Müslümanlara karşı ilk savaşı açtığı zaman, “Bu bir Haçlı Seferidir” demişti. Bu gün de bunun İslam’a karşı bir savaş olduğunu ilan ediyor. Amaç “terör ve terör doğuran ideolojiler” adı altında yürütüyor bu savaşı… Bush’un şunu anlaması lazım, inanç sahipleri tehditlerden korkmazlar. Hele İslam, Bush’un düzeninden de ve devletinden de çok güçlüdür. Zafer İslamındır. Gelecekte de zafer İslam’ın  olacaktır…

 

            (…)

 

            Siyonist düşman geçmişte kendisinin önerdiği ateşkes süreci boyunca saldırılarına devam etti. Yıkım faaliyetlerine ara vermedi. Katliamlarını birbiri ardınca gerçekleştirdi. Bir an dahi durmadı…

 

            (…)

 

            Ateşkes isteyen, önce düşmanın saldırılarını katliamlarını evleri yıkmalarını, tutuklama kampanyalarını, yeni yerleşim birimleri kurmalarını, ırkçı duvarlar önermelerini durdursun. Bu saydıklarımın tümü her gün Filistin topraklarında gerçekleşiyor. Bunları durdurun; o zaman gelin saldırıları durdurmaktan, ateşkes ilan etmekten söz edelim.

 

            (…)

 

            Burada bütün içtenliğimle bir kez daha halkımızın birliğinin gerekliliğini vurguluyorum. Bütün iç problemleri, iç çatışmaları bir kenara bırakmamız bir zorunluluktur.

 

            (…)

 

            Filistin halkı olarak bizim hedefimiz hükümetler değildir. Hedefimiz Filistin topraklarını ve Filistin insanını özgürleştirmektir. Bizi bu hedeflere ulaştıracak araçları araştırmamız gerekir. şayet hükümet Filistin topraklarını ve Filistin insanlarını özgürleştirmeye bir araç olacaksa hoş geldi, sefalar getirdi. Yok eğer bizi teslim olmaya zorlayacaksa, bu kabul etmemiz mümkün değildir. Siyonist düşmana karşı teslim bayrağını çekmeyi reddediyoruz. O zaman böyle bir hükümetin anlamı olmaz. Bu yüzden biz herhangi bir hükümette yer almıyoruz…

 

            (…)

 

            (Özerk Yönetimin) Başbakan ve Meclis Başkanı, Ramallah’tan Nablus’a, Gazze’den Batı Yakasına gitmek istediği zaman bunu Siyonist düşmana bildirmek zorundadır. Bu hükümet, iradesine özgürleştirme ve bağımsızlığına sahip değilse, kendine ait bir gücü yoksa, bu hükümet Filistin halkı için ne yapabilir? Bu yüzden biz bu hükümete ortak olmayız…

 

            (…)

 

            Biz çok açık bir şey söyledik. Halkımız; canını, ümmetini, vatanını savunmak için silah taşıyor. Topraklarımız özgürleşmeden, kutsal değerlerimiz kurtarılmadan hiç kimse silahı bizden alamaz… Bize dayatılan yom, sonunuz demektir. Halkımız buna teslim olmayacaktır.

 

            (…)

 

            Biz ateşkesten söz eden herkesten öncelikle Siyonist rejimin saldırılarını, cinayetlerini durdurmalarını, Siyonist rejimin bu sözlere bağlı kalacağına söz verdiğini ilan etmelerini bekliyoruz. O zaman bu yeni koşullar muvacehesinde durumu değerlendiririz…

 

            (…)

 

            Hizbullah, Filistinli ve Arap tutsaklardan mümkün olan en fazla sayıyı kurtarmak hususunda azimle yardımlaşmaya hazırdır…

 

            (…)

 

            Gazze, Siyonist rejimin elini kolunu sallayarak, girebileceği serbest bölge değildir. Siyonist devlet, Gazze’ye girecek olursa, ağır bir bedel ödeyecektir. Gazze’de uzun süre kalıp, istikrar göremeyeceği gibi, kendi içinde de istikrar bulamaz. Gazze’yi tüm Filistin halkı, tüm Filistinli gruplar hatta Filistin polis gücü savunacaktır. Çünkü Gazze herkesindir. Hamas’ın ya da başka bir grubun değil. Gazze inşallah Filistin halkının mülküdür…

 

            (…)

 

            Sözlerimi bir kez daha yineliyorum. Tehditler, sadece bizim gücümüzü arttırıyor. Biz, şehid olmak için mücadele veriyoruz. Üzerinde bomba taşıyan, kendini patlatan kimse şehadet istemektedir. Biz şehadetin talipleriyiz. Yaşamın peşinde değiliz. Dünya için de mücadele etmiyoruz. Biz ahiret için savaşıyoruz. Bu yüzden tehditler bize zarar vermez. Bizim sadece gücümüzü arttırır, bizi zayıflatmaz. Biz şehid olmayı istiyoruz. Açıkça sürdürülen bir hayatı istemiyoruz.”

