1- "Ya Muhammed, ümmetinden
"Lâilâheillellahu, vahdehu vahdeh" (yani tek, eşsiz ve bir olan
Allah'tan başka bir ilah yoktur) diyene ne mutlu."
Resulullah (s.a.a) miraç gecesinde "Ey Rabb'im,
senin nez-dinde mü'min kimse nasıl bir duruma (makama) sahiptir?" diye
sordu. Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
2- "Ya Muhammed, velilerimden
(dostlarımdan) birini küçümseyip hakir düşüren kimse, hakikatte bana
karşı savaşa kalkışmıştır; ben evliyamın yardımına koşmada her husustan
daha süratliyim. Mü'min kullarımdan bazısını ancak zenginlik ıslah
eder; (bunun için de hiç esirgemeden ona ihsanda bulunurum. Çünkü) onun
durumunu değiş-tirip de fakirliğe sürüklersem helak olur. Ve bazılarını
ise fakirlikten başka bir şey ıslah etmez; bu halinden çıkarıp da
zengin edersem helak olur. Kullarımı bana yakın-laştıran şeyler
içerisinde farizalar kadar bana daha sevimli olan bir şey yoktur; bana
(farizaların dışında) nafilelerle de yaklaşılır; nafilelerle kulum bana
o derece yaklaşır ki ben onu severim. Onu sevdikten sonra da artık onun
işiten kulağı, gören gözü, konuşan dili ve tutan eli ben olurum. Beni
çağırdığında icabet eder, benden bir istekte bulun-duğunda bağışta
bulunurum."
Uzun bir hadisin zımnında Resulullah'ın (s.a.a)
şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Rabb'im bana minnet ederek şöyle
buyurdu:
3- "Ya Muhammed, Allah'ın
rahmeti sana olsun; ben her ümmete o ümmetin diliyle konuşan peygamber
gön-derdim. Ama seni yaratıklarımdan siyah, (beyaz), kızıl de-rili
herkes için gönderdim. Hiçbir kimseye (düşmanlarının kalbine) korku
düşürerek yardımda bulunmadığım halde sana böylesine bir yardımda
bulundum. Senden önce kim-seye helal olmayan ganimeti sana helal
kıldım. Arşın hazinelerinden olan Fâtiha suresiyle Bakara suresinin
("Amenerresulü" diye başlayan) son (iki) ayetini de ancak sana ve
ümmetine verdim. Sen ve ümmetin için bütün yer-yüzünü mescit (secde
etme yeri), pâk ve temizleyici olarak karar kıldım. Sana ve ümmetine
Tekbir'i ("Allah-u Ekber" zikrini) verdim. Ve de senin zikrini kendi
zikrimle beraber kıldım; onun için ümmetinden beni zikredip hatırlayan
herkes, seni de benimle birlikte zikredip hatırlar. Öyleyse ne mutlu
sana ey Muhammed!"
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Allah-u Teâlâ
benden faziletli ve kıymetli birini yaratmamıştır... Miraca gittiğimde
"Ey Muhammed!" diye çağrıldım. "Lebbeyke ya Rab, emrindeyim; kutlu ve
ulusun sen" diye cevap verdim. Tekrar şöyle nida geldi:
4- "Ya Muhammed, sen benim
kulum, ben de senin Rabb'inim; öyleyse yalnız bana ibadet (kulluk) et
ve bana itimat ve tevekkül eyle. Sen kullarım arasında benim nu-rum,
yaratıklarıma gönderdiğim elçim ve onlara hücce-timsin. Cennetimi
sadece sen ve sana uyanlar için, cehen-nemimi ise sana muhalefet
edenler için yarattım."
Resul-i Ekrem'den (s.a.a) -uzun bir hadiste- şöyle
rivayet edilmiştir:
ya"Bir gün Cebrâil'in eşliğinde yeryüzüne asla ayak
basma-n ve yanında yeryüzü hazinelerinin anahtarları bulunan bir melek
inerek bana şöyle hitapta bulundu:
5- "Ya Muhammed, Rabb'in sana
selam söylüyor ve buyuruyor ki: "Bunlar yeryüzü hazinelerinin
anahtarları-dır; istersen kul peygamber ol, istersen padişah
peygam-ber." Cebrâil bana işaret ederek
tevazu göstermemi istedi. Ben de o meleke
"Kul peygamber olmak
istiyorum; kul pey-gamber olmak istiyorum"
dedim."
6- "Ya Muhammed, ben yeryüzünü
alimsiz (imamsız, hüccetsiz) olarak bırakmam; taatım ve hidayet yolum
onun vasıtasıyla tanınır ve bir peygamberin vefatıyla di-ğerinin meb'us
olma süresi içerisinde halka kurtuluş vesi-lesi de o olur. Böylece
hüccetim, bana doğru davetçi, yoluma hidayetçi ve işime arif olan
birini yeryüzünde bırakmadan halkı saptırması için şeytanı tekbaşına
salıver-mem. Gerçekten mutsuzlara hüccet olması ve mutluları onun
vasıtasıyla hidayet etmem için her kavime hidayetçi birinin olmasını
gerekli kılmışım."