 

*

 

 

            Gecenin ilerleyen saatleriydi Halime Hatun usulca yatağından doğruldu. Kapıyı aralayıp kocasının çalışma odasına baktı. Kapının altından süzülen ışık huzmesi Şeyh Yasin’in hala yatmadığını gösteriyordu.

 

            Son zamanlarda Şeyh Yasin’in Rantisiyle rabıtası daha fazlalaşmıştı. Özellikle gecelerini ihya etmesi daha bir artmıştı. Çok az yatıyor, çok az yiyordu. Üç ay boyunca süregelen halet-i ruhiyesi Ramazan’ın şu son günlerinde daha farklı bir hale bürünmüştü.

 

            Yarın, Cumaydı. Ramazan’ın son Cuma’sı. Yani Kudüs günü! Dinmeyen yaraydı Kudüs. Bir sevda, bir aşk, bir yürek yarası. Yüreği kaynıyordu. Kudüs için, yüreği atıyordu. Kudüs’ü düşünüyordu. Esir ve boynu bükük Aksa’yı.

 

            İçinden bütün Arap alemine, İslam ümmetine seslenmek geliyordu : “Kudüs, Müslümanların ilk kıblesidir. Kudüs ve Aksa’yı kurtarıncaya kadar Filistin halkının yanında yer almamız gerektiğini size hatırlatıyorum. Çağrımızı tekrar tekrar her müslümana, her lidere, her öndere ve her krala yöneltiyoruz. Her erkeğe, her kadına… Kudüs elden gidiyor. Kudüs tehlikededir. Kudüs’ü geri almak, kurtarmak için bütün güçlerimizi birleştirmemiz kaçınılmazdır. Ümmetin geleceği ve onuru için Filistin halkının yanında yer almak, her Müslüman erkek ve kadına farzdır. Kudüs İsra ve Mirac’ın gerçekleştiği yerdir. Müslümanların ilk kıblesidir.”

 

            Sabah namazı sonrası adedi üzere biraz Kur’an okudu ve istirahat için odasına çekildi. Kahvaltı sonrası yine adeti üzere torunlarını sevdi. Onları, annelerini sorup gönüllerini aldı. Abdulgani’yle evden ayrıldı. Beraberinde gönüllü korumaları da vardı.

 

            Masanın üzerindeki haber özetlerine bakmadan önce saate baktı. Açılmasını istediği el-Ceel televizyonunu sanki bir şey beklermiş gibi seyre daldı. Az sonra saat başı haberde spikerin sesi Şeyh Yasin’i dikkatle dinlemeye yöneltti.

 

            -Sayın seyirciler!... Son zamanlarda kutsal mabedimiz Mescid-i Aksa’ya yönelik planlı yıkım ve saldırılar karşısında İslami Direniş Harekiti Hamas’ın işgalci rejime karşı yaptığı açıklamayı yayınlıyoruz : “İşgal devletinin kazıları sonucu Mescid-i Aksa’mızın bazı duvarlarının yıkılması, onu ortadan kaldırmaya yönelik ciddi tehlike çanlarının çaldığına işarettir. Biz Siyonistlerin bu cinayetlerini şiddetle kınarken, Filistin direnişinin kendilerine bunun cevabının gayet sert olacağını da hatırlatırız. Bu vesileyle tüm dünya Müslümanlarını Mescid-i Aksa’ya sahip çıkmaya ve Siyonistlerin haince oyunlarına karşı dikkatli ve duyarlı olmaya çağırıyoruz. Zira Mescid-i Aksa’yı yıkmayı hedef alan girişimler sadece biz Filistinliler açısından değil, tüm dünya Müslümanları açısından da büyük bir önem arz etmektedir. Siyonistlerin İslami bir mabedi ortadan kaldırmayı , Müslümanların ortak değerlerini yok etmeyi planladıkları aşikardır. Bu menfur çaba karşısında tüm Müslümanların gereken duyarlılığı göstermeleri gerekmektedir.”

 

            Şeyh Yasin haber bittikten sonra memnun memnun önündeki haber özetlerine göz atmaya başladı.

 

 

            Anlaşılan Mahmud Abbas’tan sonra Ahmet Kureya Özerk Yönetimin müstakbel başkanıydı. “Hayırlısı” dedi içinden. “İnşallah basiretle davranır.”

 

 

            Şeyh Yasin, yüreğinde bir kere daha bir sızı hissetti. Siyonist düşman kundaktaki bebeklere kadar bu masum halkı katliama tabi tutuyordu. Gözü dönmüş, cani Şaron kana doymak bilmiyordu. Gözlerini kapardı: Küçük çocuğun cansız bedeni tüm masumiyetiyle yürek sızlatıyordu. Küçük çocuklar bu diyarda küçük kurşunlarla vurulmuyordu. Zira büyük adamlar füzelerle, tonlarca bombalarla vururken bu coğrafyada bebekler dahi kundakta büyük mermilerle taranıyordu. En ucuz şey ölümdü. Ama en şereflisi de…

 

            Düşüncelerinden sıyrılıp gözlerini açtı. Güzel yüzlü, güzel sözlü bir adamın adını gördü önündeki raporda :

 

 

            “Halid doğru söylüyor, dedi içinden. Önceki ateşkesi de bozan taraf Siyonist işgal gücüydü. Uluslar arası baskı yeni bir ateşkes için yoğundu. Ama samimiyet yoktu. “Saldırganlık durmadan ateşkes olmaz” sözü döküldü Şeyh Yasin’in dudaklarından.

 

            Bu haberin ardındaki haber adeta beklediği haberdi :

 

 

            “Aferin” dedi içinden Rantisi’ye. Tam da görüştükleri gibi konuşmuş, tavır takınmıştı. Siyonist işgal ordusunun çocukları dahi kurşuna dizmesi karşısında suspus oluyor, bahane sıralıyorlardı. Filistinlilere halkımıza saldırırken kadın, yaşlı çocuk ayrımı yapıyor mu ki şehadet eylemleri bundan dolayı kınansın. O sivil insanların hepsi askere gidiyor ve işgalin devamı için vergi ödüyor. Sivillerin hedef alınmaması teklifimizi buna rağmen Siyonist yönetim reddeiyor. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu…

 

 

 

            Ya Rabba! Dedi Şeyh Yasin. “Bu azgın kavmin helakını yakın eyle.”

 

 

            -Bir tonluk bir bombanın büyük bir yıkıma neden olacağını bilmek için daha olmaya gerek yok. Birileri bu bombaları kullanma kararını, onların bir çok binayı yıkacağını bilmesine rağmen alıyor. Birileri masum insanları öldürmeye karar veriyor. Bu, bizi terörist haline getiriyor, dedi.”

 

            “Yahudi de olsa” diye düşündü Şeyh Yasin. “Bu kuralsız savaşta vicdanının sesine kulak verenler, bu zulmü anlayabiliyor. Allah hidayet versin.”

 

            Aksa intifadasından sonra hava saldırıları sonucu bir çok cinayet işlenmiş, bir çok sivil katledilmişti. Anlaşılan o saldırılarda kullanılan helikopter ve uçakların pilotları dahi bu vahşete isyan etmişlerdi. Aslında uzun süredir işgalci rejimin askerlerinin operasyonlarda cesaret verici hesaplar adı altında uyuşturucu haplar aldıklarını duymuştu. Firari askerlerin sayısının da son dönemlerde arttığı basına yansımıştı. Her an öldürülme korkusu yaşayan işgalci askerler psikolojik sorunlar yaşıyor, korku travmalarına giriyordu.

 

 

            Şeyh Yasin hüznün doruğundaydı. Yıllardır yaşanan bir olguydu bu. Remle hapishanesinde gözleri önünde oğlu Abdi ve ziyaretçilerine yapılanları hatırladı. Derin bir nefes aldı. Karanlığın en koyu olduğu an, sabahın yakınlığına işaretti.

 

            *Şaron’un barışı : “İsrail Başbakanı Ariel Şaron, Filistin topraklarındaki bazı yerleşim birimlerinin tek yanlı olarak boşaltılmasını öngören Ortadoğu Vizyonunu açıkladı. Herzilya’da yapılan güvenlik konferansındaki konuşmasında Filistinlilerle uzlaşmayı öngören planını Yol Haritası’na dayandırdı.”

 

            Gülümsedi Şeyh Yasin. Planın aslını biliyordu. Gazze’den çekilip yerleşimci Yahudileri başka yere nakletmek ve Batı Şeria’da göstermelik üç-dört yeri de boşaltıp geri kalan Filistin topraklarına el koymak… Bu şeytanca bir plandı. Yeni bir toprak işgali, yeni bir kurnazlıktı. Ancak Şaron’a yakışırdı. Zaten bu plana hiç kimsenin katkısı ve onayı yoktu. He özerk yönetimin ne de direniş gruplarının… Adeta kendi kendine gelin-güvey olmuştu Şaron. “Yine de” dedi kendi kendine. “Siyonist düşmanın Gazze’den çekilmeyi dile getirmesi Filistin Direnişinin zaferine işarettir.”