7- "Ya Muhammed, nübüvvetin
sona ermiş ve günlerin bitmiştir; yanında bulunan ilmi, imanı, İsmi
Ekber'i (İsm-i A'zam'ı), ilmin mirasını ve nübüvvet ilminin eserlerini
Ehl-i Beyt'inden olan Ali ibn-i Ebi Talib'e teslim et. Ben ilmi, imanı,
İsm-i Ekber'i, ilmin mirasını ve nübüvvet ilminin eserlerini, seninle
baban Adem arasında bulunan peygam-berlerin hanedanından kaldırmadığım
gibi, senin soyundan gelen Ehl-i Beyt'inden de hiç bir zaman
almayacağım."
8- "Ya Muhammed, ben seni ve
Ali'yi bedensiz bir nur -ruh- olarak yeryüzünü, gökleri, denizi ve
Arş'ımı yarat-madan önce yarattım. Sen o zaman içerisinde sürekli "Lâ
ilâhe illellah" derdin, beni ulular, ve tazim ederdin. Sonra ikinizin
ruhunu bir araya getirerek tek ruh kıldım ki bun-dan sonra artık o ruh
"Lâ ilâhe illellah" söyler, beni tenzih ve takdis ederdi. Daha sonra o
ruhu ikiye ve ikiyi de dörde böldüm; onların biri Muhammed, biri Ali,
diğer ikisi ise Hasan ve Hüseyin'dir."
9- "Ya Muhammed, sen bir şey
olmadan (kendinden bir varlığın yok iken), ben seni varettim ve benden
sana keramet olsun diye sana kendi ruhumdan üfledim. Böylece senin
itaatini bütün mahlukatıma farz kıldım; sana itaat eden bana itaat
etmiş ve sana karşı gelen bana karşı gelmiş olur. Ve bunu (yani itaatin
gerekliliğini) Ali ve Ali'nin soyundan kendime has kıldığım şahıslar
için de farz kılmışım."
10- "Ya Muhammed, kim benim
velimi (dostumu) aşağılarsa, bana karşı savaşa kalkışmıştır; bana karşı
savaş açanla ben de savaşırım." "Kim bu
senin velin" de-dim, "ya Rabb! Sana karşı savaşa kalkışan kimseyle
benim de savaşacağımı biliyorsun." Allah-u Teâlâ buyurdu ki:
"O, senin, vasinin ve
sizin zürriyetinizin velayetinin (kabulü için) kendisinden ahd aldığım
kimsedir."
11- "Ya Muhammed, sen benim
kulum, ben de senin Rabb'inim; öyleyse sadece benim karşımda eğil, ve
bana tevazu göster; yalnız bana ibadet ve tevekkül et. Ben seni kul,
habib, resul ve nebî olarak, kardeşin Ali'yi de halife ve (ilme) kapı
olarak kabul ettim. O (Ali), kullarıma benim hüccetim ve mahlukatıma
imamdır. Onunla dostlarım düşmanlarımdan tanınır. Şeytan hizbi de benim
hizbimden onun vasıtasıyla ayırt edilir. Onunla benim dinim doğru-lur;
hükümlerim icrâ edilir ve koyduğum hudutlar koru-nur. Seninle (ya
Muhammed,) ve O (Ali) ve neslinden olan imamların hürmetine kadın-erkek
bütün kullarıma merha-met ederim. Sizden olan (Mehdi'yi) Kâim
vasıtasıyla tes-bih (Sübhanellah), tehlil (Lâilâheillellah), takdis,
tekbir ve temcid (senâ) ile, yeryüzünü bayındırlaştırırım. Onun ile
yeryüzünü düşmanlarımdan temizleyerek, kendi dostla-rıma miras
bırakırım. Onunla kâfir olanların sözünü alçal-tıp kendi sözümü
yüceltirim. Kullarımı ve beldelerimi onunla diriltir ve meşiyetim
gereği defineleri ve birikinti-leri onun vesilesiyle ortaya çıkartır,
irademle ona bütün sırları ve gizlilikleri açarım. Emrimi icrâ ve
dinimi ilan etmesinde ona destek olsunlar diye meleklerim vesilesiyle
ona yardımda bulunurum. İşte O (Mehdi'yi Kâim) Benim gerçek velim ve
kullarımı sadakatla hidayet edendir."
12- "Ya Muhammed, istediğin
kadar yaşa; bilahere öleceksin. İstediğin kimseyi sev; ancak (şunu bil
ki) muhakkak ondan ayrılacaksın. Ve istediğin işi yap; ancak (bil ki)
ona göre karşılık alacaksın. Bil ki mü'minin şerefi, geceleri (namaz ve
ibadete) durmasında, izzeti ise halka muhtaç olmamaya çalışmasındadır."