 

İşgalci ordunun muhtelif eylemleri :

 

            (…)

 

            (…)

 

            Uzayıp gidiyordu cinayetler çetelesi. Filistin halkı her gün üzerlerine doğan güneşin, nice şehitlerle uğurluyordu.

 

Muhtelif eylemlerimiz :

 

            Özellikle askeri araçların imhasının işgalci orduya ne kadar ağır geldiğini tahmin ediyordu Şeyh Yasin. Zira o araçlar, milyonlarca dolar demekti. Ekonomisi gittikçe açık veren, sanayi işçileri sokaklarda protesto gösterileri yapan bir gidişat sergiliyordu. İsrail içten içe kanayan, içten içe patlamaya yönelen bir gidişat… Amerika senatosu ve uluslar arası Yahudi sermayenin dış yardımlarıyla, açılan gedikler daha ne zamana kadar kapatılacaktı; kim bilir ?

 

*

 

       2004 yılının ilk aylarıydı. İşgal, tüm hızıyla devam ederken, şanlı direniş de tüm gücüyle karşı koyuyordu. İzzetli bir tavır, onurlu bir kıyam ateşi olan intifada; mazlumların ümidi, gönüllerin sevinciydi.

       Şeyh Yasin televizyondan haberleri seyrediyordu. Detaylarını kaçırdığı haberi merak ettiyse de son haber dikkat çekiciydi. İşgalci rejimin Savunma Bakanı Şaul Mofaz’ın  yardımcısı ekrandan direniş karşısındaki acziyetlerini itiraf eden tehditler savuruyordu. Şeyh Yasin’in gizlenmesini tavsiye ediyor, ona karşı suikast girişimlerinin süreceğine dair kin kusuyordu.

       O anda bürosunun kapısı açıldı. İçeri giren Rantisi selam verdi.

       __ Aleykümüs – selam ve rehmetullah, dedi Şeyh Yasin. Hoş geldin.

       ___ Hoş bulduk efendim.

       Açık olan televizyonun sesine kulak kabartan Rantisi’nin yüz hatları değişti. Habere tepkisi yüzünden okunuyordu. Şeyh Yasin’e baktı. Mütebessim bir çehrden başka bir şey yoktu karşısında.

       ___ Efendim ! Neler söylüyor bu ? diye televizyonu işaret etti.

       ___ İstersen kapat, dedi. Şeyh Yasin. Zaten önemli bir haber kalmadı.

       ___ Ama efendim …

       ___ Rantisi ! Bu tehditler düşmanın acziyetine işarettir. Demektir ki direniş, zafer yakındır. Biz korkmuyoruz düşmanın tehditlerinden. Bilakis imanımız artıyor bu tehditler karşısında. Onların bizi kendisiyle tehdit ettiği şey, bizim uğruna savaştığımız şahadet değil mi?

       Pencerden dışarı bakarak ilahi bir hakikatı mırıldandı. Şeyh Yasin : “ Onlar öyle kimselerdir ki. İnsanlar kendilerine gelerek. ‘ Düşmanlarınız sizin için büyük bir ordu topladı. Artık onlardan korkun !’ dediklerinde; bu onların yanlızca imanlarını artırır ve ‘ Allah bize yeter, O ne güzel vekildir’ derler.” 2

       “ Bu tevekkül, bu teslimiyet!... İşte güç kaynağımız” diye düşündü Rantisi. Kilitleri eyleme geçiren bu sözlerin sahibi ferçliydi.

 

________________

2 – Al- i İmran Süresi / 173

 

 

233

 

Ama halkına kıyam ve direniş ruhu aşılayan yine bu PİR – İ İNTİFADA’y dı. Bir meşale, bir sembol, bir öncüydü. Gücünü sadece Rabbinden alan, sadece ona dayanan bir ihtiyar…

       ___ Efendim, dedi Rantisi. Müjdeli bir haber için uğradım.

       ___ Hizbullah’ın zaferini mi müjdeleyeceksin ?

       Rantisi önce şaşırdı; durdu ve;

       ___ Doğru ya ! Haberleri seyretmiş olmalısınız, dedi.

       Gülümseyen simasıyla;

       ___ Evet, dedi Şeyh Yasin. Yine de müjdene karşılık bir hediye vermek istiyorum.

       ___ Ama…

       ___ Hayır, Hayır ! Bilmiş olsam dahi böylesi güzel bir habere müjde verilir elbet. Köşedeki çekmeceyi açıp içindekini almanı istiyor

       Rantisi çekmeceyi açtığında özel bir kutucuk gördü.Alıp Şeyh Yasin’e uzatırken ;

       ___ Bu mu efendim, dedi.

       ___ Evet ! dedi Şeyh Yasin. Açsana !

       Meraklı bakışlarla kutucuğu açarkan içinde çok güzel ve kalitelibir dolma kalem gördü.

       ___ Bu !... Bu bir dolma kalem, dedi gülen yüzle.

       ___ Müjdene karşılık hediyem olsun.

       ___ Allah razı olsun efendim.

       ___ Eh ! Artık müjdeli haberinin kaçırdığım detaylarını dinleye bilirim.

       ___ Aslında fazlaca söyelecek bir şey yok. Hizbullah elinde üç yıldır esir tuttuğu bir Albayı ve üç İsrail askerini, 435 Filistinli esir ve 59 Hizbullah mücahidinin cesedine karşılık değiştirdi. Tabi ki bu mücadelede Hizbullah’ın bizimle de iletişim halinde olmasının bir çok faydaları oldu. Bunun sonucunda da bir çok Filistinli tutsak, İsrail zindanlarında azat oldu.

       Allah’a hamd olsun. Sen de çok girip çıktın o zindanlara. Oradaki zulme ve sınırsız işkenceyi yaşayan biri olarak onların azatlığı kadar hiçbir şey beni sevindiremez.

       Duvardaki saate baktı Şeyh Yasin. Namaz vakti yaklaşmak üzereydi.

       ___ Namaza gitmeden şu söyleyeceklerimin Siyonist düşmanının Savunma Bakanlığına bir cevap olarak basına verilmesini istiyorum. Yazar msısın ?

 

234

 

       Şeyh Yasin fazla uzun olmayan bir açıklamada bulunurken; Rantisi, kendisine hediye edilen yeni dolma kaleiyle not tutuyordu.

       Ertesi gün basında İşgalci hükümetin gizlenmesi yoksa öldürüleceği tehdidine karşılık, Şeyh Yasin şu sözleri yayınladı :

       “ Siyonist işgalin pençesinde Filistin’in kurtarılması için şehid olmaya hazırım.Şahadetim Siyonist düşmanı ile savaşın sonu değil, başlangıcı olacaktır.Bizler gizlenmeyiz. Ne ölümden korkarız, ne toplardan ne de uçaklardan. Asıl zayıf, cılız ve surların arkasına gizlenmesi gereken onlardır. Arkasına gizlenmek için koruyucu duvar inşa edenler de onlar…Ancak ben; bu duvarın onları kurtarmayacağını, aksine kabirleri olacağını yineliyorum.

 

235

 

 

YİRMİ BEŞİNCİ BÖLÜM

 

       22 Mart 2004

       Vakit sabah namazına yakındı. Şeyh Yasin uzun bir mücadeleyle yoğrulmuş, her aşaması çile, her aşaması keder kokan, ama onurlu ve issetli bir direnişle geçen mazisine uzanan düşüncelerinden ayıldı.

       Yatsıdan sonra camiden ayrılmamıştı. Etrafına baktı. Geceyi kendisiyle birlikte geçirmek isteyenlerden kimini anlı secdede, kimini elleri semaya açık, kimi de Kitab-ı Mubin’i okuyor gördü. Oğulları Abdulgani, Abdulhamid ve damadı Hamiş’e gözleri takıldı. Hepsi de ibadetle meşguldü.

       Bu gece farklıydı tüm gecelereden. Atmosfer buram buram maneviyat kokuyordu. Meleklerin varlığını hisseden bir huzur vardı yüreğine.

       Yıllar boyu yükünü taşıdığı ağır sorumluluğun; izzetli vakarı, izzetli tavrı, izzetli duruşu ona haz vermiş, hastalıklı bedenine güç, kuvvet aşılamıştı. Allah’ın yardımını her an yanında hissetmiş, bir an ümitsizliğe düşmemişti.

       Üç gün önce Ürdün’de yayınlanan sebil dergisine verdiği demeci hatırladı. Muhabir

sornuştu:

236

       ___ Efendim ! İşgalci İsrail rejiminin Filistinli direniş guruplarının liderlerini tek tek hedef almasını nasıl değerlendiriyorsunuz ?

       Ağır ağır; ama net konuşmuştu :

       ___ Bu Siyonist düşmanının iflasıdırç Düşman bu tür saldırılarla sokağı yatıştırmak istiyor. İnsanlarına gereken karşılığı verceğiz diyor. Bu tehditler düşmanın başarısızlığını ve iflasını gösteriyor.

       ___ Efendim ! demişti acar muhabir. İşgal ordusuna karşı başka alternatifler düşünüle bilir mi ?

       Şeyh Yasin’in cevabı yine net, ama kesindi.