13- "Ya Muhammed, daima güzel
huylu ol. Zira kötü huy, dünya ve ahiret hayrını yok eder."
14- "Ya Muhammed, kim benim
hadlerimden birini tatil ederse, bana düşmanlık yapmış ve böylece bana
karşı çıkmaya kalkışmıştır."
15- "Ya Muhammed, ümmetinden
Allah yolunda cihad eden kimse için, gökten kendisine isabet eden
(yağmur) damlası ve çektiği baş ağrısı bile kıyamet günü şehadet
sayılacaktır."
16- "Ya Muhammed... kız
babalarına söyle ki: "Kız evlatlarınız hususunda darılmayın; ben onları
yarattığım gibi rızıklandıracağım da."
Emir'ül Mü'minin Hz. Ali'den (a.s) şöyle
nakledilmiştir:
"Resulullah (s.a.a) miraç gecesi Yüce Rabb'ine şöyle
sordu: "Ya Rabbi, amellerin hangisi daha faziletlidir?" Allah-u Teâlâ
şöyle buyurdu:
"Benim indimde bana tevekkül
etmekten ve böldüğüme razı olmaktan daha faziletli bir şey yoktur."
17- "Ya Muhammed, benim (rızam)
yolunda birbirlerini sevenler, Benim yolumda birbirine acıyıp şefkat
gösterenler, Benim yolumda dostça birbiriyle ilişki kuranlar ve Ban'a
güvenip tevekkül edenler Benim muhabbetimi hakketmişlerdir.
Muhabbetimin ise bir alamet ve nişanesi yoktur. Onlar için alametlerden
birini kaldırdığımda diğer birini bırakırım. Onlar mahlukata benim
onlara baktığım gözle bakar, hacetlerini halka sunmazlar
(ihtiyaçlarının giderilmesini ancak Allah'tan diler, O'na yalvarırlar).
Karınları helal mal yediklerinden hafiftir; dünyadaki nimet ve
saadetleri ise benim zikrim, sevgim ve onlardan razı oluşumdur."
18- "Ya Ahmed, izzetim ve
celâlime andolsun, benim için dört hasleti garantileyen kulumu,
kesinlikle cennete götürürüm: Dilini koruyup kendisini ilgilendirmeyen
şeylere açmaması, kalbini vesveseden koruması, (her an) ondan haberdar
olduğumu ve onu gözetlediğimi, daima aklında tutması ve açlığı
kendisine göz nuru edinmesi."
19- "Ya Ahmed, keşke açlığın,
susmağın, yalnızlığın ve bunların bıraktığı mirasların lezzetini
tadsaydın!"
Resulullah (s.a.a) "Ya Rabbi, açlığın mirası nedir?"
diye sordu. Allah-u Teâlâ cevapta şöyle buyurdu:
"Hikmet, kalbi korumak, bana
yakınlaşmak, daimi hü-zün, hak söz, halk arasında geçimi hafif olmak ve
geçiminin zor veya kolay olmasından endişeye düşmemektir."
20- "Ya Ahmed, kulun hangi
vakitte bana yakınlaş-tığını biliyor musun?"
Resulullah (s.a.a) "Hayır ya Rabbi," deyice Allah-u
Teâlâ şöyle buyurdu:
"Aç olduğunda veya secdeye
kapandığında."
21- "Ya Ahmed, namaz kıldığı
zaman kimin karşısında durduğunu ve kime doğru (dua amacıyla) elini
kaldırdığını bildiği halde uyuklayan, sebze veya başka bir şeyden de
olsa günlük yiyeceği olduğu halde yarınını düşünen ve benim ondan razı
olup olmadığımı bilmediği halde gülen şu üç (kısım) kulun hali ne
gariptir."
22- "Ya Ahmed, cennette
(kerpiçleri) arasında boşluk, birbirine de bitişik olmayan bütünü
inciden yapılmış bir saray vardır. Benim seçkin (kullarım) orada
olacaklar. Her gün yetmiş defa onlara bakar ve konuşurum. Baktığım her
defada onların makam ve mertebesini yetmiş kat artırırım. Cennet ehli
yemek ve içmekten lezzet aldıklarında, onlar benim zikrim, konuşmam ve
sözümden de lezzet alırlar."
Resulullah (s.a.a) "Ya Rabbi," dedi, "bunların
alameti nedir?" Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
"Onlar dünyada mahbusturlar
(yani Allah yolunda zor şartlar ve sıkıntı içerisinde yaşarlar);
dillerini sözün ve karınlarını yemeğin fazlasından hapsederler."
23- "Ya Ahmed, Allah için olan
sevgi fakirleri sevmek ve onlara yaklaşmaktır."