       ___ Düşmanı Filistin topraklarından çekilmeye zorlayacak tek şey; silahlı mücadeledir. Düşman, bizden direnişe son vermemizi istiyor. Bizde şunu merak ediyoruz : Dünya niçin Siyonist İşgalin sona erdirilmesini istemiyor ? kim işgal ediyor, kim kim kendini savunuyor ?

       Kendi kendine söylenir gibi geçirdi içindenn son sözlerini : “ Kim işgal ediyor, kim kemdini savunuyor ? “

       Katilin mazlım, mazlumun katil olaraj lanse edildiği bu kurtlar vadisi dünyada, yalnızdı Filistin, yalnızdı Kudüs !

       Filistin !... Bağrımdaki yarasın gönlümdeki kanayan. Dinmeyeb acım, bitmeyeb sancımsın. Aşkındır beni peşinden sürükleyen yıllar yılı, sevgindir.

       Filistin !... Ey hüzümün gizemi ! Dolmasın gözlerin uzakların gelmeyen ordusuna ! Kurbandır bu can sana. Ayaklarının altına...

       Yürekleri senin için atan körpe ceylanlarım var. Senin için boncuk boncuk inciler saçan gözlerim var. Al kanlarıyla ellerinle toprağına saçan şehitlerim var. Özgürlüğüne canlarını feda eden nice gençlerim var. Seninle nişanlanmaya namzet aşıklar sahibisin Filistin.

       Yeryüzünde sen gibisi, aşkın gibisi bulunmaz ey bayarağımın kor ateşi ! Ey dinmeyen ve sönmeyen sevgi !

       Ey Kudüs !

       Ey esir Akşam !

237

 

       Affedin beni. Sizin için bir şey yapamamanın hüzününü yaşıyorum; affedin !

       Ey Filistin !...

       Ey kimsesizliğine terk edilen sevdam !

       Ey yankısı duyulmayan çığlık !

       Ey sahipsiz coğrafyam !

       Sen, hayatımın gayesi; sen, dinmeyen özgürlük umutlarının beklentisisin. Bağrın bana ana kucağı, yüreğim; ateşinin tutuştuğu direniş ocağıdır.

       Şehir şehir alevlenen aşkın; toprağına direniş, toprağına intifada ekti yıllar boyu. Uğuldayan her rüzgar esişine, yağar her yağmur damlasına, dönlümdeki umuda, gözlerimiz kırağına kor cemreler düştü.

       Sapanların taşları senin için.

       Akanlar kanlar senin için.

       Sıkılan yumruklar senin için.

       Gönüllere sığmayan öfkeler senin için.

       Güdülen kinler senin için.

       Her kurşun senin için.

       Her şehid / her şahadet senin için.

       Yeterki sen hüzünlenme filistin !...

       Dünya unutsa da seni Filistin, biz unutmayacağız ! Sensiz kalsada yeryüzü, biz sokaktayız. Tanklarla dans eden çocuklarımız, Apaçi Helikopterleri ve F-16 uçaklarıyla sinesinde aşkının uğruna şahadet gülleri açılan şehitlerimiz, mermileri küçük görüpfüzeler bekleyen canlarımız, yolunda kocalarını veren dullarımız, oğullarını kurban eden nice İbrahim’lerimiz var. Yeterki sen hüzünlenme Filistin !

       Şeyh Yasin’in tüm benliğini sarmıştı hüzün. Yahya’yı Ebu Şenneb’i Şehade’yi, nice isimsiz şehitleri birbir hatırladı. Bir özlem sardı yüreğini birden. Yalnızlık duygusuna kapıldı. Neden hala burdaydı ? Neden onlarla değildi sanki ?

       Duyguları göz pınarlarından ipil ipil ama sessiz sessiz akıtordu. Yalnızdı filistin kendisi gibi ! Yalnızdı kurtarılmayı bekleyen esir Aksa ! Gönlünde kanayan duygularla Rabbine yönelirken, geçen eylül’de uğradığı suikastten bir gün sonra Arap alemine ve müslümanlara yönelik kaleme aldırdığı serzenişi hatırladı :

 

238

 

       “ Ey Araplar ve Müslümanlar ! Ne hallere düştüğünüzü görmüyormusunuz ? Ben ki kocamış bir yaşlıyım. Kurumuş iki elim ne kalem tutuyor ne de silah ! Sesimle yeri intecek güçte bir hatip de değilim. Ben ki saçları ağarmış ömrünün son demlerinde, türlü hastalıkların yıktığı ve üsreinde zamanın belalarının estiği biriyim. Tek isteğim benim gibi, Müslümanların zaaf ve acziyetinden mütessir olanların susmayıp yazmasıdır !