Resulullah (s.a.a) "Bu fakirler kimlerdir ya Rabbi,"
dediğinde, Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
"Onlar aza razı olan, açlığa
sabreden, zorluğa şükre-den, açlık ve susuzluktan şikayetçi olmayan,
dilleriyle yalan konuşmayan, Rabb'lerine karşı hoşnutsuzluk
göstermeyen, kaybettikleri şeye kederlenmeyen ve (Allah'ın) verdiğine
sevinip övünmeyen kimselerdir."
24- "Ya Ahmed, benim muhabbetim
fakirler içindir; fakirleri kendine yaklaştır ve senin yakınında
oturmalarını sağla ki ben de seni kendime yakınlaştırayım. Zenginleri
de kendinden uzaklaştır ve senden uzak oturmalarını sağla. Şüphesiz
fakirler benim dostlarımdır."
25- "Ya Ahmed, elbisenin
yumaşağını, yemeğin lezzetlisini ve yatağın yumuşak olanını kendine süs
edinme (bunlardan fazla yararlanma). Zira nefs her şerrin barınağı ve
her kötülüğe arkadaştır; sen onu Allah'ın itaatine o ise seni Allah'ın
masiyetine sevkeder. Sana Allah'a itaat etmede muhalefet, Allah'ın
hoşlanmadığını yapmada ise itaat eder. Doyduğunda azar; acıktığında
şikayetçi olur. Fakirleştiğinde gazaplanır, zenginleştiğinde
kibirlenir. Büyüdüğünde (beni) unutur, (belalardan) güvencede olduğunda
da gaflete dalır. O (nefs) Şeytan'ın dostudur. Nefs, çok yiyen ve
üzerine yük bırakıldığında uçamayan deve kuşuna ve rengi güzel fakat
tadı acı olan defne (veya zakkum) ağacına benzer."
26- "Ya Ahmed, dünya ve onun
ehline buğzet, ahiret ve onun ehlini de sev."
Resulullah (s.a.a) "Ya Rabbi, kim" dedi "bu dünya
ehliyle ahiret ehli?" Allah-u Teâlâ buyurdu ki:
"Dünya ehli, yemesi, gülmesi,
uykusu ve gazabı çok, rızası ise az olan kimsedir. Birine kötülük
yaptığında özür dilemez, özür dileyenlerin de mazeretini kabul etmez.
İta-atte tembel, masiyet zamanı ise cesurdur. Arzusu uzun, ölümü
yakındır. Kendisini hesaba çekmez, (halka) yararı az olur ve çok
konuşur. Allah'tan korkusu az olur, yemek zamanında ise çok sevinir.
İşte dünya ehli zorluklarda bana şükretmez, belalarda sabretmezler.
Halkın çok olan şeylerini küçük-az sayarlar, yapmadıkları şeylerle
ken-dilerini överler. Kendilerine ait olmayan bir takım şeylerle
iddiada bulunur, arzu ettikleri şeyleri dile getirirler. Ve de onlar
halkın kötülüklerini söyler, iyiliklerini gizlerler."
Resulullah (s.a.a) "Ya Rabbi," dedi, "dünya ehlinde
bun-dan başka kusurlar da var mı?" Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
27- "Ya Ahmed, dünya ehlinin
kusuru çoktur; cahillik ve ahmaklığı onlarda bulursun. Onlar ilim
aldıkları kimse-lere karşı tevazu göstermezler. Kendilerini akıllı
sanırlar ama âriflerin yanında ahmak işte onlardır."
28- "Ya Ahmed, hayır ve ahiret
ehlinin (şa'nına gelince), onların yüzü ince ve hafif olur, (Allah'a
karşı) hayâları çok, ahmaklıkları ise az olur. Faydaları çok, hile-leri
azdır. Halk onların elinden rahatlıktadırlar ama onlar halkın elinden
bir çok zorluğa katlanmaktadırlar. Sözleri ölçü üzeredir. Kendilerini
hesaba çeker, nefislerini zahme-te düşürürler. Gözleri uyusa da
kalpleri uyumaz. Gözleri ağlar, kalpleri zikreder. Halk gafillerden
yazıldıklarında onlar zâkirlerden (zikredenlerden) yazılırlar. Nimetin
ba-şında hamd, sonunda ise şükrederler. Duaları Allah'ın indinde
yücelir, sözleri işitilir. Melekler onlarla övünürler. Onların duası
(nuranî) hicapların altında dönüp dolaşır. Anne evladını sevdiği gibi
Rabb'leri de onların sözünü duymayı çok sever. Bir an bile bir şey
onları Allah'tan alı-koymaz. Yemeğin, sözün ve elbisenin fazlasına ilgi
göster-mezler. Halk onların gözünde ölüdür ancak Allah'ı Hayy (sağ,
diri), Kayyum (koruyan, tutan, gözetleyen) ve Kerim bilirler. Onlara
yüz çevirenleri lütuf ile çağırırlar, onlara yönelenlere ise bir çok
ihsan ve iyilikte bulunurlar. Artık dünya ve ahiret, onların yanında
eşit bir duruma gelmiştir. Halk bir defa ölür ama onların her biri
nefisleriyle cihad ettiklerinden, havâ-heveslerine ve damarlarında
dolaşan Şeytan'a muhalefet ettiklerinden, her gün yetmiş defa ölür-ler.