       “ Siz ey Müslümanlar ! Suskun ve aciz, helak olmuş ölüler ! hala kalpleriniz sızlamıyormu, başımıza gelen bu acı felaketler karşısında ? Allah için ve ümmetin namusu için kızacak bir topluluk yok mu ? Hiç mi kimse yok ? Şerefli direnişçiler olan bizleri “ Kati “ ve “ Terörist “ olarak ilan edenlere karşı duracak ! Bizi yıkıp yok etmeye and içtiler ! Bu ümmet utanmaz mı, şerefi çiğnenirken ? Siyonist katilleri ve Uluslararsı işbirlikçilerini görmezden gelirken ! Omuzlarımıza güç verecek bir el, göz yaşlarımızı silecek bir bakış yok mu ? Bu ümmetin kurumları, sivil güçleri, partileri, teşkilatları ve bariz şahsiyetleri Allah için kızmazmı ? Tümü birden sokaklara dökülüp, bizim için dua etmeye, “ Ey Rabbimiz ! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve müm,n kullarına yardım et ! “ diye çağırmazmı ? Buna da mı gücünüz yetmiyor ! ?

       “ Yakında bizim şanlı ölümlerimizi duyacaksınız. O zaman alınlarımıza şu yazılacak : “ Bizler direndik ! ileri atıldık ve kaçmadık ! “ Ve bizimle birlikte çocuklarımız, kadınlarımız, yaşlılarımız ve gençlerimiz de ölecek ! Onları, bu sus pus ve bön ümmeteyakıt yapacağız ! Bizden teslim olmamızı ve ve beyaz bayrak çekmemizi beklemeyin ! Çünkü biz, bunu yapsakta öleceğimizi biliyoruz. Bırakın savaşçı onuruyla ölelim ! Dilerseniz bizimle olun; sizden her biri, elinden geldiğince öcümüzü boynuna takıp intikam alsın ! Dilerseniz de bize acıyarak öldürülüşümüzü izleyin ! O zaman temennimiz; “ Allah’ın emaneti savsaklayan herkesten kısas almasıdır ! “ Umarım bizim alayhimizde olmazsınız ! Allah aşkına, bari aleyhimizde olmayın ey ümmetin liderleri, ey ümmetin halkları ! “

       Şeyh Yasin!in rikkate gelen kalbi, tümüyle merhameti bol olan Allah’a yöneldi. Dudaklarından sözcükler dökülürken, şikayeti sadece Yüreğinin Sahibi’neydi :

 

239

 

       ___ “ Allah’ım ! sana şikayette bulunuyorum...Sana şikayette bulunuyorum... Sana şikayette bulunuyorum...Gücümün azlığını, imkanımın yetersizliğini ve insanlara karşı zaafımı sana şikayet ediyorum. Sen mustazafların Rabbisin... Sen bisim Rabbimizsin... Bizi kime bırakıyorsun ?...Bize cehennem olacak uzak diyarlara mı ? Ya da düşmanın insafına mı?

       “ Allah’ım ! Akıtılan kanlar, dokunulan ırzlar, çiğnenen hürmetler, yetim bırakılan çocuklar, oğlunu yitirmiş anneler, dul kalmış kadınlar, yıkılmış evler ve ifsad edilmiş ekinler aşkına; Sana şikayette bulunuyorum. Sana şikayette bulunuyorum ! Gücümüz dağıldı... Birliğimiz bozuldu... Yollarımız ayrıldı... Halkımızın zaafını, ümmetimizin bize yardım edip düşmanı yenmedeki aczini sana şikayet ediyorum... “

       Rahatlamıştı. Teskin olan yüreğinde bir huzur, bir ferahlık hissetti. Okunan Davudi ezan Gazze semalarında bir gerçeği haykırıyorduasırlardır süregelen, işgalcilerin yüreklerine korku salan... Allah’u Ekber ! Allah’u Ekber !...

       Tazelenen abdestler ve çoğalan cemaat, camiye hareketlilik getirdi. Saf saf dizilen insanlar huşuyla el bağladılar. Rablerinin huzurunda. Birazdan olacaklardan habersiz bir şekilde.

       Namaz bitmiş, cemaat dağılmaya başlamıştı. Çıkış kapısı dağılan insanlarla doluştu. Şeyh Yasin’i eve götürmeyi düşünen oğulları ona doğru yaklaştılar.

 

*

       Aynı saatlerde Shikmim çiftliği’nin özel telefonu çalıyor du. Mahmur gözleriyle avizeyi eline alan Şaron aldı.

       ___ Alo ! dedi tüm somurtkanlığıyla.

       Karşısında heyecanlı heyecanlı bir ses vardı :

       ___ Efendim ! Haber vermek için rahatsız ettim. Operasyon için her şey hazır. Emirlerinizi bekliyoruz.

       Birden uykusu kaçtı. Kalbi heyacan içinde atıyordu.