Bir rüzgar estiğinde onları şiddetle ırgalar sarsar; ama benim
huzurumda durduklarında sanki birbirlerine kenet-lenmiş bir bina
gibidirler. Onların kalbini hiçbir yaratığa meşgul olmuş şekilde
görmem.
Kendi izzet ve celâlime
andolsun ki, ruhları bedenle-rinden çıktığında onları güzel ve pâk bir
hayatla diriltirim; ölüm meleğini onlara musallat kılmam; onların
ruhunu ancak kendim alırım; göğün bütün kapılarını onların ruhu için
açarım; kendimle onun arasında bulunan hicapları kaldırırım; cennetlere
süslenmelerini, hurilere bezenmeleri-ni, meleklere dua etmelerini,
ağaçlara meyva vermelerini ve cennet meyvalarına eğilmelerini
emrederim. Sonra Arş'ın altında bulunan rüzgarlardan birine kâfur ve
keskin kokulu miskten olan dağları taşımalarını, onların da ateş-siz
yakıt olmalarını ve o kulumun huzuruna varmalarını emrederim. Benimle
onun ruhu arasında hiçbir perde kal-maz. Ruhunu aldığımda ona
"Merhabalar olsun sana, hoş geldin." derim, "İzzetli, müjdelenmiş,
rahmet ve rızvana erişmiş olarak yücel." Onlar için, içinde tükenmez
nimet bulunan cennetler vardır. Onlar cennetlerde ebedi olarak
kalıcıdırlar. Muhakkak ki, en büyük mükafat Allah katın-da olandır.
Keşke meleklerin onun ruhunu nasıl birinin alıp diğerine verdiğini
görseydin."
29- "Ya Ahmed, ahiret ehli
Rabb'lerini tanıdıklarından beri yemek onlara lezzet vermemiş,
hatalarını tanıdıkların-dan beri hiç bir müsibet onları kendine meşgul
etmemiştir. Hatalarına ağlar, (hayır işleri yapmak için) kendilerini
zahmete düşürürler ve nefislerine dinlenme fırsatı vermez-ler. Cennet
ehlinin gerçek rahatlığı ölümdedir; âbidlerin dinlenme yeri ancak
ahirettir. Yanaklarına dökülen göz-yaşlarıyla üns kurar; sağlarında ve
sollarında bulunan meleklerle oturup, durarlar ve Arşın üstünde olan
Celil Allah ile de raz-u niyaz ederler. Gerçekten ahiret ehlinin
kalplerinin içinde şu yara yerleşmiştir ki: "Ne zaman fenâ evinden
kurtulup bekâ evine kavuşmakla rahatlayacağız."
30- "Ya Ahmed, zahitlerin yüzü
gündüzleri oruç tut-mak ve geceleri (ibadetle geçirme) yorgunluğundan
sara-rır, dilleri ise Allah'ın zikrinden başka bir şeye açılmaz.
Sürekli havâ ve heveslerine karşı çıkmaları sinelerinde yeralan
gönüllerini ezik duruma getirir. Çok sustukların-dan kendi nefislerini
zayıflatırlar ve Allah'ın itaati yolunda durmadan çaba gösterirler.
Bunları yapmalarına sebep ise cehennem ateşinin korkusu veya cennetin
iştiyakı değildir; onlar göklerin ve yerin melekûtuna baktıklarında
ancak Allah-u Teâlâ'nın ibadet ehli olduğunu bilirler (diye ibadete
kapanırlar); sanki melekûtun üzerinde olanı görü-yorlar!"
Resulullah (s.a.a) "Ya Rabbi," dedi "bu makamdan
benim ümmetimden birine de verir misin?" Allah-u Teâlâ buyurdu ki:
31- "Ya Ahmed, bu,
peygamberlerin, senin ve diğer peygamberlerin ümmetinden olan
doğrularla çeşitli şehid gruplarının mertebesidir."
Resulullah (s.a.a) "Ya Rabbi, benim ümmetimin
zahitleri mi, yoksa Beni İsrâil'in zahitleri daha çoktur?" diye
sordu-ğunda, Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
"Beni İsrâil zahitleri senin
ümmetinden olan zahitlere nazaran, beyaz inekte bulunan bir siyah tüye
benzer!.."
Resulullah (s.a.a) "Nasıl böyle olabilir ya Rabbi,
halbuki Beni İsrâil'in sayısı benim ümmetimin sayısından kat-kat
çok-tur?!..." dediğinde, Allah-u Teâlâ buyurdu ki:
"Çünkü onlar inandıktan sonra
kuşkulanıp, ikrar ettik-ten sonra da inkar ettiler."
Resulullah (s.a.a) devamında şöyle buyuruyor: "İşte
bura-da ben Allah'ıma zahitlerden dolayı çok hamd-u senâ ve şükürde
bulundum ve onlar hakkında şöyle dua ettim:
"Allah'ım, onları koru ve onlara esirge, acı onlara;
onlar için razı olduğun dinlerini koru. Allah'ım, onları mü'minlere
verdiğin hiç bir şüphe ve sapma kabul etmeyen imanla rızık-landır.
Onlara öyle bir takva ver ki, dünyaya rağbetleri kal-masın; öyle bir
korku ver ki, gafletleri kalmasın. Onları öyle bir ilimle rızıklandır
ki, cehalet ve bilgisizlikleri kalmasın. Onlara öyle bir akıl ver ki,
ahmaklıkları kalmasın. Onları kendine öyle yakınlaştır ki, uzaklık
kalmasın. Onlara öyle bir huşu ver ki, kasavet (taş yüreklilik)
kalmasın; öyle bir hakkı hatırlama ver ki, unutmaları olmasın; öyle bir
yücelik ver ki, aşağılığı olmasın;öyle bir sabır ver ki,
dayanıksızlıkları olma-sın; öyle bir hilim ve ağırbaşlılık ver ki,
acelecilikleri kalma-sın. Kalplerini kendinden utanmakla doldur ki, her
zaman senden utansınlar. Dünyanın ve kendi nefislerinin âfetlerini ve
şeytanın vesveselerini görebilmeleri için onlara basiret ver. Gerçekten
sen benim kalbimde olanı bilirsin ve sensin görül-meyenleri (gaybi)
bilen."
Resulullah'ın (s.a.a) duası bittikten sonra Allah-u
Teâlâ ona hitab ederek şöyle buyurdu:
32- "Ya Ahmed, günahlardan
çekin; çünkü günahlar-dan çekinmek dinin başı, ortası ve sonudur.
Şüphesiz insa-nı Allah'a ancak günahtan çekinmek yakınlaştırır."
33- "Ya Ahmed, günahtan
çekinmek kadının zinet eşyalarının arasındaki küpeye ve yiyecekler
arasındaki ekmeğe benzer. Takva, imanın başı ve dinin direğidir. Takva
aynen gemiye benzer; nasıl ki denizde fakat gemide bulunanlar kurtulur,
hakeza zahitler ancak takva ile kur-tulurlar."
34- "Ya Ahmed, beni tanıyıp,
karşımda huşu eden kim-seye ben de huşu ederim."
35- "Ya Ahmed, günahtan
çekinmek kulun üzerine ibadet kapılarını açar; onunla halkın yanında
aziz olur ve Allah-u Teâlâ'ya ulaşır."
36- "Ya Ahmed, devamlı sükut
üzere ol. Zira kalplerin en mamuru salihlerle susanların kalbidir.
Kalplerin en ku-rağı ise kendilerini ilgilendirmeyen boş sözleri
konuşan-ların kalbidir."
37- "Ya Ahmed, ibadet on
kısımdır; onun dokuzu he-lal malı kazanmaktır. Yemek ve içmeğini
(haramdan) te-miz tutarsan ben seni korur, kendi himayem altına
alırım."
Resulullah (s.a.a) dedi ki, "Ya Rabbi, ibadetin
evveli ne-dir?" Allah-u Teâlâ buyurdu ki:
"İbadetin evveli susmak ve oruç
tutmaktır."
Resulullah (s.a.a) "Ya Rabbi, oruçtan ne gibi
sonuçlar alı-nır?" diye sorduğunda, Allah-u Teâlâ buyurdu ki:
"Oruçtan hikmet meydana gelir,
hikmet de marifeti, marifet de yakini doğurur. Yakin mertebesine ulaşan
kim-se ise yaşantısının zorluk veya kolaylık üzere olmasından asla
endişe etmez. Ölümü yaklaştığında başı ucunda
melekler dururlar... İşte onun ruhu meleklerin arasından göz kırpmaktan
daha süratli bir şekilde uçup Allah'a yücelir. Öyle bir yere varır ki,
artık onunla Allah'ın arasında hiç bir perde kalmaz ve Allah-u Teâlâ
ise ona iştiyak duyar. O kulun ruhu Arş'da bulunan bir pınarda oturur.