       ___ Dur bi dakika, dur ! dedi.

       Balkona çıktı. Esen serin meltem onu tamamen kendine getirdi.Sakin olmaya çalıştı. Tekrar konuşmaya başladı.

       ___ Şu an nerdesiniz.

240

 

       ___ Gazze’de efendim. Şati kampında.

       ___ Yaa ! O terörist nerede ?

       ___ Birazdan mahalle camiinden çıkacak efendim. Gerekli tüm hazırlıkb ve donanımımız

 

                                                                           *

 

       Saat sabahın 05:40’ına geliyordu. Abdulgani, Abdulhamid ve Hamiş Şeyh Yasin’i aralarına alıp geri kalan cemaatle beraber kapıya yöneldiler. Korumaları olan fedailerin kapıya çektikleri arabaya bindirdiler. Babasının tekerlekli sandalyesine uzanan Abdulgani, birden karşıdaki binaların arasından alacakanlıkta adeta bir baykuş, bir yarasa misali fırlarcasına ortaya çıkan Apaçi helikopterini gördü. Sesi, camiden çıkan cemaatin de dikkatini çekmişti. Bu meşum, bu uğursuz demir kuşun niyeti kötüydü.

       Abdulgani, Abdulhamid’e ve Hamiş’le bakıştı. Hepsinin gözlerindeki ifade aynıydı; düşündükleri de : Şeyh Yasin’i uzaklaştırmak ! Hemen fırladılar arabaya .

       Fakat uzak bir yerden, bir çiftliğin balkonundan buldok suratlı bir katilin sesi komut vermişti birkere peş peşe üç füze fırlatıldı. Amerika ikramı apaçi helikopterinden.

       Sabahın sessizliğini hedefte bulunan Şeyh Yasin’e isabet eden ilk füze bozdu. Havaya uçan arabanın parçaları etrafa saçıldı. Ruhu yeşil kuşun kursağına uçarken, parçalanmış cansız bedeni caminin önünde yatıyordu.

       Bir yanda parçalanmış cesetler, bir yanda inleyen yaralılar, bir yanda feryatlar, figanlar... Kan gölüne dönmüştü ortalık. Bir katliama, bir siyonist vahşete daha tarih ediyordu tanıklık.

       Ambulanslar, sirenler, sedyeler, koşuşturmalar... Bu acılar içinde gözden kaçmayan, asla unulmayan, her gözü yaşartan, her yüreği kanatan, PİR-İ İNTİFADA’yla yıllardır sembolleşen; izzetine, ihlasına, mücadele azmine tanıklık eden tekerlekli sandalyesi; etrafa saçılmış cantları ve lastikleriyle paramparçaydı. Tıpkı yürekler gibi...

       Vahşetin rüzgarı esmişti bu sokakta. Vahşetin laneti sahibi... Arkasında elem, arkasında keder, arkasında acı, arkasında göz yaşı bırakan bir cinayetle...

       Bir güneş doğdu o an ufuktan. Bir şafak güneşi. Alacakaranlığın siyah tülünü aralayarak... Yüzüne yansıyan kızıl öfkeyle Siyonist zulüme lanet okuyordu. Yükseldikçe yükseldi. Sanki işlenen cinayeti lanetleyen ilahi bir hakikatı haykırıyordu. Yeryüzüne: “ Müminlerden öyle erler vardır ki, Allah’a verdiği sözü yerine getirdiler. Kimi bu uğurda canını vermiş, kimi de ( şehitliği beklemektedir. Onlar hiçbir suretle verdikleri sözü değiştirmediler. “ 1

 

 

SON

 

25 Temmuz 2004

Sincan 2 Nolu F – Tipi Cezaevi

ANKARA

 

 

 

_________________

1-      Ahzab Süresi / 23

 

 



[1] Haganah:İsrail yeraltı askeri örgütü.İsrail`in kurulmasıyla dağıtıldı.

[2] Falaşa   :Siyahî Yahudilere verilen ad.

[3] Irgun    :(Irgun Zvai levmi:Milli Askeri Örgüt):İsrail Yeraltı Askeri Örgütü.

[4] Stern    :(Lohamei Herut Yisrael):İsrail Özgürlük savaşçıları Örgütü.

[5] Falanj   :Yarı askeri siyasi teşkilat.

[6] İntifada :Direniş,ayaklanma.

[7] Ant-i semitizm   :Yahudi aleyhtarlığı.

[8] Ey bu tam olan da`vetin sahibi Allah`ım!

[9] Mutaffifin Sûresi /22-28

[10]   Palmach: Terör örgütü Haganah`ın seçkin vurucu gücüydü.

[11] Bakara Suresi / 216