Ona "Dünyayı nasıl terkettin?" diye sorulduğunda şöyle der: "Ey
Allah'ım, izzet ve celâline andolsun ki, benim dünya hakkında hiç bir
bilgim olmadı; beni yarattığından beri hep senin korkun
içerisindeydim." Allah-u Teâlâ "Doğru konuştun ey kulum, sen yalnız
be-deninle dünyada idin; ama ruhun benimleydi. Senin açık ve gizli her
şeyinden ben heberdarım; iste benden, bağışta bulunayım sana;
dilediğini bildir, ikram edeğim sana. Bu benim cennetimdir; onda uç ve
burası benim komşulu-ğumu edeceğin yerdir; oraya da yerleş." diye
buyurur. Ruh da şöyle der: "Ey Allah'ım, kendini bana tanıttın; ben de
senin marifetinle bütün yaratıklardan müstağni oldum. Kendi izzet ve
celâline andolsun ki, senin rızan, doğran-mamda ve halkın öldüğü
ölümlerin en zor ölümüyle yetmiş defa ölmemde olursa yine de senin
rızanı tercih veririm. Allah'ım, nasıl kendimi beyenebilirim, halbuki
sen beni aziz kılmasaydın zelil olurdum; bana yardım etmeseydin mağlub
düşerdim; beni kuvvetli kılmasaydın güçsüz olurdum; kendi zikrinle beni
diriltmeseydin bir ölüydüm ve günahlarımın üzerine örttüğün perde
olmasaydı, ilk yap-tığım masiyette rezil ve rüsvay olurdum. Ey
Allah'ım, senin rızanı nasıl istemeyebilirim? Halbuki aklımı kemale
erdirmenle seni tanıdım. Hakeza hakkı batıldan, emri nehiyden ve nuru
da zülmetten ayırt ettim." Allah-u Teâlâ ise ona şöyle buyurur:
"Kendi izzetim ve celâlime
andolsun ki, hiçbir zaman
seninle kendim arasında bir perde bırakmıyacağım. İşte dostlarımı ben
böyle mükafatlandırırım."
38- "Ya Ahmed, hangi yaşayışın
daha lezzetli ve hangi hayatın daha kalıcı olduğunu biliyor musun?"
Resulullah (s.a.a) "Hayır" deyince Allah-u Teâlâ şöyle
bu-yurdu:
"Lezzetli yaşayış öyle bir
yaşayıştır ki ona sahip olan kimse, benim zikrimden bıkmaz yorulmaz;
nimetimi unut-maz, hakkıma cahil olmaz (yani ona farz olan hakkım ne
ise yerine getirir) ve gece-gündüz benim rızamı elde etmeğe çalışır.
Bâki (ebedî) hayata gelince, ona sahip olan kimse nefsine öyle bir
muamelede bulunur ki, artık dünya onun nazarında hakir olur, gözünde
küçülür; ahiret ise onun nazarında büyür. Benim isteğimi kendi
isteğinden önde tutar; benim rızamı diler, azametime yakışır şekilde
bana tazim eder ve ondan habersiz olmadığımı asla unutmaz. Gece-gündüz,
karşılaştığı her kötülük ve masi-yette beni hatırlar; benden korkar.
Kalbini benim hoşlan-madığım şeylerden arındırır; Şeytan ve
vesveselerinden ise nefret eder. Kalbine Şeytan'ın musallat olmasına ve
yol bulmasına izin vermez. İşte böyle yaptığında kalbine kendi sevgimi
yerleştirir ve kalbini kendime has kılarım; onun ferağat, meşguliyet,
derdini ve konuşmasını mahlukatım-dan beni seven kullara verdiğim
nimetler türünden kılarım. Kalbiyle duyması ve benim yücelik ve
celâlimi görmesi için cangözünü ve kulağını açarım. Dünyayı ona
daraltır; onda bulunan bütün lezzetleri ona nefret ettiririm. Ko-yununu
tehlikeli otlaklardan uzaklaştıran çoban gibi, ben de onu dünyadan ve
onda bulunan her şeyden kaçındırır, uzaklaştırırım. Böyle olduğunda
halktan kaçar, fenâ evin-den bekâ evine, Şeytanî evden Rahmanî eve
yönelir."
39- "Ya Ahmed, gerçekten de ben
o kulumu azamet ve heybetle zinetlendiririm. İşte lezzetli yaşayış ve
bâki hayat budur ve bu ise (Allah'tan) razı olanların makamıdır.
Her kim benim rızam yolunda
hareket ederse, ona üç hasleti vermeği lazım kılırım: Ona cehlin
karışamayacağı şükür, unutkanlığın giremeyeceği zikir (hatırlama)
veririm ve ona öyle bir sevgiyi tattırırım ki, mahlukatın sevgisini
benim sevgimden öne geçirmez. Kulum beni sevdiğinde ben de onu severim,
cangözünü celâlime doğru açarım, has mahlukatımı (kullarımı) ondan
saklamam; mahluk-larla haşır-naşır olmaktan ve onlarla konuşmaktan
kopma-sı için gece karanlıklarında ve gündüz aydınlığında onunla
münacat ederim; kendimin ve meleklerimin kelamını (sözünü) ona
işittiririm; halktan gizlediğim sırrımı ona âşi-kar ederim, bütün
halkın ondan utanması için ona hayâ (utanma) libasını giydiririm ve
yeryüzünde bağışlanmış olarak yürür. Kalbini geniş ve basiretli
kılırım. Ona cennet ve cehennemden hiç bir şeyi gizlemem. Kıyamet günü
halkın karşılaşacağı dehşet ve korkuları, alimlerle cahilleri ve
fakirlerle zenginleri ne ile hesaba çekeceğimi ona bu dünyada
gösteririm. Onu kabrinde uyutur, Nekir ile Mün-ker'i, onu sorguya
çekmeleri için yanına gönderirim. Ölüm sarsıntısını (sarhoşluğunu),
kabir karanlığını ve kıyamet korkusunu görmez. Kıyamet günü ölçüsünü
diker, kitabını açarım. Daha sonra amel defterini sağ eline veririm,
onu önüne açılmış bir halde okur. Ve kendimle onun arasında bir
tercüman da bırakmıyacağım. İşte bu muhiblerin (sevenlerin) alamet ve
sıfatıdır."
40- "Ya Ahmed, hüznünü tek
hüzün, dilini tek dil, cismini (bedenini) de diri kıl ki benden gafil
olmayasın. Zİra benden gafil olan kimsenin hangi vâdide helak olmasını
önemsemem."
41- "Ya Ahmed, aklını
yitirmeden önce kullan. Zira aklını kullanan kimse ne hataya düşer, ne
de azar."
42- "Ya Ahmed, seni diğer
peygamberlere neden üstün kıldığımı biliyor musun?"
Resulullah (s.a.a) "Hayır" dedi. Allah-u Teâlâ da
şöyle buyurdu:
"Sende olan yakin, güzel ahlak,
cömertlik ve halka olan rahmetinle. Yeryüzünün direkleri de ancak bu
sıfatlarla yeryüzüne direk olma makamına erişmişler."
43- "Ya Ahmed, karnı aç olan ve
dilini koruyan kula hikmeti öğretirim. Bu hikmet, kâfir olan kula
hüccet ve vebal, mü'mine ise nur, burhan (delil), şifa ve rahmet olur;
onunla bilmediğini bilir, görmediğini de görür. Ona ilk olarak
başkasının ayıplarından alıkalması için kendi ayıp-larını ve Şeytan'ın
onu vesvese etmemesi için ilmin dakik noktalarını gösteririm."
44- "Ya Ahmed, oruç tutmak ve
susmak kadar bana sevimli olan bir ibadet yoktur. Oruç tutup da dilini
koru-mayan kimse, namaz için kıyam edip kırâatini (Fâtiha suresini)
okumayan kimseye benzer; ona kıyamın kar-şılığını verir, âbidlerin
sevabını vermem."
45- "Ya Ahmed, kulun ne zaman
âbid olduğunu biliyor musun?"
"Resulullah (s.a.a) "Hayır", dedi, "ya Rabbi,". Allah-u
Teâ-lâ buyurdu ki:
"Onda şu yedi haslet birarada
olursa (âbidlerden sayılır): Haramlardan alıkoyacak takva, faydasına
olma-yan ve onu ilgilendirmeyen sözlerin önünü alacak sükut, günden
güne ağlamasını çoğaltacak (ilahî) korku, yal-nızlıkta onu benden
utandıracak hayâ, zaruret miktarınca yemek, dünyayı benim sevmediğim
için sevmemek ve seçkinleri benim sevdiğim için sevmek."
46- "Ya Ahmed, her "Allah'ı
seviyorum." diyen kim-senin, beni sevdiğini zannetme; beni gerçeğiyle
seven ancak günlük yiyeceğine kanaat eden, sâde elbise giyen...,
kıyamını uzatan, bana güvenen (tevekkül eden), çok ağlayan, az gülen,
hevâ ve hevesine tabi olmayan, mescidi kendisine ev, ilmi yoldaş, zühdü
hemdem, alimleri dost edinen ve fakirlerle birlikte olan, benim rızamı
elde etmeye çalışan, günahkarlardan var gücüyle kaçan, benim zik-rimle
meşgul olan, daima "Sübhanellah" demeyi çoğaltan, va'dinde sadık olan,
ahdine vefa eden, kalbi temiz olan, namazda yüreği arınmış olan,
farzlar hususunda çaba gösterip zahmete düşen, benim indimdeki sevaba
rağbet gösteren, azabımdan korkan, benim dostlarımla oturup duran ve
onlara yakın olan kimsedir."
47- "Ya Ahmed, bir kul gök ve
yer ehlinin kıldığı na-maz ve tuttuğu oruç kadar, namaz kılıp oruç
tutsa, melek-ler gibi yemeği terketse ve yoksullar gibi elbise giyinse
ama kalbinde zerre kadar dünya sevgisi veya dünya makamına, refahına ve
süsüne muhabbeti olduğunu görür-sem, onu evimde oturtmam ve
muhabbetimi onun kalbin-den kazar çıkartırım. Senin üzerine benim selam
ve rahmetim olsun. Gerçekten bütün hamdler, âlemlerin Rabbi olan
Allah'a mahsustur."
NOT: Bu bölümdeki hadislerin hepsi Seyyid Hasan Hüseyni'nin derlediği
"Kelimetullah" kitabından nakledilmiştir |